Öyle bir duruma gelindi ki, enflasyon farkları, devlet güdümündeki sendikalarının TİS zamlarını aşabiliyor!

Ne olacak bu enflasyon?

Enflasyon deyince, türlü halleri var. Tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) ile yurtiçi üretici fiyatları endeksi (Yİ-ÜFE) artık oldukça yaygın bilinmekte. Ama bilinip de çözülemeyen sorunları var: ÜFE ilk kez yıllık yüzde 46 oranını aştı. TÜFE de, verilerin aşağıya doğru baskılanmasına rağmen, Ekim'de yüzde 20'ye dayanıp yüzde 19,89 oldu. (Bir türlü yüzde 20'yi bulamaması, belki de işe ilahi güçlerin karışmasındandır).

Bu veriler, bir önceki yılın aynı ayına göre yıllık değişim oranlarıdır. Aslında yanıltıcı olabilirler. Örnek verelim: Petrol fiyatları şu sıralarda yaklaşık 80 dolar/varil olarak yüksek bir düzeyde. Diyelim ki izleyen 10 ay boyunca bu fiyat 100 dolar/varile çıkıp son iki ayda -diyelim ki yeni bir pandemi etkisiyle- 50 dolara düşse, başlangıç ve bitiş ayları bakımından artış değil azalış olarak kayda geçecektir. Oysa 12 aylık ortalamalar dikkate alınsaydı, maruz kalınan şeyin ciddi bir enflasyonist artış olduğu görülürdü. Demek ki, 12 aylık ortalamalara göre TÜFE ve ÜFE verileri gerçeği daha iyi yansıtırlar. TÜİK bu verileri de açıklıyor; şimdilik aralarında büyük farklar yok; burada rakam bolluğundan kaçınmak ve dikkati dağıtmamak için bunları vermeyelim. Ama iktisatçıların bir gözü de bu verilerde olmak zorundadır.

Merkez Bankası'nın gözü ise "çekirdek enflasyon"da yani enerji, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler, tütün ürünleri ve altın hariç olarak hesaplanan "Özel kapsamlı TÜFE (C)"de! Bunun oranı Ekim 2021'de Ekim 2020'ye kıyasla yüzde 16,82 artmış; yani ehven-i şer. Bununla birlikte TCMB'nin çekirdek enflasyon taahhüdü de sadece bir ay sürebildi, çünkü Saray'dakini kesmedi; böylece politika faizini yüzde 16'ya indirerek "faizleri enflasyonun üzerinde belirleme"ye dair her türlü taahhüdünün dışına çıkmış oldu. (Yoksa reel kur endeksine mi girmiş oldu?!)...

ÜFE-TÜFE farkı nereye?

Gelelim ÜFE ile TÜFE arasındaki açıklığın 26 puanı bulmasına, yani ÜFE'nin TÜFE oranını 2,3'e katlamasına; bu hayra alamet değildir. Şöyle değil, mal ve hizmet üreticileri/toptan ticaretçiler bu farkı ergeç tüketiciye yansıtırlar, yansıtmak zorundadırlar. Topluca hemen yansıtma olanağı bulamasalar da, fırsatını buldukça gıdım gıdım yansıtırlar. Bu, sistemin doğası gereğidir; özellikle de eksik rekabet koşullarında mark up fiyatlama yaygınsa yani maliyet artı kâr fiyatlaması geçerliyse. Kâr payından geçici süreler için vazgeçilebilir belki, ama maliyetleri de kısmen üzerinde taşımak demek, kapitalist işletmeleri hayır kurumuna dönüştürmek demektir ki sistemin işleyişine aykırıdır. Bu durumdaki işletmeler de bu yükleri uzun süre taşıyamaz ve iflas veya daha büyükler tarafından yutulma yoluyla elenirler. Maliyetleri kısmen üzerinde taşımayı ancak kamu işletmeleri yapabilir; sonuçta da zararı toplum topluca ödediği vergilerle üstlenir. Demek ki önümüzdeki dönemde, TÜFE'ye buradan gelecek ciddi baskılar olacaktır. TÜİK'e de manipülasyonlar için daha çok iş düşecektir. (Tabii bir faraziye de, TÜFE'nin aslında bu seviyenin oldukça üzerinde olduğu ve ÜFE-TÜFE farkının gerçekte bu denli yüksek olmadığı olabilir!).

Ama endekslere müdahalelerin de sınırları var. Halk yaşadığı enflasyon şokunun farkında. Bunun yüzde 20'ye sığmadığının bilincinde. Zaten halkın tüketimini daha çok ilgilendiren ve enflasyonu daha yakından hissetmesine yol açan, gıda, enerji, ulaştırma, konut, ev eşyası fiyatları yıllık bazda TÜİK verilerine göre bile yüzde 21-27,5 bandında seyretmekte. Halkın algıladığı enflasyon ise yüzde 40-yüzde 100 bandında. Bazı tarımsal girdilerde yüzde 100 eşiği algı değil gerçekten aşılmış durumda. Nitekim, ENAG yani Enflasyon Araştırma Grubu adını alan bir grup bağımsız iktisatçının hazırladığı endekse göre de Ekim 2021'de TÜFE, TÜİK'in yüzde 2,4'ü yerine yüzde 6,9 olmuş durumda; yıllık TÜFE de yüzde 49,87 düzeyinde! Bunun, halkın hissettiği/yaşadığı enflasyonu çok daha iyi yansıtan bir oran olduğu kesin.

Bu arada 2022'ye ilişkin olarak açıklanan yüzde 36,2'lik Yeniden Değerleme Oranı (YDO) da, ilk kez resmi TÜFE verilerinden bu denli uzakta belirlenmiş oluyor. Bu oran, 2004 sonrasındaki dönemin de en yüksek oranı. Daha önce, yüksek enflasyon nedeniyle 2018 ve 2019'da yüzde 23,7 ve yüzde 22,6 olarak belirlenmişliği vardı ama diğer tüm yıllarda yüzde 15'in altındaydı; hatta bu dönemin yarısı itibariyle tek hanelerdeydi. Peki yüzde 36,2 nereden çıktı? YDO, gerçekte ÜFE esas alınarak belirlenir. (bkz. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, mükerrer 298. madde ve VUK Genel Tebliğleri no. 500 ve no.530). Belki de ÜFE'den yansımalarla TÜFE'nin gideceği seviye de ÜFE-TÜFE arasındaki bu yarıyoldur!

Çifte standartlara zemin hazırlama

Bunlar kendi başlarına çok önemli değil; önemli olan YDO-TÜFE farkının bu denli açılmasının, çifte standartlı politikalara yeni bir zemin hazırlamakta oluşu. Resmi TÜFE oranının, asgari ücretler, memur maaşları, emekli maaşları gibi birçok ücret düzeyinin belirlenmesinde bir "ücret politikası eşiği" olarak kullanıldığı biliniyor. Aslında gerçekleşmiş TÜFE verisi bile ölçüt olarak alınmıyor malum; geleceğe dair daha da baskılanmış farazi bir düşük enflasyon tahmini/hedefi dikkate alınarak bölüşüm ilişkilerine bu ilişkileri daha da bozucu yönde müdahale ediliyor.

Sistemde, belirli ücretli kesimler için yani kamu çalışanları ve emekliler için daima altı ay geriden gelen -ve gerçekte enflasyonun aşındırıcı etkilerine karşı asla tam koruma sağlamayan- enflasyon farkları ödemesi de bulunuyor. Kamu çalışanları için enflasyona bu gecikmeli endekslemeler, göstermelik TİS'lerle de bağıtlanıyor. Fakat öyle bir duruma gelindi ki, enflasyon farkları, devlet güdümündeki sendikalarının TİS zamlarını aşabiliyor! Dolayısıyla, bu kesimler enflasyona karşı TİS'lerle hiç korunmamış oluyor. Emeklilerin de zaten "bu farklara da şükür" demeleri bekleniyor.

Bu arada atlanan bir başka gerçeklik var: 2016'dan itibaren asgari ücret düzeyi yılda iki kez belirlenmiyor. Bunun hem avantajı hem dezavantajı var. Dezavantajı, hiç olmazsa yılın ilk yarısındaki olası yüksek enflasyon artışlarının asgari ücretlere yansıtılma olanağı ortadan kalkmış durumda. Daha genel olarak, özel sektörde ücret seviyelerinin belirlenmesinde enflasyon farklarının da hesaba katılması ancak o işkolunda anlamlı bir sendikalaşma oranının olması, iyi bir TİS müzakeresinin yapılması ve bağıtlanan anlaşmaya "enflasyon farklarının" (artı refah paylarının) konulmasına bağlı. Oysa, bilindiği gibi, bu durumdaki işçiler/emekçiler çoğunlukta değiller. Yeniden yükselme eğilimine giren kayıt dışı istihdamdan hiç söz etmiyoruz bile.

Hedeflenen TÜFE olsun, gerçekleşen TÜFE olsun, bunların ikisi de ücretleri baskılamak, bir bandın dışına çıkmamasını sağlamak için kullanılıyor. Her yılın Kasım ayında belli olan YDO ise, gelecek yılda maktu vergi ve harç miktarlarına yapılacak zam oranlarını ilgilendiriyor. MTV; trafik cezaları; cep telefonu, ehliyet, pasaport, silah vs. harçlarındaki artışlar YDO'ya göre belirleniyor; Emlak Vergisi için YDO'nun yarısı (bugünkü durumda yüzde 18,1) dikkate alınıyor. Dolayısıyla bu yılın yüksek YDO oranı, tam bir çifte standartla karşı karşıya olunduğunu gösteriyor. Şimdi verilmesi gereken asgari mücadele, değerli meslektaşım Aziz Konukman'ın da ısrarla vurguladığı gibi, Cumhurbaşkanının YDO oranını yarısına kadar indirme yetkisini kullanmasını talep etmek! Bunun, Saray kapısında "el pençe divan" ricacı olmaktan başka işlevi olmayan güdümlü sendikacılıkla ilgisi yok. Talep etmek, kitleyi arkasına alarak mücadeleyi içerir. Sendikaları ve siyaset alanını hiç olmazsa bu konuda görev ve sorumluluk almaya davet ediyoruz.