Ne güzel özetlemiş Halit Çelenk: 'Hukuk, sınıflı toplumlarda, egemenlerin iradesinin bir yansıması olarak ortaya çıkmakta, bu iradenin bir baskı aracı olarak kullanılmaktadır...'

Halit Çelenk, hukuk ve sınıfsallık

Yalnızca aramızdan ayrıldığı 5 Mayıslarda, doğum günlerinde, Şekibe Ablayı anarken, eserlerine gönderme yaptığımız zamanlarda, Halit Çelenk Hukuk Ödülleri çalışmalarında, “Üç Fidan”ı her anışımızda anmıyoruz Halit Çelenk’i. Yaşadığımız günlerin zehir edilmesinde, hukuksuzluğun hukuk yapılmasında, kapitalizmin alkışlanacak yerleri olduğunun dayatılmasında, eşitsizliğin ve adaletsizliğin tavana vurdurulmasında, demokrasi yanılsamalarında ve sosyalist devrim mücadelelerinde hep aramızda, hep anıyoruz.

Hukuk denilince yol göstericimiz az değil ama Marksizm/Leninizm varken hiç zorlanılmaz. Hukuk başa yerleştirilmeden Marksizm/Leninizmden hareketle basamaklar çıkılmaya başlandığında, hukuk denilen ve artık insanlığın yaşamına yapışıp kalan o karmaşık üst yapı çözülüveriyor hemen. Kimlere hizmet ettiği, kimleri ve neyi koruduğu, kimleri baskı ve denetim altında tuttuğu hemen anlaşılıyor.

Egemen sermaye sınıfının ve onun siyasi iktidarlarının hukuku dillerden düşürmemesinin, aynı hukukun emekçileri baskı ve denetim altında tutmasının, emekçilerin en doğal hak ve mücadele aracı olarak kullandığı direnme hakkının cezalandırılmasının, düşünce özgürlüklerinin dikenli tellerle çevrilmesinin nedenleri de aynı bakışla netleşiyor.

1 Mayıslarda emekçiler için bir şeyler söyleme gereği duyan egemenler, hiç düzenlerinin ekonomi politiğinden söz etmeden, “işçi kardeşlerinin”(!) “hak ve hukuk”larından söz edebiliyorlar pişkin pişkin.

“İşçi kardeşlerinin hak ve hukukları”, hiç tartışmasız, emekçilerin kendilerine sessizce biat etmesinin, sömürücü düzenlerini gözleri ve kulakları kapalı olarak kabullenmelerinin ve dillerinden düşmeyen “kul hakkını” dinsellikle dayatmanın yani sömürünün varlığını sürdürmenin hak ve hukuku.

Bu “varlığı sürdürme” aynı zamanda hem ucuz, esnek, güvencesiz emek gücüyle hem tüketim toplumuyla hem de kapitalizmin istikrarıyla özdeş olduğu için burjuvazinin en genel ve yaygın aracını da kullanmaktan kaçınmazlar: hak ve özgürlükleri herkes için tanıyormuş gibi, sınıflı toplum yokmuş gibi gözükürler; aldatmayı severler.

Bir de “iyi”lerdir; iyi patron, iyi yönetici, iyi siyasetçi, iyi tarikat lideri… Asgari ücret artırırlar, artırılmasını isterler, ramazan paketi gönderirler, burslu öğrenci okuturlar, yurt açarlar, hayırsever olurlar vs.. Yağmayı ve soygunu da “özelleştirme” adı altında iyi gösterirler. TÜSİAD’nin hukuk devleti, kurumsallaşma, asgari ücret artışı istekleri bu işte.

Sözde hak mücadelelerine engel çıkarmaz gibi gözükürler ama sınırları kalın ve yüksek, baskı ve şiddetleri de sert ve acımasızdır. İşçi cinayetlerini, kadın cinayetlerini, çocuk istismarlarını basit adli olay ilan etmekte; mücadele ve direnme hakkını kendi düzenlerine karşı kalkışma ilan etmekte beceri kazanmışlardır. Siyasi davalarda, Haziran Direnişi davalarında yapılan bu işte.

Yargıyı bir güzel sarıp paketlerler, ardından bu paketlerini reform paketleriyle süslemeye kalkışırlar; adına da “bağımsız yargı” derler. Sonra da bağlayıcı ve üstün olan anayasalarını yorumlayıcı, hak aramada içerdeki son makam olan Anayasa Mahkemesini ara sıra kararlarıyla, yıldönümlerinde başkan sunuşlarıyla konuştururlar; bardağın dibindeki bir parmak suyla halkı serinletip rahatlatmak isterler. 

Anayasa Mahkemesi Başkanının son konuşması da bunlardan biri işte. Hak ve özgürlüklerden, uygulama ve yargı sorunlarından, iş yükünden söz edip sonra da hak ve özgürlükleri laikliğin gerçek yorumundan kurtarıp sözde genişleterek “din özgürlüğü”ne bağlayan, emekçilerin mücadeleleriyle kazanılanları din özgürlüğüne hapseden becerikli özgürlük sunuşu.

Yaptıklarının kılıfı, “üstün” diye nitelendirdikleri hukuktur. Ama bu sınıfsız sömürüsüz toplumun hukuku değildir.

Ne güzel özetlemiş Halit Çelenk:

Hukuk, sınıflı toplumlarda, egemenlerin iradesinin bir yansıması olarak ortaya çıkmakta, bu iradenin bir baskı aracı olarak kullanılmaktadır… Kölelik düzeni kendi hukukunu, Feodal düzen feodal hukuk, kapitalist düzen de yine kendine özgü hukuku getirmiş ve bunu egemenlerin çıkarları doğrultusunda oluşturmuş ve kullanmıştır.

Ekonomik ve giderek siyasal gücü elinde bulunduran sınıflar ve bunların temsilcileri, yasal düzenlemeleri kendi çıkarları doğrultusunda yapmışlar, uygulamaları bu doğrultuda yürütmüşler, yönetilen sınıf ve tabakaları bu kurallara uymak zorunda bırakmışlar ve yasalara uymayanları suçlu ilan etmişlerdir.

Böylece hukuk kuralları egemenler tarafından bir baskı aracı olarak kullanılagelmiştir…