Göçmen düşmanlığını siyaset malzemesi yapan herkes pimi çekilmiş bir el bombasını mahallenin ortasına bırakıyor. Bu işin şakasının kalmadığını anlamak için kaç kişinin daha ölmesi gerekecek?

Göçmenler, düzen siyaseti ve sol

Siyasette göçmenler üzerinden yürütülen tartışmanın netleşmiş iki güncel sonucu var.

Birincisi, ekonomik zorluklarla boğuşan emekçi halkın gelecek kaygısından beslenen göçmen düşmanlığı, esas olarak bu kaygıyı istismar eden milliyetçiliği güçlendirip sağ siyasetin alanını genişletiyor.

Bunun ağır sonuçları var.

Türkiye’de düzen siyasetinin insan hayatını hiç tereddüt etmeden gözden çıkarabildiğini biliyoruz. Patlayan bir bomba, sıkılan bir tek kurşun, galeyana getirilmiş kitlelerin linç girişimleri… Bu iş kötü boyutlara varabilir demeyeceğim, yeterince vardı bile. Son haber, ırkçı bir grubun Bağcılar’da bodrum katında yaşayan Suriyelilerin evini basması ve dışarıya çıkan 20 yaşındaki genci başından vurması oldu.

Göçmen düşmanlığını siyaset malzemesi yapan herkes pimi çekilmiş bir el bombasını mahallenin ortasına bırakıyor. Bu işin şakasının kalmadığını anlamak için kaç kişinin daha ölmesi gerekecek?

İkincisi... Göçmen düşmanlığı sanıldığının aksine AKP’nin elini güçlendiriyor. Erdoğan’ın seçim yaklaşırken Suriye’nin kuzeyine yolcu edeceği birkaç yüz bin göçmen, hem Türkiye’nin Suriye topraklarındaki varlığını meşrulaştırmış, hem de sorunun çözümünün iktidarın elinde olduğunu göstermiş olacak. Şimdi Erdoğan, Ümit Özdağ’ın kendisine attığı bu pası bir süre çevirip durur, seçim yaklaşınca da topu boş kaleye gönderir. CHP’li Bolu Belediye Başkanı’na da düşen Erdoğan’a yazacağı teşekkür mektubu olur.

Göçmen düşmanlığından AKP’ye muhalefet çıkmaz. Sırf bu nedenle bile Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi iktidar bloğunun parçasıdır.

Kısacası düzen cephesi göçmenlik meselesinde net. Göçmen düşmanlığı pompalanacak, patronlar bu düşmanlığı işyerlerindeki sömürü koşullarını ağırlaştırmak için değerlendirecek, göçmenler içeride siyasetin malzemesi, dışarıda uluslararası pazarlıkların konusu olmayı sürdürecek.

Peki ya solda durum nedir?

Oradaki netlik değil tuhaflık var. Göçmen meselesini salt “insan hakları” sorunu olarak ele alan ve bundan başkaca bir boyutu yokmuş gibi davranan yaklaşımdan söz ediyorum. Bu yaklaşım ne yazık ki göçmen olgusunun emek-sermaye çelişkisinin üstünü örten yönünü, yani düzen cephesinin en net olduğu yeri güçlendiriyor.

Örneğin, memleketi göçmenlerin istila ettiğini ileri süren ırkçı propaganda filmi “Sessiz İstila”ya karşı çekilen ve ülkenin emperyalist tekeller tarafından nasıl yağmalandığını anlatan “Gerçek İstila” filmi, yabancı sermayeyi hedefe koyduğu için bir çeşit yabancı düşmanlığı yaptığı ileri sürülerek eleştirilebiliyor. Tuhaflık dediğime bakmayın, aslında sağlam ideolojik referanslara sahip bir yaklaşım bu. İnsan hakları soslu liberal zehir diye adlandırmak mümkün.

Oysa göçmen olgusu toplumsal yaşamı ilgilendiren, işçi sınıfının örgütlenme dinamiklerini etkileyen, Türkiye gericiliği ile bağlantısı olan ve uluslararası boyutu bulunan çok katmanlı bir mesele.

Düzen siyaseti sorunun kaynağını görünmez kılıp, göçmenleri hedef tahtasına yerleştiriyor. Oysa sermaye sınıfı pompalanan göçmen düşmanlığından daha ağır sömürü koşulları için sonuna kadar yararlanıyor.

Tek başına “göçmen kardeşlerimiz” demek yetmiyor. Adını koymak zorundayız. Tıpkı işsizlik, yoksulluk, gericilik gibi Türkiye’nin bir “göçmenlik sorunu” vardır ve hem bu ülkenin emekçileri hem de göçmenlerin kendisi bu sorunun mağdurudur. Solun bu konudaki tek misyonu kimi örneklerde bir orta sınıf duyarlılığı biçiminde beliren “saf dayanışmacılık” olamaz. Dayanışma, göçmenlerin maruz kaldıkları ağır sömürüden Türkiyeli emekçilerle birlikte örgütlenmelerine, ülkede güven içinde yaşama haklarından aynı güvenle ülkelerine geri dönebilmelerine kadar sorunun tüm boyutlarının bir parçası olarak solun gündeminde olmak zorundadır.

TKP, geçtiğimiz hafta sonu meselenin bu boyutlarını ele alan bir “Göçmen konferansı” topladı. Tebliğler sunuldu, göçmenlerin birlikte örgütlenme olanaklarından geri dönüşe kadar sorunun tüm boyutları tartışıldı. Göçmenler konuştu, onlarla birlikte örgütlenme çalışması yürüten semt ve işçi evlerinin deneyimleri, Patronların Ensesindeyiz Ağı’nın mücadele pratikleri paylaşıldı. Bir eylem planının da gündeme geldiği konferansın sonuçları bu açıdan da önem taşıyor.