Şu anda dünyada ve Türkiye’de en yakıcı sorun kapitalist tekellerin dünyayı nasıl aralarında yeniden pay edeceklerine dayanan bir paylaşım savaşının kıyısında olmamızdır.

Deprem NATO için bir fırsat mı?

Üç kıtasal levhanın çarpışma şiddeti ile Türkiye’de birikmiş neo-liberal saldırının şiddeti üst üste binince Türkiye halkı ağır bir yıkım yaşadı, 11 kentin harabeye dönüşmesi, on binlerce yaşam kaybı, önemli bir üretim eksilmesi…

NATO ve daha genel deyişle ABD emperyalizmi depremi fırsat bilebilir mi?

Fırsattan ne kastediyoruz?

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu deprem nedeniyle gelen NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ile yapılan basın toplantısında şunu söylüyor:

“Ama neticede Türkiye olarak biz her zaman NATO’nun güçlenmesinden yanayız, NATO’ya en çok katkı sağlayan ülkelerden bir tanesi. Ve NATO’nun daha da güçlü hale gelmesi için de Türkiye olarak önemli bir müttefik olarak biz de gerekli NATO faaliyetlerine desteğimizi vermeye devam edeceğiz.”

Daha ne kadar fırsat olacak?

Ancak Türkiye sermayesi son yıllarda emperyalist sistemde bir boşluk yakalayınca gücü ölçüsünde yayılmacı bir politika izledi ve NATO’ya karşı pazarlıkçı bir tutum benimsedi.

Bu pazarlıkçılık kesinlikle ilkesel bir tutuma denk gelmiyordu.

Şimdi NATO fırsatçılığından bu pazarlıkçı tutumun Türkiye sermayesinin düştüğü zor durumda geri çekilmesinin ve Türkiye’nin NATO’nun kirli hesaplarına tam boy katılmasının sağlanmasını kastediyoruz.

Depremin hemen arkasından Pentagon sözcüsü Yunanistan açıklarındaki uçak gemilerinin yardım için İskenderun limanına gidebileceğini bildirdi. Bu gerçekleşmedi ama fırsatçılığın boyutlarını göstermiş oldu.

Sonra deprem vesilesi ile arka arkaya iki ziyaret gerçekleşti: İlki demin bahsettiğimiz NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ve sonra arkasından ABD Dışişleri Bakanı Blinken.

Blinken’ın göreve gelişinin üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen ilk kez Türkiye gelişi Türkiye sermayesinin pazarlıkçı mesafesine tavır olarak değerlendirildi. Önceki ABD dışişleri bakanlarının görevlerinin ilk aylarında bir Türkiye ziyareti yaptığı kaydediliyor.

Stoltenberg’in fırsat çerçevesi belki daha dardı ve Türkiye’nin İsveç’in NATO’ya katılması önündeki vetosunu kaldırtmaya çalıştı. Deprem bölgesine NATO hacimli bir yardım planladı, hatta İsveç’in Mart ayında Türkiye’ye bağış kampanyası için bir konferans düzenleyeceğini konuşmasının arasına sıkıştırdı.

Ve istediğini büyük ölçüde kopartmış olduğunu tahmin ediyoruz, çünkü Mart ayında kendi “himayelerinde” NATO-İsveç ve Türkiye arasında bir zirve yapılması karara bağlanmış.

Blinken ise NATO’nun da patronu olarak daha geniş bir fırsat yelpazesiyle geldiği anlaşılıyor. Çünkü İsveç’in NATO’ya katılımı belki önemsiz değil ama aslında tüm resmin içinde bir detay. Asıl sorun Türkiye’nin ABD emperyalizminin çıkarlarına tam boy teslim olarak davranmasının sağlanması.

Türkiye’den sonra Blinken Yunanistan’a gitti ve “Türkiye ile Yunanistan yakınlaşması yeni fırsatlar doğurabilir” dedi.

Aman dikkat, olayları birbirine karıştırmayalım. Yunanistan’dan deprem için gelen ekipler ve yardım tabi ki zaten var olan Yunanistan ve Türkiye halkları arasındaki dostluğu pekiştirdi. Ama Blinken başka bir “uyum fırsatı”ndan bahsediyor. Çünkü Yunanistan sermaye sınıfı içinde bulunduğumuz emperyalist paylaşım savaşında tam boy ABD işbirlikçisi olarak davranmayı tercih etti ve Yunanistan kocaman bir ABD üssü haline geldi. Uyum Türkiye sermayesinin de bunu tekrarlaması ve ilkesel olmayan direnç noktalarını geri çekmesinde yatıyor.

Ayrıca Blinken’ın ajandasında Çin’in kötülenmesi de vardı. Satır aralarında elinden geldiğince sadece Rusya’ya değil, Çin’e karşı da Türkiye’yi taraf olmaya itmeye çalıştı.

Çok ama çok tehlikeli bir döneme girmiş bulunuyoruz.

ABD ideolojik harbin parçası olarak Çin’i düşmanlaştırmak için meteoroloji balonlarına ateş ediyor, Çin etrafındaki kuşatmayı daraltıyor, Ukrayna halkının kanı üzerinden vekâlet savaşını hızlandırıyor, bütün müttefiklerini Çin’e karşı konumlandırmaya çalışıyor.

Ve Türkiye sermayesinin buna direnebileceği çapaları güçsüzleşmeye başladı.

Depremin ve belki bunu takip edecek depremlerin yaratacağı zaaf bir yandan.

Öte yandan Alman sermeyesinin Türkiye’ye benzer ikircikli tutumu ve ABD yanında bir savaşa girmeye isteksizliği aşılmış gözüküyor. Alman sermayesinin Türkiye ile olan ilişkisini düşününce bu gelişmenin önemli olduğuna işaret etmeliyiz.

Gözümüzle görmedik ve bir yerde yazılmadı ama şundan eminiz. ABD’li haydut çetesi Alman siyasilere “Bakın Çin ile savaşa gireceğiz ve şu şu teknik nedenlerle kazanacağız, yeni bir emperyalist düzen oluşacak, yanımızda olmazsanız, izole olur, kaybedersiniz” demişlerdir.

Yoksa Almanya gibi bir devlet kendi boru hattına ABD’nin sabotaj düzenlemesini niye dert etmesin, ayağa kalkmasın.

Sakın Türkiye’nin Pasifikteki bir savaşla alakası olmadığı düşünmeyin. Türkiye emekçi çocuklarını Kore’de ölüme göndermiş bir egemen sınıf tarafından yönetiliyor hala.

Ve şu anda dünyada ve Türkiye’de en yakıcı sorun kapitalist tekellerin dünyayı nasıl aralarında yeniden pay edeceklerine dayanan bir paylaşım savaşının kıyısında olmamızdır.

Bu akılsız ve insanlık dışı oyunu bozacak tek şey emekçi sınıfların örgütlülüğüdür.

Depremlerde ve savaşlarda çocuklarınızın ölmesini istemiyorsanız örgütlenin.