Bizse barışın ancak insanlığın tekrar adalet ve sömürüsüz bir dünya hayalinin cisme kavuşmasıyla geleceğini biliyoruz.
Uluslararası bir cinayet makinesi haline gelen İsrail’in ve yönlendiricisi mi yoksa hamisi mi olduğu toz dumanın arasında karışan ABD’nin son eylemleri bir kez daha dünyayı savaşın eşiğine taşıdı. Kemal Okuyan’ın dün yayınlanan yazısındaki önemli saptamalara kaçırdıysanız bakabilirsiniz.1
İsrail önce yoksul ve günümüzün yaygın namussuzluğuna uymayan Yemen halkının direncini cezalandırmak için 1800 km’den Hudeyde Limanı’nı vurdu. Sivil ölümlerin yanında yoksullukla mücadele eden Yemen halkına ağır bir ekonomik darbe indirdi.
İsrail tarafı hala kabul etmese de Lübnan sınırında futbol maçı yapan Dürzi gençlerin vurulup öldürülmesi planlı bir İsrail işiydi ve Lübnan halkının kendi içinde bölünmesini hedefliyordu.
İsrail ve Hizbullah henüz angajman kurallarını bozmamışlar ve düşük yoğunluklu bir çatışma sergiliyorlardı. İsrail bunu ihlal etti ve önemli bir Hizbullah komutanına Beyrut’da bir füzeyle suikast düzenleyerek topyekûn savaşın kapısını araladı. Hemen sonra Hamas lideri Haniye’yi Tahran’da suikastla öldürdü.
Artık her şey olabilir. Önümüzdeki hafta bütün dünya emekçi halkları kendilerini nereye yayılacağı belli olmayan akılsız bir yıkıcılığın içinde bulabilir.
Ama biz soğukkanlılığımızı koruyup, bir dünya meselesi olarak Filistin sorununu dönemlendirmeyi deneyelim. Böylece yaşananları daha kolay değerlendirebiliriz.
Uluslararası ilişkiler açısından önereceğimiz üç dönemin çok büyük bir olgusal zenginlik barındırdığını ve birçok önemli ara dönemi içerdiğini tahmin edersiniz. Ancak süreci “düşünülebilir” kılmak için bu genellemelere gereksinim var. Bu konuda bu köşede kısa bir süre önce yapılan bir değerlendirmeye de bakılabilir. 2
1-Emperyalist müdahaleye karşı sınıf tavrı (1945-1990)
Önce İngiliz sonra ABD emperyalizminin Ortadoğu’da halkları bölmek ve kontrol etmek için başlattığı İsrail’in kuruluşu başından itibaren bir işgal projesiydi. Sovyetler Birliği dönemin özgünlüklerine bağlı olarak kısa bir bocalamadan sonra Filistin halkının yanında yer aldı. Daha adaletli ve sömürüsüz bir dünyanın kurulabileceği tezi Filistin mücadelesine hâkim oldu, hemen bütün Filistin direnişini temsil eden örgütler sol kanattaydı, İslamcılığın bir mezhebine dayalı direnişten pek bahsedilmiyordu.
Mısır Arap Cumhuriyeti’nin İsrail’i tanımasıyla sonuçlanan 1978 Camp David Anlaşması bu dönemin bir karşı-devrim furyasıyla sonlanmasının nedenlerinden biri miydi yoksa sonucu muydu, ayrı bir tartışma konusu. Ancak Sovyetler Birliği ve sosyalist dünyadaki karşı-devrim dalgası sınıf tavrına dayalı dönemin sonu oldu.
2-Dünya yeniden yapılandırılırken Filistin’de emperyalist barış (1993-2020)
Bu köşede çok işlediğimiz bir konu emperyalist hegemonyanın sadece savaşlarla değil barış anlaşmaları ile de sağlandığıydı. Sovyetler Birliği ortadan kalkınca ABD’nin kendi hegemonyasını dayatan Oslo Anlaşmalarına hem siyasi hem ideolojik zemin sağlanmıştı. Nasılsa daha adaletli ve sömürüsüz bir dünyanın imkânsız olduğu ve iyi kötü herkesin kapitalizme razı olması gerektiğine ilişkin öğütücü ideoloji 1993 ve 1995 Oslo Anlaşmalarının ruhunu oluşturdu.
Anlaşmalara Oslo adının verilmesi Norveç burjuvazinin bugün olduğu gibi emperyalizmin ikincil pis işlerinin taşeronluğunu yapmasıyla ilgiliydi. Filistin ve İsrail arasında görüşmeler Oslo’da pişirilmişti.
Anlaşma Washington’da 13 Eylül 1993’te imzalandı. İsrail’den Şimon Perez, Filistin Kurtuluş Örgütü’nden halen başta olan Mahmut Abbas katıldı. Ama törene katılan ilginç bir ismi hatırlamalıyız: Rusya’daki karşı devrimcilerin ilk Dışişleri Bakanı Andirey Koziref. Henüz Putin’in liderlik ettiği Rus burjuvazisinin ABD kuyrukçuluğuna dayanmayan politik hattı ortaya çıkmamıştı.
Çok kısaca Oslo Anlaşmaları şunu getirdi: İsrail işgal ettikleri toprakların önemli bir kısmını koruyacak, Filistin Kurtuluş Örgütü İsrail’i tanıyacak, Filistinlilere yaşadıkları küçük bir alanda kısmi otonomi sağlanacak, kendi polis teşkilatını vb. oluşturabilecekler. Daha sonraki yıllarda İki devletli bir çözüm için görüşecekler.
Bu tam anlamıyla bir teslim projesiydi ve gerçekten sonuç İsrail’in daha fazla bölgeyi işgal etmesiyle, yaşamı Filistinliler için Gazze’de bombaların altında ve Batı Şeria’da örülmüş duvarların arasında yaşanmaz hale getirmesiyle sonuçlandı. Filistin halkı intifadalarla ayaklandı birçok kez, İslamcı örgütler direnişin bayrağını ele geçirdiler bu boşlukta. Filistin Yönetimi’nin bulunduğu bölge mağaza ve lokantaları ile emperyalist devletlerden gelen paraya yaslanarak kapitalizmin sahte tatlılıklarını dışa vuran bir görünüm kazandı.
2020’de ise Trump’ın döneminde belki Batı emperyalizminin Filistin’de son barış anlaşması olan İbrahim Anlaşmaları kabul oldu ve Körfez ülkeleri İsrail’i tanıdılar.
3-Emperyalist paylaşım savaşının fay hattı Filistin’den geçiyor (2021-…)
Çin’in uluslararası olaylara doğrudan kendi hegemonyasını oluşturacak şekilde müdahale ettiği pek görülmemişti. Ortadoğu’ya da sermaye ihracatı ve ticaret yoluyla nüfuz ediyordu. Hatta İsrail’deki Çin yatırımlarının ABD’yi endişelendirdiğini daha önce yazmıştık. 3
Ancak son üç yılda Çin tahminlerin ötesinde bir atak yaptı. Önce İran ve Suudi Arabistan arasında hiç bitmeyecek gibi gözüken husumeti büyük ölçüde çözdü, ikisi birden 2024’te BRICS üyesi oldular. İran 2023’te Şangay İşbirliği Örgütü’ne dâhil oldu ve bir yerde Çin’in güvenlik alanına katıldı.
Son olarak da geçtiğimiz Temmuz ayında, içlerinde Hamas ve El Fetih de olmak üzere on dört Filistin örgütünü Çin’de bir araya getirerek aralarında bir uzlaşmaya varmalarında büyük bir rol oynadı. Aşağıdaki fotoğraf Çin Dışişleri Bakanı’nın etrafında 14 örgütün bir araya geldiği toplantıda çekilmiş.
Çok kısaca, aralarında büyük sorunlar olan Hamas ve El Fetih başta olmak üzere bir araya gelecekler ve hem Gazze hem Batı Şeria’da ortak bir yönetim oluşturacaklar. Gazze’de hemen barışın sağlanmasından sonra Kudüs’ün Filistin başkenti olacağı iki devletli çözüm için uluslararası düzeyde adım atılacak.
Şimdi ABD desteği ve yönlendirmesinde İsrail’in kudurganlığı daha iyi anlaşılıyor.
Bu arada Rus bürokrasisinde önemli bir yeri olan Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev Hamas liderine yapılan suikasttan sonra önemli bir açıklama yaptı. Rus devlet geleneğinde kendi keyfine göre açıklama yapma pek görülmediğine göre ona söyletmiş olabilirler. Medvedev “Ortadoğu’da barışı tesis etmenin yolunun topyekûn savaştan geçtiğini herkes biliyor” dedi.
Bu gelinen durumu özetliyor.
Bizse barışın ancak insanlığın tekrar adalet ve sömürüsüz bir dünya hayalinin cisme kavuşmasıyla geleceğini biliyoruz.
- 1. https://haber.sol.org.tr/yazar/gercek-bu-savas-kapiyi-caliyor-394447
- 2. https://haber.sol.org.tr/yazar/dunya-savasi-agizlara-dusmusken-israil-l…
- 3. https://haber.sol.org.tr/yazarlar/erhan-nalcaci/cin-israil-iliskileri-a…