Türkiye sermayesi kendini yatağına girmeye zorunlu hissettiği Batı emperyalizmi nedeniyle büyük ve tarihsel bir meşruiyet krizi ile yüz yüze bulunuyor.

1 Mayıs ve düzenin meşruiyet krizi

Bütün okuyucuların 1 Mayıs işçi sınıfının uluslararası birlik ve mücadele günü kutlu olsun.

Böyle bir günde ele alınan konu ilgisiz ve yersiz gelebilir, ama ilgiyi en sonunda kuracağız. Unutmayalım işçi sınıfının tarihsel görevi, ne kadar önemli olursa olsun sömürü oranını azaltmaya dönük bir mücadele ile sınırlandırılamaz, sermayeden ve sömürüden tamamen kurtulmakla ilişkilidir.

Bu köşede geçen aylarda Afrika’nın batı ve doğu yakasında petrol ve doğal gaz yatakları ile öne çıkan iki ülkeden bahsetmiştik: Nijerya ve Mozambik.

Her iki ülke halkı da bir süre önce başlayan ve IŞİD’e biat eden cihatçı örgütlerin kör terörü altında eziyet çekiyor. Bu yazılarda bu iki ülkede de Çin’in stratejik yatırımları olduğunu ve ABD’nin klasik sermaye yöntemleri ile rekabet edemediğini belirtmiş, doğrudan kanıt olmamakla beraber buradaki cihatçı örgütlerin ABD tarafından yönlendirilebileceğini iddia etmiştik.

Geçenlerde resmi daha bütün olarak görmemizi sağlayan bir veri ortaya çıktı.

ABD radikal İslamcı örgütleri Afganistan savaşından beri 40 yıldır kullandığı için bu yönlendirmeye doğrudan kanıt aramaya belki gerek yoktu. Yine de IŞİD’in kökeni ABD’nin Irak’ı işgaline karşı direnişe dayandığı için bazı kavrama zorlukları bulunuyordu. Hatırlarsanız 2003-2009 döneminde Saddam yanlısı Sünni örgütler ABD askerlerine yaptıkları saldırılarla önemli bir zayiata neden olmuşlardı. O zaman örgütün ismi Irak İslam Devleti’ydi.

Basına yansıyan veri şöyle:

IŞİD’in şu anki lideri Sait Abdurrahman Mevla 2008’de tutuklanır ve Irak’ın güneyindeki İngiltere yönetimindeki bir hapishanede ABD’liler tarafından sorgulanır. Sorguda o kadar çok bilgi verir ki adı “Kanarya Halife”ye çıkar. Daha önce Irak ordusunda askerlik yapan Mevla, muhbir olduğu için 2009 yılında serbest bırakılır.

Sonra olayları yaşarken anlamlandırmakta zorluk çektiğimiz şekilde ABD’nin IŞİD liderlerini öldürdüğü ve Mevla’nın önünü açtığı anlaşılıyor. Mevla bu şekilde el Haşimi el Kureyşi takma adıyla hiyerarşinin tepesine ulaşır.

Özellikle Mozambik’teki ve Afrika’daki diğer saldırılardan Mevla’nın sorumlu olduğu söyleniyor.

Muhakkak burada bilmediğimiz daha çok şey var, zamanla bütün resmi ve ABD’nin hangi mekanizmalarla IŞİD’i bir araç kullandığını daha iyi anlayacağız.

Hemen elimizin altındaki verileri şöyle bir sıralayalım:

2015’te Wikileaks sızıntı belgeleri ABD’nin IŞİD’i Körfezdeki müttefiklerinin finanse ettiğini çok iyi bildiği ve izlediğini ortaya koydu.

2017’de Rakka kuşatıldığında IŞİD’lilerin bütün cephanesiyle birlikte güvenli bir bölgeye geçişine izin verildiğine ilişkin kuvvetli kanıtlar sunuluyor.

Rusya ve İran, ABD tarafından IŞİD’in Afganistan’a taşındığına ilişkin veriler sundu. Bunlardan önemli olan bir tanesi, IŞİD’in bulunduğu bölgeye üzerinde işaret bulunmayan helikopterlerle cephane ve yardım malzemesi taşınmasıydı. ABD Afganistan’da karaya hâkim olamadı ama hava sahasından haberleri olmadan bir kuşun bile uçması mümkün değildi.

IŞİD’in Orta Asya’daki faaliyeti önemliydi ABD için, çünkü başlıca hegemonya mücadelesinin aracı olan Yeni İpek Yolu bu bölgeden geçiyor. Dolayısıyla Pakistan, Afganistan, Kırgızistan ve Çin’in Şincan özerk bölgesinin ABD yönlendirmesi ile IŞİD’in faaliyet alanı olarak seçildiği anlaşılıyor.

Şimdi gelelim 1 Mayıs bağlantısına.

Olaylar bir bütün. Olaylar hızla akıyor ve muğlaklaşıyor. Ama bir kez hatırlayalım:

2015’teki Suruç katliamı, Ankara Gar önü katliamı, 2017’deki Reina katliamı IŞİD tarafından gerçekleştirildi. Bütün verilerin bir araya getirilmesi, bu cinayetlerin ABD’nin bilgisi ve yönlendirilmesi ile işlendiğini düşündürtüyor. 

Bu saldırılar Türkiye sermayesi kendi çıkarları doğrultusunda yurtdışı siyasetini belirlerken ABD ve NATO müttefikliğini bir ölçüde zayıflatmasına karşı verilen ihtarlardı muhtemelen.

Şimdi de AKP bilmiyor mu neyin kimin tarafından yönlendirildiğini, Biden dönemi başlar başlamaz Türkiye içinde IŞİD operasyonları hızlandı. 

ABD ile pazarlık böyle gidiyor çünkü. Ermeni meselesi, muhtemel IŞİD saldırıları, bunlar da var masada. 

Ve Montrö anlaşmasının delinmesi ve Rusya’nın Karadeniz’den kuşatılması...

Şimdi konuyu bağlayabiliriz. Bu kadar sapık ve çürümüş bir emperyalist güce karşı Türkiye sermayesi, her şeye rağmen bağımlılık gösteriyor.

Finansal bağlantılar, kredilendirme kuruluşları, Türkiye yatırımları, ticari ilişkiler, İsviçre bankalarında paralar…

Türkiye sermaye sınıfı ABD ve NATO ile davranmaya her durumda teşne. Sadece bir pazarlık sorunu var pürüz olarak, bir ilke yok ortada.

Sakın okuyucu, şu güçle değil, diğer güçle Türkiye müttefik olsun diye tavsiyede bulunduğumuzu sanmasın. Burada sermayeye hiçbir tavsiyede bulunmuyoruz.

Ama Türkiye sermayesi kendini yatağına girmeye zorunlu hissettiği Batı emperyalizmi nedeniyle büyük ve tarihsel bir meşruiyet krizi ile yüz yüze bulunuyor.

1 Mayıs’ta sokakları filan kapamış olabilirler, ancak işçi sınıfı için bundan iyi hediye olur mu? 

Bu meşruiyet krizi Türkiye işçi sınıfının tarihsel rolünü oynaması için büyük bir olanak sunuyor.