'Onurlu İnsanların Ülkesi'

“Geçmişe ve geleceğe baktığımızda, Burkina Faso halkı devrim sayesinde daha mutlu ise, devrimimizin bir değer taşıdığını söyleyebiliriz. Devrim sayesinde temiz içme suyuna ve bol yiyeceğe sahipseler, devrim sayesinde sağlıkları iyi durumda ise, devrim sayesinde eğitim alabiliyorlarsa, devrim sayesinde insana yakışır bir konuta sahipseler, devrim sayesinde daha iyi giyinme olanakları varsa, boş zamanları varsa, devrim sayesinde daha özgür ve onurluysalar devrimimizin bir değeri olur.  Çünkü devrim mutluluk demektir…” (Thomas Sankara)

 

Afrika ve Asya’nın ezilen ulusları, ancak büyük ayaklanmalar, savaşlar ya da doğal afetlerle dünya medyasında görünür hale gelebiliyorlar. Bir Batı Afrika ülkesi olan Burkina Faso da bunlardan birisi. 4 Ağustos 1983’de, Marksist lider Thomas Sankara ve arkadaşlarının öncülük ettiği isyancıların, ülkedeki diğer muhalif gruplarla birlikte ülke başkentini ele geçirmelerinin ve Yukarı Volta’nın adını Burkina Faso yani “Onurlu İnsanların Ülkesi” olarak değiştirmelerinin üzerinden 31 yıl geçti.  

Bugünlerde “Onurlu İnsanların Ülkesi”nde bir halk ayaklanması yaşanıyor. Devrimden sadece dört yıl sonra, Fransız ve ABD emperyalizminin Thomas Sankara’ ya karşı planladığı suikastı hayata geçiren ve ülkeyi yeniden emperyalist tekellere teslim eden diktatör Blaise Compaore’ nin 27 yıllık diktatörlüğü sona erdi. Diktatör, Fildişi Sahili’ne sığınmak zorunda kaldı. Burkina Faso ordusu yükselen isyan dalgasının kurulu düzene zarar verecek boyuta taşınmaması için çaba gösteriyor. Sankara’ nın “Che” bereli resimleriyle sokakları dolduran halk, askerin yer yer silahlı müdahalesine karşı evlerine dönmemekte ve demokrasi için savaş vermekte kararlı.

4 Ağustos 1983’de, Ulusal Devrim Konseyi’nin başkanı olarak ülkeyi yönetmeye başlayan Sankara, Fransız yerleşimcilerin çocuklarıyla birlikte okuduğu okulda ülkesindeki adaletsizliği keşfeden, askeri okulda Afrika Bağımsızlık Partisi üyesi Marksist bir öğretmenin etkisiyle politikaya ilgi duymaya başlayan, Madagaskar’daki askeri akademide sosyoloji, siyaset bilimi, ekonomi ve benzeri dersler alan bir asker. 1986’da Jeune Afrique dergisinden Elisabeth Niccolini’nin sorularını yanıtlayan Sankara’nın, Kapital’in yalnızca bir bölümünü ama Lenin’in tüm eserlerini okuduğunu, bir adada yalnız kalmak zorunda olursa, yanına “Devlet ve Devrim”i alacağını söylediğini görürüz. Ona göre, Lenin’in bu yapıtı “devrimci bir çözüm gerektiren sorunlara yanıt olma” özelliği taşımaktadır.

Devrimden bir buçuk yıl sonra BM’de yaptığı konuşmada ise, “Büyük Ekim Devrimi” nin dünyayı dönüştürdüğünü, proletaryayı zafere ulaştırdığını, kapitalizmin köklerini sarstığını ve Paris Komünü’nün adalet ideallerinin gerçekleşmesini olanaklı kıldığını belirtir. Bununla da yetinmez ve tüm dünya devrimlerinin ve Üçüncü Dünya ülkelerinin tüm özgürlük mücadelelerinin mirasçısı olmak istediklerini, Burkina Faso’da ve bölgede Bağlantısız Ülkeler olarak Yeni Dünya Düzeni’ne karşı mücadele verdiklerini dillendirir. Bu bağlamda Fidel Castro’nun 1979’da 6.  Bağlantısız Ülkeler Zirvesi’nde yaptığı konuşmaya da değinerek “Ya vatan ya ölüm! Kazanacağız!” diye bitirir konuşmasını.

Adis Ababa’da toplanan Afrika Birliği Örgütü’ndeki konuşmasının odak noktası, Üçüncü Dünya ülkelerinin sırtındaki en büyük yük olan dış borç sorunudur. Sankara’ya göre, dış borçların nedeni, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kurumlarının “teknik suikastçilerinin cazip önerileri” dir ama sonuçta,  Afrika’nın gelişmesi ve kalkınması engellenmekte ve kıta ülkeleri bir bakıma bilinçli olarak yeniden fethedilmektedir. Sankara,  borçları ödememe çağrısında bulunur.   “Toplu olarak direnmeli ve borcun geri ödenmesini kategorik olarak reddetmeliyiz. Bunu yapmaz ve tek başımıza, bir ya da iki ülke, bu direnişe başlarsak, bizi bekleyen şey ölümdür. Borç sorunu, aynen barış gibi… var olma sorunumuzdur. Borçlarımızı ödemezsek kredi aldığımız kurumlar ölmezler ama…  ödersek biz ölürüz” der.

Thomas Sankara 1949’da doğduğunda,  Yukarı Volta, çoğu Afrika ülkesi gibi, bir Fransız sömürgesidir. Ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını tepe tepe kullanan Fransız hükümeti, bölgede yükselen kurtuluş savaşlarıyla zor duruma düşünce 1960 yılında ülkeye bağımsızlık tanımış ama Yukarı Volta’yı işbirlikçi, parazit burjuvazi ile birlikte sömürmeye devam etmiştir. Yolsuzluğun, kamu mallarını talanın zirveye çıktığı yıllardan 1981’e gelindiğinde, %98’ı kırsalda yaşayan nüfusun %92’si okuma yazma bilmemekte, bebek ölüm oranı ise dünyada en yüksek seviye olan binde 200’leri bulmaktadır. Yıllık ortalama gelirin 150$ olduğu Yukarı Volta’da elli bin kişiye bir doktor düşmektedir. Kırsal alanda angarya ve sömürge yıllarından kalma kafa vergisi sürmekte, açlık ve sellerin yaşamın parçası haline geldiği ülkede, ortaçağdan kalma kadın sünnetine, zorunlu evliliğe ve başlık parasına mahkûm edilen kadınlar su bulabilmek için her gün en az on mil yol yürümektedirler. 1983’de iktidarı ele geçiren devrim lideri Sankara, öncelikle, ülke koşullarına bağlı olarak devrimi tanımlar. Tarihsel misyonunun henüz bilincinde olmayan, devrimci mücadele geleneği olmayan, örgütsüz bir işçi sınıfının yaşadığı Burkina Faso, sömürgecilikten yeni sömürgeciliğe geçmiş, feodal, geri bir tarım ülkesidir. Bu durumda, devrim halkçı ve demokratik bir karakterde olmak zorundadır. Demokratik görev, emperyalist hegemonyaya son vermek, geri kalmışlığı besleyen tüm ekonomik, toplumsal ve kültürel engelleri temizlemek, halkçı görev ise, karşı devrimci ve işbirlikçi sınıflara karşı,  kitlelerin fiilen devrime katılmalarını ve demokratik devrimci sloganlar etrafında birleşmelerini sağlamaktır. Sankara’ya göre, Ağustos devrimi, eski köhne devlet makinesini, iktidarın halk tarafından demokratik bir biçimde kullanımını gerçekleştirecek şekilde dönüştürmek zorundadır. Demokrasi bir seçim sistemi ve oy sandığı demek değildir, tersine iktidarın tüm şekilleriyle yani ekonomik, siyasal, toplumsal, askeri ve kültürel şekilleriyle halkın elinde olmasıdır. Ve devrimin gereksinimi, teslim alınmış bir halk değil, aksine kararlı, kendi kaderini tayin edebilen ve kendisi için karar alabilen bir halktır.

“Devrimi Savunma Komiteleri” şemsiyesi altında halkı örgütlemeye çalışır devrim. Ülke çapında Kübalı gönüllülerin de katıldığı aşı kampanyaları açılır. Planlı bir ekonomiyle yönetilmeye başlanan ülkede, sulamaya, savunmaya, okul ve yol yapımına ve cehaletle savaşmaya yönelik emek yoğun projeler hayata geçirilir. Gençlik, kadın ve yaşlıların örgütlenmesinin yolu açılır. Köylülerin temel gıda ürünlerinin fiyatları yükseltilir, yeniden ağaçlandırma projeleri başlatılır. Kafa vergisi ve angarya yasaklanır. Yeraltı zenginlikleri ve topraklar kamulaştırılır ve topraksız köylüye dağıtılır. Ülke tarihinde ilk kez milyonlarca Burkina Faso vatandaşı parasız sağlık hizmetine kavuşur. Devrimden sadece bir buçuk yıl sonra bebek ölüm hızı binde 145 seviyesine gelerek ciddi bir düşüş gösterir. 1987’de ülkede çok yaygın olan “nehir körlüğü” denetim altına alınır. Nehirlerden beslenen sineklerin taşıdığı kurtçuklardan kaynaklanan “nehir körlüğü” nün önlenmesi bir tarım ülkesi olan Burkina Faso için çok önemli bir kazanımdır. Çünkü bu hastalık nedeniyle ortaçağdan beri köylüler verimli tarım alanlarını terk etmektedirler. Hazineyi doldurmak ve halkın yararına halkla birlikte ülkeyi dönüştürmek için öncelikle üst düzey kamu görevlilerinin ücretleri düşürülür. Ülkelerinde “yabancı ülke tazminatı, “sıcak hava” tazminatı gibi ek gelirlerle maaşları astronomik rakamlara ulaşan bu devlet memurlarının gelirleri azaltılır. Hükümet görevlileri ödeneklerinden vazgeçerler ve alçak gönüllü bir yaşam sürmeye başlarlar. Bakanla öğretmen maaşı, devlet başkanıyla albay maaşı eşitlenir. Sadece bu ve benzeri birkaç önlemle bile bazı yatırımlar için kaynak sağlanır. Devrim zorunlu askerlik hizmeti getirir. Askerlik hizmeti, öğretmen ya da sağlık çalışanı olarak kırsal alanda çalışma zorunluluğunu kapsamaktadır. Sankara’ya göre, ordu (ya da milislerin) halkla bütünleşmesi ya da bir halk ordusu hayata geçirilebilecektir böylelikle.

Burkina Faso devrimci yönetimi IMF’den borç almaktan vazgeçer çünkü dayatılan koşullar bağımsızlıkla bağdaşmamaktadır. Özetle, 1983’den Sankara’ nın öldürüldüğü 1987’ye kadar geçen dört yıl içinde, ülkede uygulanan, gıda, sağlık ve eğitimde kendi gücüne, ulusal kalkınmaya dayalı üretim modeli sayesinde ciddi ilerlemeler sağlanır.

Devrim başarılıdır çünkü halka mutluluk getirmeye başlamıştır!

Dış politikada alanında enternasyonal bir bakış benimsenir. Nikaragualı devrimcileri savunan, ırkçı Güney Afrika rejimiyle bağlarını kesen, Batı Sahra’daki Polisaryo gerillalarını destekleyen, 1984’de onu José Marti nişanı ile ödüllendiren Küba’nın ve FKÖ’nün dostu olan Sankara, emperyalist hükümetlere ve bankalara karşı Üçüncü Dünyanın dış borcu reddetmesi için birleşik bir hareketin öncülüğünü yapmaya çalışır.

Marksist olduğunu, Lenin ve Marks sevgisini göğsünü gere gere uluslararası platformlarda da dillendirmekten çekinmeyen, uluslararası tekellerin ve emperyalist devletlerin çıkarlarına karşı halkın çıkarlarını öne çıkaran devrimci bir başkan ve onun önderliğinde kurulan bağımsız ve demokratik bir halk iktidarı… Burkina Faso halkı için özgürlük anlamına gelen bu koşullar, Fransız, ABD emperyalistlerinin ve onlarla iş tutan bazı askerler ve işbirlikçi burjuvazinin çıkarlarına çomak sokulması anlamına gelmektedir. Bölgede bir kez daha ulusal, demokratik bir halk hareketinin, devrimci bir ateşin yükseltilmesine ve buna öncülük edecek yeni bir Lumumba’ ya tahammülleri yoktur.  Her zaman olduğu gibi, devrimi ezmek için “devrimin başı”nı ezme yöntemine başvururlar 1987’de.  15 Ekim 1987’de, Sankara, 12 yardımcısıyla birlikte, çalışma ofisinde katledilir.

O günden bu yana,  27 yıl boyunca Blaise Compaore’nin dikta rejimiyle yönetilen Burkina Faso, IMF, DB gibi emperyalizmin belli başlı finans kuruluşlarının acı reçetelerinin dayatıldığı, uluslararası tekellerin at oynattığı bir ülkeye dönüşür. Tüm kamu hizmetleri özelleştirilir. “Yerelleşme” politikaları hayata geçirilir ve DB tarafından devlet madencilik şirketi dağıtılır. Ekonomik sektör pamuk üretiminden altıncılığa kaydırılır. Köylülerin toprakları “yerli” iş adamlarının eline geçer. “Yerelleşme” sonucunda “yerel” memurlar, köylülerin topraklarına el koyarlar, yeni yerleşimler için yeni vergiler getirirler. ABD ve DB kaynaklı kuruluşlar tarafından, Burkina Faso topraklarında yapılan yerel sanayinin ve yerli üreticilerin uluslararası tekellerin emrine verilmeleri ve onlar için çalışmaları amacıyla projeler üretilir. Sonuçta, büyük tarım alanları tekellerin yatırımlarına açılır. Bugün iki yüzü aşkın İngiliz, Kanada altın şirketi ülkede cirit atmaktadır. Özetle, emperyalist ülke ve kurumlarla el ele verip devrimi boğan işbirlikçi diktatör ve işbirlikçi burjuvazi,  Burkina Faso’yu yeni liberal politikalarla yönetmeye çalışmaktadır.

Ne var ki, gün geliyor ve halkların baskı ve sömürüye karşı biriken isyanı karşısında egemen sınıfların zor örgütlerinin bile durması mümkün olamıyor. Burkinalı emekçiler ayakta.

Gelecek günlerin ne getirip götüreceği ya da güç dengeleri konusunda kesin bir şey söylemek elbette kolay değil ama yeniden zincirlenen ve yeni liberal politikalarla iliklerine dek soyulan, ülkeleri talan edilen Asya ve Afrika halklarının, 1950li yılların demokrasi ve bağımsızlık rüzgârlarını güçlü bir şekilde anımsadıkları ve özledikleri rahatlıkla söylenebilir.

Bu bağlamda, Burkina Faso örneği, emekçilerin mutluluğu ve refahını hedefleyen sömürüye karşı, antiemperyalist, demokratik devrim programlarının günümüzde de geçerliliğini koruduğunu göstermesi bakımından da önem taşımakta.

Son sözümüz de Kaç-Ak Saraylarla itibar arayışı içinde olanlara.

“Onur” ya da “itibar”, emperyalist ülkelere karşı ezilen halkların başkaldırısı ve mücadelesiyle kazanılıyor, Saraylarla değil.