''Umutsuzluk çağrıştıran bu koşullar kendi içlerinde gelecek güzel günlere ulaşmanın çözümünü taşıyorlar.''

Barış için...

                                       "Mektuplar alırım
                                        Allı-karalı
                                        Üstünde Görülmüştür
                                        Yiyecek alınmaz damgaları
                                        ...
                                        Okurum, içim daralır
                                        Bakamam göğe, utanırım
                                        Alır mektuplarımı
                                        Havalandırmaya çıkarım

                                        Dışarda deli bir lodos
                                        Esrik bir sonbahar
                                        Aylardan Aralık
                                        Adrasan üstünde eflatun bulutlar
                                        Tahtalı'da kar vardır
                                         Yasemin kokar ortalık

                                        Dostlar ki gurbette
                                        Dostlar ki hapistedir
                                        Mektuplarıyla yetinirim artık"1
                    
ÇHD yöneticileri, Gezi davası sanıkları, Merdan Yanardağ, ülkenin dört bir yanından muhalif gazeteci, Demirtaş ve çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu siyasetçiler gibi Barış da artık içerde. Bir kez daha, beşinci kez parmaklıklar arkasına geçti. 

AKP iktidarında cezaevleri dolup boşalıyor. Kadın katilleri, çocuk tecavüzcüleri, mafya şefleri ve artıkları, Cumhuriyet düşmanları gönderildikleri bu mahallerden bir yasayla ya da bir torba yasanın ek maddesiyle salıveriliyorlar; onların yerini yurtsever gazeteciler, aydınlar, muhalif siyasiler alıyor. 

Haberi okuduğumda, Aziz Nesin'in Romanya'da yayımlanan 'Presa Noastra' dergisinin uluslararası soruşturmasındaki bazı aktarımları geldi aklıma. "Gazetecilik mesleğinin erdemleri nelerdir?" sorusunu şöyle yanıtlar Nesin. 

Bir gazetecide bulunması gereken üç erdem yani gerçeğe saygılı olmak, doğruluk duygusu ve halktan yana olmak - zaman ve yere göre - değişkenlik gösterirler. Bunun nedeni, insanların "gerçek, "doğru", "halk" kavramlarına farklı anlamlar yüklemeleridir. Çağımızda insanların kavramlar üzerinde anlaşabilmeleri, ancak aynı sınıfın insanları olmalarıyla gerçekleşebilir. Örneğin bir Amerikan emperyalistiyle onun Türkiye'deki aracısı olan Türk kompradoru "Gerçeğe saygı" deyince aynı şeyi anlarlar. Onlar için doğruluk, sınıflarının egemenliğinin sürmesi için kendi koydukları hukuk kurallarına ve sosyal kurallara bağlı kalmaktır. Derginin sorusunu "1970 yılında Türkiye'de gazetecilik mesleğinin erdemleri nelerdir?" olarak değiştiren Nesin, Türkiye'de bütün basının büyük sermayenin malı olduğunu ve iki kaynaktan - devletten ve özel sermayenin reklamcılık işletmelerinden gelen - ilan geliriyle beslendiklerini söyler. Bu durumda bir gazetecinin "gerçeğe saygılı olması","doğruluktan yana olması", "halktan yana olması" olanağı yoktur.  "Gerçek" egemen olan sermayenin gerçeğidir, doğruluk onun doğruluğudur, halk da salt onun tüketicisi olan ve hep tüketicisi kalması istenilen halktır. 

Bu çarkın dışına çıkabilen yok mudur?

Aziz Nesin, bu koşullara rağmen, sayıları az da olsa, halktan yana, doğruluk duygusu taşıyan ve gerçeğe saygılı gazetecilerin varlığına işaret eder. Bu insanlar "az yerde görülen yüreklilikle büyük tehlikeleri göze alarak halkımız açısından erdemli olabilmişler ve olabilmektedirler". Emekçi sınıfın aydınları olan Türk gazetecileri, büyük sermayenin baskısından kurtulmak için, (o tarihte) kendilerinin bir çok zorluklarla çıkardıkları çok az tirajlı dergilerde, gerçeğe saygılı olmakta, doğruluk duygusu taşımakta ve halktan yana yayın yapmaktadırlar".2

Bu ülkenin emekçi sınıfına gönül vermiş, onlardan yana tavır koymuş aydınları, gazetecileri için 1970'lerde ifade edilen bu gerçeklerin 50 yıl sonra halen geçerli olması, demokratik hak ve özgürlükler konusunda bir arpa boyu ilerlemek şöyle dursun ne denli geriye gittiğimizi göstermektedir. Barış, denetimli serbestlik talebinin reddedilmesi üzerine teslim olmak üzere gittiği Silivri cezaevi kapısında, sorunun kendisinin içeri alınmasından ibaret olmadığını, halkın haber alma özgürlüğünün, bilgi alma özgürlüğünün gasp edilmek istendiğini belirtirken hem bu vargıyı doğruluyor hem de muhalif aydın kesim üzerindeki baskıların devam edeceğine işaret ediyor. 

Gerçekten de siyasal iktidar elindeki tüm olanaklarla hedeflediği düzeni yerleştirinceye dek zor seçeneğini sürdürmeye ve tepki gösterenleri de saf dışı etmeye kararlı görünüyor. Sürekli olarak kullanageldiği, toplumun tüm hücrelerine zerk etmeye çalıştığı kader, fıtrat ve benzeri dinsel kavramların ve bunların yanı sıra şoven milliyetçiliğin en büyük yardımcısı olduğunu eklemeye bilmem gerek var mı?

Umutsuzluk çağrıştıran bu koşullar kendi içlerinde gelecek güzel günlere ulaşmanın çözümünü taşıyorlar. Halkın yarısının kendisine dayatılan bu ortaçağ dünyasını reddetmesi ve bu karşı koyuş içinde sosyalist partilere verilen bir milyonu aşkın oy güçlü bir direnişin göstergesidir. Bir örnek, okulları tümden cami/medreseye dönüştürecek olan, Anayasa ve yasalara aykırı CEDES projesine karşı çıkan 100 kurumun "laik yaşam, laik eğitim, eşit yurttaşlık" sloganıyla 16 Eylül'de İzmir'de yapacakları mitingdir. Yapılan açıklamada CEDES iptal edilinceye dek illerde laiklik buluşmalarının düzenleneceği de belirtilmiştir. Bir diğer örnek, Ankara Beşevler'de Hacettepe Konservatuvarı ve Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesinin yıkılmasıyla açılan alana ABB meclisi kararıyla bir "ibadet alanı" yapımına karşı, başta Ankara Mimarlar Odası olmak üzere mahalleliler ve derneklerce başlatılan imza kampanyasıdır. İşçiler hakları için direnmekte, ülkenin bir çok yerinde maden tekellerine ve onların yerli ortaklarına karşı, canını dişine takan halk, ağaçlarını, derelerini, topraklarını savunmaktadır.  

Bu bir kaç örnek bile örgütlenmenin, direniş ve mücadelenin ilk koşulu olduğuna işaret ediyor. İnsanın örgütlenmesinin bir fantezi değil büyük bir gereksinmenin sonucu olduğunu, insanın tek başına kendini koruyamayacağını ve savunamayacağını söylüyor büyük gülmece ustamız. Çağdaş insanın örgütlü insan olduğunu, bir örgütün üyesi olmayan insana çağdaş insan denemeyeceğini, örgütlenme gereğinin çok derinden duyulduğu dönemlerde insanların birden fazla örgüte üye olduklarını da ifade ediyor. 

Toplum üzerindeki ölü toprağını hızla silkip atmaya başlamış, yolun sonunda ışık görünmüştür. Barış'ın da, Merdan'ın da, diğer tutukluların da aramıza dönmelerini hızlandırmanın yolu, örgütlenerek direnmek ve her alandaki gerici, faşist, anti demokratik, yasa dışı uygulamalara karşı yasal hakkımız olan demokratik tepkiyi göstermektir. 

Örgütlü bir halkı hiç bir güç yenemez.

  • 1. Metin Demirtaş, 1988, Bir Mendil Gökyüzü içinde 'Mektuplar Alırım', 33-35, Cem Yayınevi, İstanbul
  • 2. Aziz Nesin, 2013, Aziz Nesin Soruşturmada, Sorulara yanıtlar belgeler, s. 88-93, Nesin Yayınevi, İstanbul