Haklısınız! Ağaç ama...

Elbette üç beş ağaç meselesi değil!

Yıllardır atanmayı bekleyen genç öğretmenlerin,

Binbir zorlukla üniversitelerden mezun olan ama iş bulamadığı için vasıfsız işlerde çalışan gençlerin,

“Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok!” diye kükreyerek çocuklarına tehdit savuran bir başbakandan kurtulmak isteyen ailelerin,

Her gün bıçakla, tabancayla, tüfekle canından olan gencecik kadınların, kızların,

Durmaksızın gericileştirilen ve dincileştirilen eğitimin pençesinden çocuklarını nasıl kurtaracaklarını bilemeyen ana babaların,

Geleceğini göremeyen işsiz genç ordusunun, buldukları işlerde çok düşük ücretlerle çalışan, iş güvencesi olmayan, evlerine gelmeye, çoluk çocuklarını görmeye fırsat bulamadan iki yüz yıl öncesinin koşullarında çalıştırılan işçilerin,

Vasıflarını sürekli olarak artırmaya dönük bir performans ve rekabet basıncı altında ezilen, ciddi bir yoksullaşma tehdidi altında yaşamıyla ilgili uzun vadeli plan yapamamaktan yorulmuş gençlerin,

Getirilen yasa değişiklikleriyle çalışma koşulları her gün biraz daha zorlaştırılan, devletin tüm şiddetine rağmen meslek ilkelerini unutmayarak Gezi Direnişi’nde halka yardımcı olmaya çalışan ve bu nedenle faşist rejimlerde bile görülmeyen soruşturmalarla karşılaşan sağlık çalışanlarının,

Baskı hukuku yerine insan haklarına dayalı bir hukuk sistemi için, tüm ezilenlerin hakları için mücadele eden ve bu mücadeleyi veren diğer insanları savundukları için kendi çalışma mekânlarında, adliyelerde yerlerde sürüklenerek gözaltına alınan avukatların,

Sermayenin çıkarına karşı kamu yararını savunan, özelleştirme politikalarıyla ülke varlıklarının tasfiyesine, rant ekonomisine, kentsel, kültürel ve doğal varlıkların tahribine ve talanına karşı çıkan mühendis ve mimarların,

Üniversitelerin ticarileştirilmesine ve susturulmasına karşı çıkarak “eleştirel düşünce ve özerklik” mücadelesi veren akademisyenlerin,

Yediğine, içtiğine, yatak odasına karışılmasından hoşlanmayan insanların,

Parklarda sevgilisiyle nasıl oturacağının ve ne yapıp ne yapmayacağının kendisine dikte edilmesinden hoşnut olmayan genç erkek ve genç kızların,

Halkı sürekli olarak azarlayan, bağırıp çağıran bir başbakandan büyük rahatsızlık duyan insanların,

Talepleri “Ananı da al git!” sözleriyle karşılanan, her gün çıkan yeni yasalarla yaşam koşulları zorlaştırılan köylülerin,

AKP ile sorunları var!

Açıkça söyleyelim.

Bu insanlar sadece birkaç örneğini sıraladığım olumsuzlukların günümüzdeki kaynağı olan AKP iktidarını istemiyorlar. Özüne bakacak olusak, sermaye iktidarlarından kurtulmak ve emekçilerin yönettiği özgür, eşit ve insan onuruna yakışan bir dünyada yaşamak istiyorlar. “İleri demokrasi”yi değil kapitalizmin korunması için gencecik fidanların yok edilmediği, hayatlarının karartılmadığı gerçek demokrasiyi istiyor ve onun mücadelesini veriyorlar.

TOMA’lardan, gazdan, sudan korkmamalarının asıl nedeni bu.

Ayrıca, değerli felsefeci Alain Badiou’nün “Tarihin Yeniden Doğuşu” diye nitelediği bu önemli anın içinde, korku sınırını aşarak evlerinden çıkmanın, asi kentlerin sokaklarını ele geçirmenin tadını da aldılar.

Bir siyasal iktidar yetkilisi bu ülkenin Dingo’nun ahırı olmadığını söylüyor. Bir ek yapalım buna. Bu ülke kendisini her konuda yetkili ve bilgili zanneden birisinin ağzından çıkanların yasa muamelesi gördüğü bir muz cumhuriyeti ya da bir kimyasal gaz cumhuriyeti de olmayacak.

Çünkü hiç bir şey artık eskisi gibi değil.

Çünkü sizin “beraber” yürüdüğünüz o “yollarda” ve tam ters yönde artık direnen halk yürüyor!