Deniz, Yusuf, Hüseyin, Ölüm Oruçları ve Unutkanlık

Yaşamını yitiren insanlarla ilgili ya da onların tanıklık ettikleri olayları eksik ya da farklı anlatmak, solun tarihinde de sıkça karşımıza çıkıyor. Sevindirici olan ise, kitaplarda ya da röportajlardaki bilgi ve belgelerin, bu eksik aktarımlardan doğabilecek yanlış anlaşılmaların düzeltilmesine yardımcı olmaları.

Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in 18 Nisan 1972’de başlattıkları ‘ölüm orucu’ olayında da benzer bir durum söz konusu. Halit Çelenk’in Mayıs 1978’de Ülke Yayınları tarafından basılan “İdam Gecesi Anıları” kitabında, olay ilk kez ayrıntılı olarak anlatılıyor. Bir köşe yazısı çerçevesini aştığı halde, okurun sabrına sığınarak, konuyu ayrıntılarıyla ele almaya çalışacağım.

Deniz, Yusuf ve Hüseyin, açıklamalarında ölüm orucuna başlama nedenlerini şöyle açıklamışlardı;

1. Son getirilen zamlar ve hayat pahalılığı, fakir emekçi halkımızın, zaten son derece güç olan hayat şartlarını, çıkarcıların menfaati uğruna daha da dayanılmaz hale getirmiştir.

2. Halka dönük olan 1961 Anayasası, elbise değiştirir gibi değiştirilmiş, bununla da yetinilmeyerek, halkımıza anayasamızca tanınan hakları tamamen ortadan kaldırmak için yeni anayasa değişikliğine gidilmek istenmektedir.

3. Sıkıyönetim mahkemelerinde, MİT ajanlarına mahkemelerin temsilcileri görüntüsü verilmek istenmiş ve (ANARŞİST) deyimi ile devrimcilerin katline gidilmiş ve aynı nedenle siyasi cinayetler işlenmiştir.

4. Bizim bugün hücrelerinde kaldığımız Mamak askeri cezaevinde bulunan diğer tutuklu arkadaşlarımızdan bir veya bir kaçı her gün (Mahkemeye götürüyoruz) denilerek MİT’in işkence odalarına götürülüp çağ ve insanlık dışı işkenceye tabi tutularak, yapılan işkencenin bütün belirtileri üstlerinde olarak geri getirilmektedirler.

5. Bütün bu yasa dışı, çağ dışı ve insanlık dışı uygulamaların halkımız ve ilerici aydınlar tarafından bilinmemesi ve duyulmaması için basına sansür konulmuş, basın ancak Sıkıyönetimin izin verdiği haberleri verebilecek duruma getirilmiştir.

Bütün bu nedenlerle 18.4.1972 tarihinden itibaren (ÖLÜM ORUCU)’ na başladık. BU davranışımızın  kötülükleri sona erdirmeyeceğini biliyoruz. Ancak, halkımıza ve onun haklarına cezaevi hücrelerinde sahip çıkıp onu savunacak tek hareketimiz (ÖLÜM ORUCU)’ nu sürdürmek olacaktır. Deniz Gezmiş / Yusuf Aslan/ Hüseyin İnan” [1]

Ölüm orucunun ilk on gününde Halit Çelenk İstanbul’dadır ve Sıkıyönetim mahkemelerinde görülen bir başka davaya girmektedir. Ankara’ya geldiğinde Denizlerin avukatlarından bir kaçı, tüm çabalara karşın üç gencin orucu bırakmamakta ısrar ettiklerini anlatırlar Çelenk’e. Ve Denizlerle bir kez de onun görüşmesini isterler.

Halit Çelenk’in, gençlerin ölüm orucuna başlamalarına neden olan olayların haklılığından zerre kadar şüphesi yoktur. Ne var ki, ölüm cezaları TBMM’de AP’li milletvekillerinin neredeyse tam kadro halinde katıldıkları oylamalar sonunda kabul edilmiş, CHP ise anlaşılmaz bir tutum içine girmiş ve büyük olasılıkla ölüm cezasının kaldırılmasıyla sonuçlanacak bir esastan başvuru için Anayasa Mahkemesi’ ne gitmemiştir.  Başvuru için gerekli olan diğer bir yol denenmiş ama yeterli imza sayısına ulaşılamamıştır.  Yasal yollar tıkanmıştır ve Parlamento içi ve dışı çalışmalar sonuç vermemektedir. Dolayısıyla infazlar yaklaşmıştır ve “her gün beklenir duruma gelmiştir”.

Moral güç ne olursa olsun, ölüm orucunun yaratacağı fiziksel çöküntünün “infaza olumsuz bir görüntü vereceği ve bunun maksatlı çevrelerce kullanılabileceği” açıktır Çelenk’e göre. “O halde ölüm orucu bırakılmalıdır”.[2]

Orucun 12. Günü bu düşüncelerle ve büyük bir yürek sıkıntısıyla gider cezaevine. Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un üzerinde ölüm orucunun yıkıcı etkileri açıkça görülmektedir. “Gözler çökmüş, yüzler sararmış, sarı yeşil bir görüntü almıştır… Deniz diz çökerek… konuşmaktadır. “ Çelenk, görüşmenin bitiminde şunları söyler;

Açlık her insan üzerinde olumsuz fiziksel etkiler yaratır. Bu etkilerin sizlerde de kendini göstereceği kuşkusuzdur. Dışarda infazların önlenmesi için her türlü çalışmalar yapılmakta ve sürdürülmektedir. Bu çabalar başarılı olabilir ya da olmayabilir. Çalışmalar olumlu sonuç vermediği takdirde infazların yapılması kaçnılmaz olacaktır. Bu takdirde, sizlerin, idam sehpası altına sağlam ve zinde olarak gitmeniz gerekir. Açlıktan bitkin ve çöküntü içinde sehpa altına gitmeniz sakıncalıdır. Bu takdirde açlığın doğurduğu bitkinlik ve çöküntü maksatlı çevrelerce kullanılacak, kamuoyuna korku olarak gösterilecek ve aleyhinize propagandalar yapılacaktır. Böyle bir propagandaya olanak vermeye hakkınız yoktur. Bunları düşünerek ölüm orucuna son vermeniz gerekir”.[3]

Bunları dinleyen Deniz ve arkadaşları, koğuş arkadaşlarıyla görüşüp kararlarını bildireceklerini söylerler. On beş dakika sonra ise müdür yardımcısı odasına getirilen Deniz, Yusuf ve Hüseyin ölüm orucuna son verdiklerini bildirirler. Yine, Çelenk’in talebiyle çağırılan cezaevi doktoru gençleri muayene eder ve uygun bir yemek listesi hazırlar.

Deniz, Yusuf ve Hüseyin, bu görüşmeden sadece beş gün sonra, bir gece yarısı, infaz için apar topar Ulucanlar cezaevine götürülürler.

Işıl Özgentürk , 8 Mayıs 2016 tarihinde yazdığı “Gerçekçi ol, imkânsızı iste” başlıklı yazısında, Bursa’da Nilüfer Belediyesi ve Bursalı 68li arkadaşların ortaklaşa düzenledikleri etkinlikte, 1. THKO davası sanığı Hacı Tonak’ın “çok değerli bilgiler” verdiğini belirterek şunları yazıyor;

1961 Anayasasına karşı suç işledikleri iddiasıyla yargılanan Denizler aynı anayasayı savunmak için açlık grevi yapmışlardı. Hacı, ‘bizlerin açlık grevine katılmasını istemediler, ‘sadece biz yapacağız!’ İlk kez açlık greviyle karşılaşmıştık, su içmeyi de kabul etmemişlerdi. Kısa bir süre sonra, derileri çekilmeye, gözleri tuhaf bakmaya başladı, öğrendik ki, susuzluğa dayanmak mükün değil, hemen ölüm geliyor. ‘Yapmayın, etmeyin’ diye adeta yalvarıyoruz, o zaman Deniz dedi ki, ‘Asılırken dinç ve sağlıklı görünmeliyiz, bizleri arkamızdan gelecek devrimciler öyle hatırlamalı.’ Böylece açlık grevini bitirdiler, o gün nasıl sevindiğimizi anlatamam”.

Yaş nedeniyle belleğin nisyan etmesi doğaldır. Ne var ki, Bursalı devrimci gençlere bu “değerli” bilgiyi vermeden önce, en azından Denizlerin bildirisine ve olayın birinci dereceden başka bir tanığının yazdıklarına göz atılması gerekirdi.  O zaman, ‘açlık grevi’ değil ‘ölüm orucu’  anlatılacak, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in ölüm orucunu bırakmaları kararının  Halit Çelenk’le yapılan görüşme sonrası alındığı anımsanacaktı. Ayrıca, Denizlerin ölüm orucuna başlamalarına yol açan nedenin sadece 61 Anayasasında yapılan değişiklikler olmadığı, bunun yanı sıra, cezaevlerinde bir çoğumuzun yaşadığı o insanlık dışı baskı ve işkencelere, her gün devrimcilerin çeşitli vesilelerle katledilmelerine, halkın egemenlerce sömürülmesine, basına uygulanan sansüre karşı bir çıkışın söz konusu olduğu da görülecekti.

Denizler’in yaşam öykülerini, inançlarını, dünya görüşlerini, devrimci duruşlarını toplumla paylaşırken, gerçeğin ama tüm gerçeğin sağlam tanıklığından hareket etmek gerekiyor.

 

[1] Belgedeki vurgular bana aittir.

[2][2] Halit Çelenk (Mayıs 1978), “İdam Gecesi Anıları ve Kararalar Gezmiş-Arslan-İnan”, s. 73, Ülke Yayınları, Ankara

[3] Vurgular bana aittir.