İstanbul’un unutulmuş kompradorları: Kamondolar (*)

Salı günü yine Çağlayan’da adliye mesaisindeyiz. Bu kez adliyeyi sebeb-i ziyaretim kızım. Üniversitede 16 Mart katliamını protesto etmek için toplanmışlar. Özel Güvenlik toplananların dağılmasını istemiş ama dağılmamışlar. Polis gelmiş, üniversite dışına yönelen öğrencileri engellemek için kapıları üzerlerine kilitlemiş. Kapıda itiş kakış. “Korkunç olaylar”ın hepsi bundan ibaret. Özel güvenlik tutanak tutmuş, üniversite yöneticileri de yememiş içmemiş şikâyetçi olmuş. Müşteki olarak üç beş özel güvenlik görevlisini kayda geçirmişler yalnız. Kendi gelecek yüzleri yok. Tam bir sefalet. Özel güvenlikçiler mahcup, “şikâyetçi değiliz” dediler. 10-15 öğrenci mahkeme kapısında bekleşiyor. Bir o kadar da gelmeyen var. Üniversitede gösteri yaptı diye öğrencilerini şikâyet eden bir üniversitemiz var: İstanbul Üniversitesi. İnsan üniversitenin tarihinden utanır. İşte halimiz: Üniversiteler öğrencilerini gammazlamakla meşgul, bütün ülke bir cehalet çukuruna yuvarlanmış debelenip duruyor.

Adliye çıkışı civardaki tarihe misafirlik etme zamanı. Hürriyet-i Ebediye’nin parmaklıklarını takip ederek Şişli istikametinde ilerliyorum. Hasköy tarafına kıvrılan otobüslerin numaraları hakkında bilgisizim. Şişli Meslek Lisesinden Okmeydanı’na doğru kıvrılıyorum. Durak az ilerde. İlk gelen otobüsle Hasköy’e. Kamondo Anıtı Haliç Köprüsüne doğru inen anayolu bölen yan yolun hemen kıyısında. İlk bakışta kaderine terkedilmiş çok da “tarihi” olmayan bir binadan ibaret görünüyor her şey. Anıtın hemen yan tarafı belediye şantiyesi. Çalışanlar benim orada bulunmamla hiç ilgilenmemiş görünüyor. “Yahudi mezarlığını” ziyarete gelmiş bir meczup diye düşünüyor olmalılar. Bu kadar ortalıkta olmasına rağmen uzun zamandır bir ziyaretçisi olmadığı artık her biri küçük bir ağaç boyuna ulaşmış otların dimdik duruşundan belli. Otların arasında, üzerinde Judeo-Espanol ve İbranice yazılar olan pek çok mezar sıralanıyor. Belli ki önemli kişiler bunlar. Aralarında çocuk mezarları hemen fark ediliyor. Bir kısmı otlar tarafından tamamen yutulmak üzere.

Kamondo Anıtı dışarıdan sağlam görünüyor. Cam kapıdan göz atınca içeride üç mezar seziliyor. Mezarlar kırılıp, dökülmüş. Karşıdaki duvardan koca bir çerçeve sökülmüş, geride izleri kalmış. Burası Osmanlı İmparatorluğu’nun en ünlü, en zengin ailesi olan Kamondolardan Abraham-Salomon’un anıt mezarı.

***

Kamondolar İstanbul’u mesken tutmuş Sefarad Yahudi’si bir aile. 15. yüzyılda İspanya’dan kovulunca, şanslarını Trieste’de denemişler. Olmayınca ver elini İstanbul. Salomon-Jacob Kamondo ve oğulları Isaac ve Abraham-Salomon, 1815’te “İshak Kamondo ve Şürekâsı” adlı bir banka kurmuşlar. O tarihte de, bugünkü gibi en kârlı iş savaş. Kamondolar da Kırım Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni finanse ederek büyüyüp zenginleşmişler. Devlete verdikleri borç karşılığında devlete ortak olmuşlar. Şirket-i Hayriye ve Dersaadet Tramvay Şirketi'nde ortaklıkları var. Çocukları olmayan Isaac 1832’de vebadan ölünce banka kardeşi Abraham-Salomon’a miras kalmış. Devlete borç vermeye devam etmiş o da. “Vezirlerin bankacısı” olarak nam salmış. Osmanlı Devleti bir aileye rehin düşmüş diyemiyoruz tabii. Olur mu öyle şey?

19. yüzyılın ikinci yarısında torunları Abraham-Béhor ve Nissim çıkmış sahneye. Yahudi cemaatine katkıda bulunmak amacıyla sinagoglar, hastaneler, dispanserler ve okullar kurmuşlar. Aile “Osmanlı Yahudilerinin çağdaşlaştırılması” projesinde aktif olarak yer almış. Kurdukları okullarda Fransızca ve Türkçe eğitim yapıldığı için Yahudi yobazlardan da epey tepki görmüşler haliyle. Ailenin bir kolu İtalya’ya, bir kolu Fransa’ya taşınmış. Böylece Osmanlı'ya borç vererek edindikleri servetle uluslararası bir yapıya bürünmüşler.

***

Servet büyük, ne yapacaksın? Kamondo ailesi İstanbul’da bugün de pek çoğu ayakta olan yapılar inşa ettirmiş. Kasımpaşa’daki Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Galata Résidence, Serdar-ı Ekrem Sokak’taki Kamondo Hanı, Meşrutiyet Caddesi’ndeki Büyükada Han, Karaköy’de Saatçi Han, Latif Han, Lacivert Han, Yakut Han, Kuyumcular Han, Lüleci Han, Gül Han en bilinenleri. Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki Kamondo Merdivenleri de o dönemin ürünü. Kamondo Merdivenleri 1870-1880 arasında inşa edilmiş. Mimarı bilinmiyor. Kayıtlara göre merdivenler Abraham Salomon adına yaptırılmış.

Hasköy’deki Kamondo Anıtı da onun. Abraham-Salomon 1973’te Paris’te ölmüş. Naaşı, vasiyeti üzerine İstanbul’a getirilip Hasköy’de kendisinin ölmeden önce yaptırdığı anıt mezara devlet töreniyle defnedilmiş.

Aile her ne kadar “Osmanlı bankacısı” olarak tanınsa da 1869-1870 arasında Paris’e yerleşmişler ve bankanın yönetim merkezini de oraya taşımışlar. O yıllar “Osmanlı Yahudilerini Çağdaşlaştırma” projesinin doruğunda olduğu yıllar ve projenin operasyon merkezi de Paris. Süveyş Kanalı’nın finansmanı gibi büyük ve karmaşık işlere dalmak mümkün olmuş orada aynı zamanda. Sonra birbiri ardına gelen talihsiz ölümler planları bozmuş.

Bir sonraki nesil olan Isaac ve Moise iktisadi işlerden ellerini çekip sosyal projelere merak salmış. 19. yüzyıl sonu Paris sosyetesinin önemli isimlerinden Kont Isaac de Kamondo, Nesim Kamondo’nun oğlu. Ailesinden miras olarak; bankalar, bankerlik kuruluşları, Paris’teki şirketler, büyük bir servet ve asalet unvanı (kontluk) yanında çok büyük de bir sanat eserleri koleksiyonu kalmış Isaac’a. Serveti dillere destan olan Isaac Kamondo, aynı zamanda İstanbul Başkonsolosu ve sanat koleksiyoncusuydu. 1907 yılında koleksiyonunun 804 parçadan oluşan büyük bir kısmını Louvre’a bağışlamaya karar verdi. Manet, Degas, Monet, Cezanne, Sisley, Van Gogh, Corot gibi ressamların eserlerinin de bulunduğu 130 kadar resim ile 400 kadar Japon baskı koleksiyonunu bağışladı. Ailenin Paris’in en şık binalarından biri olan konutu da şimdi Kamondo müzesi.

***

Engizisyondan kaçarak Venedik’e, oradan İstanbul’a yolu düşmüş “Doğu’nun Rotschild’i” olarak nam salmış bir aile. Büyük servetleri, derin nüfuzlarına rağmen son fertleri Nazi toplama kamplarında yitip gitmiş. Hasköy’deki o anıt hâlâ ayakta ama daha çok servetin insanı ölümsüz kılmadığının bir anıtı gibi hüzün verici. Ne gam! Büyük bir şaşa ile gömüldükten sonra unutulup giden tek ünlü ve zengin o değil. Topkapı mezarlığının kıyısındaki Turgut Özal’ın anıtına yolunu düşüren var mı? Ya da mezarlarından çıkarılıp yanı başına gömülen “demokrasi şehitleri”ne?

Hepimiz çıplak geliriz dünyaya. Irk, dil, din, servet hepsi palavra. Övünebileceğimiz, yarına bırakabileceğimiz tek şey ürettiklerimiz, yarattıklarımız, yapıp ettiklerimiz.

E-5’e yolunuz düşer de Haliç Köprüsü'nden Okmeydanı’na doğru tırmanırsanız başınızı kaldırıp sol taraftaki o mütevazı anıta doğru bir bakın. Biçare Osmanlı Devletinin hazinesi söğüşlenerek edinilmiş o büyük servetin izlerini görebilecek misiniz?

(*) Bu yazı Boyun Eğme dergisinin 5.3.2017 tarihli 73. Sayısından alınmıştır.