Atlantis Tansel - 2

Kapıdan giren adamın fantezi müzik albümü soracağını sandı Apaçi Ayhan ya da seks kaseti. Enteresan bir tipti, dışardan ne iş yaptığını kesinlikle anlayamayacağınız türden. Adı Hüseyin, Almanya’da Toto ayarı toplulukların çaldığı Bochum Zeche adında mühim bir kulübün işletmecisiymiş meğer. Tarkan’a Almanya turnesi yapan esnaf kafalı bu vatandaş, aynı zamanda da başta Eloy ve Sodom olmak üzere sayısız topluluğunun müzisyenleriyle kanka. Çok acayip!

Tansel, Katalog Emre ile iş icabı yaptığı bir Almanya ziyaretinde tanımış kendisini. Dükkâna geldiğinde de Apaçi ile ilk kez karşılaşmışlar. Derken Apaçi’nin dükkânda demlediği katran kıvamındaki çay eşliğinde tutuşmuşlar, hararetli bir Kraut-Rock muhabbetine. “Burada büyük rock konserleri yapmak istiyorum deyince de durur mu Apaçi, “Eloy’u getir hemşerim!” diye ısrar edince kulaklarıyla şahit olmuş. Hüseyin hemen Frank Bornemann’ı aramış yanında. Apaçi heyecanına hakim olamamış:

- “Frank’a selam söyle”

- “Tanıyor musun?”

- “Sen söyle, o anlar...”

Yaptığı konser teklifini geri çevirmiş Frank. “Artık konser yapmam, ama Aspendos’u ayarlarsan mutlaka gelir çalarım” demiş.

Eloy konseri konusunda Apaçi’nin hevesi kursağında kalmış, ama bu muhabbeti takip eden birkaç gün içinde, Kreatör konserine giden sürecin ilk adımları atılmış.

***

Apaçi Ayhan, Atlantis tarihindeki ilk bordrolu. Tansel ile Beyazıt günlerinde tanışmışlar, ama samimiyetleri Kadıköy’de ilerlemişti. Her ne kadar arada Apaçi’nin çalıştığı mücellithanede buluşmuş, albüm takası yapmış olsalar da…

İlk hamle Apaçi’den gelmiş, iş arayan bir çocuğu Akmar’daki dükkâna alması için aracı olmuş, ama çocuğun tahsilinin devamı için Almanya’ya gitme ihtimali Tansel’in daha kalıcı birini istemesi engeline toslayınca Atlantis’in anahtarları öğlende fiks menü yoğurt-pide-endüstriyel vişne suyu, akşam da çay-bisküvi ile beslenen- Apaçi’ye teslim edilmişti. Kabileye haber bile salamamış, dumanını yakamadan işbaşı yapmıştı ertesi sabah.

Yeni işyerini görmeye geldikten sonra, akşam evde ağlayarak dert yanan annesine rağmen çok mutlu günler geçirmişti Apaçi burada. Her ne kadar emeklilik günlerine gırtlağına kadar battığı borçlarla girse de. Evet -ne demekse- ilk profesyonel Apaçi idi; tabi bir Apaçi’den ne kadar profesyonel olursa!

Tansel tezgâhtan dükkâna terfi etmek için ihtiyaç duyduğu sermaye nedeniyle Akmar Pasajı’na -istemeye istemeye- üniversiteden bir arkadaşıyla ortak girmişti, o yüzden ilk döneminde yarısı gümüşçüydü. O ne saçma şey lan; tabi ki ayrıldılar birkaç ay sonra…

Her şey sermayede bitmiyor söz konusu müzikse. Tutku ve bilgi birkaç adım önce olmalı, biraz da çılgınlık… Emekleme günlerinde yapışık ikizler gibi takıldıkları -Tuğçe lakaplı- Sedat ile dekorun suntalarına varana kadar elde taşımışlar. Kesip biçerek yamuk yumuk dolaplar ve raflar oluşturmuş, üzerlerine de gizemli bir hava vermek için fanyalı balıkçı ağları sermiş, aralarına ırıbalar, sandalcı palamarları yerleştirmişler; uyduruk kaydırık da olsa bir atmosfer yaratmışlardı.

İyi müzik dinlemesinin ve muzipliğinin yanında yaratıcı adamdı Sedat. Örneğin doksanlı yılların ilk günlerinde enteresan bir “sosyal medya” uydurmuştu. Dergilerden kestiği müzik haberlerini, gazete kupürlerini ilgi çeksin diye cama yapıştırıyordu. Kurt Cobain’in vefat haberinin önünde iki kızın birbirine sarılarak ağladığını tanıklık eden herkes hatırlıyor. Dükkân henüz kendi kendine dönmediği için eleman çalıştırmak mümkün değildi. Tansel dükkanı genelde Sedat’a kitliyor, kız arkadaşıyla sinemaya kaçarken, arada kim yakalanırsa tanıdık babında dükkânda mecburi tezgâhtarlık yapıyordu.

Tam bir klan olmuşlardı, resmen kıraathane gibi takılıyorlardı. Saat sekiz oldu mu, kapıyı itekledikleri gibi yakası açılmadık plaklar dinliyor, içip azıyorlardı. Sedat AC/DC gitarcısı Angus’un yerlerde dönerek daireler çizen hareketlerini taklit ediyordu. John Cusack’ın High Fidelity filminin Komik Barry’si gibi…

İş orada kalmıyor, pasajın kapısına kilit vurulma vakti gelince önce kokoreççide tıkınıyor, en son da feneri Kemancı’da söndürüyorlardı. Giderek büyüyen bu sosyal ağ sayesinde tezgâhın tüm müşterisini dükkâna çekmeyi başarmışlardı. Herkesin baktığı yer farklı tabi; bu dönenlerin içinden bir ticaretin çıkabileceğini gözü kesmişti Tansel’in.

Bir ara o kadar fazlı-pedallı cayır cayır rock gitarına bağlanmışlardı ki, gitarın farklı kullanılış şekilleri çok sonra dikkatini çekmişti Tansel’in. İlk kez Chick Corea’nın “Eye Of Beholder” albümünde çalan Frank Gambale’in tarzı bakış açısını değiştirmesine yol açtı. Dinlediği müzikler konusunda ufku açılmaya başlamıştı; amatör takılsalar da, caz ve blues konusunda az buçuk iddialı hale gelmişlerdi. Ondan sonra başladı katalog hatmetmeye, önce de ECM. Yolun sonunda Katalog Emre ile ithalata sıvandılar.

Gençliğinde yurtdışında yaşayan, her türden müzik zevkine sahip insanlar çoktu gelen giden arasında. Bundan büyük kaynak mı olurmuş! Tavsiye konusunda tüm dergilerden daha faydalıydılar. Gençler gayrete getirdi, o günlerde Avrupa’da yeni türeyen metal tayfaya el attılar: Opeth, Burzum, Katatonia Cradle Of Filth, çok aranıyor, iyi satıyordu. Alakasız bir kaynak bulup ilk ithalatı gerçekleştirdiler; tamamı metal albümlerden oluşan listesiyle bağımsız Fransız markası Season of Mist ile çalıştılar.

Pasajdaki komşular arasında tatlı rekabet kızışmaya başlıyor, Hammer ve Zihni de distribütör olmak için hazırlanıyordu. Mamafih iş çirkinliğe vardırılmadığı için bu hepsinin işine yaramış, büyümeleriyle sonuçlanmıştı. Listelerine Nuclear Blast ve Century Media eklenince yabancı fuar ziyaretlerine başladılar. ZYX, Repertoire, Criss Cross, DGM, BGO, Lipstick derken Akmar’ın ilk imza günü bu dükkânda gerçekleştiler, Nightfall ile.

Dönecek olursak Almancı Hüseyin konusu mühim. Ziyaretinin ardından onunla ilk irtibata geçen Katalog Emre olmuştu. Önce Kreatör, ardından Bostancı’da Steve Vai yapmışlardı. Ancak işler mali açıdan istedikleri gibi yürümeyince, devreye Tansel ve Atlantis girmişti yeni ortak olarak. Son bir umutla -bir İstanbul Açıkhava, bir de Ankara Saklıkent- iki konser için Yngwie Malmsteen ile anlaştılar. Hüseyin Almanya’ya gidince devreden çıktı, işi Atlantis ve Katalog Emre’nin ortağı olduğu şirketi RTN üstlendi.

2001 yılının nisanında üçayaklı konseri geride bıraktıktan sonra, akıllarında sadece Malmsteen’in bira manyağı olduğu kalmıştı. Adam bir yandan sünger gibi emiyor, öte yandan yapıştığı fıçının kolunu bırakmıyordu:

- “Bu bana yeter” demiş ve sabaha kadar bitirmişti.

Sonraki iş 3 Temmuz 2005 Megadeth. Maslak Venue’nün ilk büyük işi. Sahne son dakika kurulmuş, zangır zangır titriyor. Hava bardaktan boşanırcasına yağıyor, yerler çamur içinde. Duvar, çit, separasyon hak getire; mekâna inen yolun tepesinde durduğun zaman sahne kabak gibi görüyor. Yüzlerce kişi izliyordu konseri, beleştepe’den. Dave Mustaine’den işittikleri küfre aldırmadan.

Topluluk üyeleri Mustaine’den bir gün önce gelmişlerdi. Buluştuklarında Tansel’in doğum gününü kutladılar hep birlikte, Kemancı Zeki’nin yeni mekânı Zarifi’de. Ertesi sabah Beyoğlu Mephisto’da imza günü yapıldı. İzdiham oluştu, kuyruk meydana kadar varıyordu. Yolu açmak için polis çevik kuvvet gönderdi. Menajer çoktan araştırmaya başlamıştı bile, bir aksilik olursa buradan nasıl kaçarız diye. Zaten Mustaine inceden paranoyak. Neyse ki arıza çıkmadı.

Konseri bir tek Tansel izleyemedi, belediyecilerle minibüsün içinde rüsum pazarlığı yapmaktan. Kaybettikleri parayı iplemediler, çok eğlenmişlerdi. En az 5000 hedeflenirken, 2200 bilet kesilmişti. Büyük ümitlerle bastırılan konser afişleri, bir sonraki sezonda gelen siparişlerin gönderilmesine paket kâğıdı olarak kullanıldı.

Bir de işin insanlık ilişkileri açısında zorlukları vardı. Hagard’ın solisti gitarcı Asis Nasseri ile bir türlü yıldızı barışmadı Tansel’in. Daha gelmeden evvel bir bilet yüzünde zıtlaşma yaşadılar. Sonra kalacakları Sultanahmet Otel beğenilmeyince soğuk savaş büyüdü. Bu gıcıklaşma sonraki günlerde yapılan Eskişehir ve Ankara konserlerinde yaşanınca, bu işlerin kendine göre olmadığını Asis’in ayrılırken verdiği imalı cevapla anladı:

- “Bundan sonraki konserler için ikimiz konuşalım.”

- “İkimiz mi?”

***

Ne Yeni Melek’teki Orphan Land’in içinde bulunduğu tek günlük festivalde, ne Sodom konserinde; organizasyon işinden para kazanamadı Tansel, hatta biraz da kaybetti, ama anıları her şeye değerdi. Sadece kendi konserleri değil; Stüdyo Ümit Niyazi ile sahne önü bileti olmadığı halde, sarhoş kafayla kalabalığı yara yara en öne geçerek Rock’n Coke’ta izlediği Motörhead ya da hayranı olduğu “Bridge To Babylon” turnesindeki Rolling Stones’un stadyum konseri… Bu konser için ilk bilet alanlardan biriydi, nereden bilecekti sonradan sebil gibi davetiye dağıtılacağını, hatta içerisi dolsun diye kapıdan geçeni çevirip içeri alacaklarını! 

İthalat-prodüksiyon-organizasyon zincirinin halkaları arasındaki dönemde başta Manowar olmak üzere epey lisanslı CD ve kaset ürettiler. Ama bu topraklarda da iyi topluluklar vardı, her gün de çoğalıyorlardı. Onlara da bir şeyler yapılabilirdi. Hatta yurt dışına bile satılabilirlerdi. İlk yerli işleri Dimness Through Infinity oldu. O vakitler belli bir çevreye sattı, ilgi gören bu isim, şimdilerde halen aranan kaliteli bir doom/death/ambient topluluklarından biri. 

Bir gün Hicri geldi ofise, Ankara’dan, elinde bir kaset. Dinledikten sonra hemen topluluğun ilgili kişisini, gitarcı Kaya’yı aradı Tansel:

- “Albümü hemen basmak istiyorum.”

Crossfire böyle çıktı. Otuzun üzerinde yapıma imza attı Atlantis Müzik. Hammer’ın etkisiyle birkaç hip-hop albümü yaptılar. Murat Net’in “Selamiçeşme Blues”unu çıkarttılar.

Lagara lugara içinde geçen günlerin ardından doksanları ikinci yarısı kapıya dayanmıştı. Artık memleketin belli başlı mağazalarına mal vermeye başlamışlar, ama bir türlü ticaretin gereğini yerine getirememişler ve duygusallığı bertaraf edememişlerdi. İthalatla eşzamanlı olarak prodüksiyonu da bırakmışlardı.

Bir de 2000’ler karabasan gibi çökünce, kriz çıkıp, döviz alıp başını gidince, dijital download her yeri sarınca başka fırsat kapılarını aralamak zorunda kalacaktı Tansel. Ne de olsa artık evliydi, iki de çocuk…

***

Bir devir kapanmış, bir yenisi açılmıştı Atlantis Müzik için. 2005 yılında Akmar Pasajı’nın arka sokağında bir perakendeci açarak tişört işine girdiler. Bunda işlere Tansel’in eşinin el atmasının rolü vardı, zira artık muhasebe defteri ondaydı. Her işte bir hayır vardır. Dönemin birkaç büyük üretici markası, rakip dükkânlarla çalıştığı için bunlara mal vermeyince, kendileri üretici oldular. Ardından lisanslı ürünler de satmaya başladılar.

Metalci hüviyetiyle Hammer, zengin çeşidi ve ucuz ikinci el plaklarıyla Zihni Müzik ve Apaçi Ayhan’ın hüzünlü vedasının ardından kötü günlere ProgTürk Gökhan (Reçel) ile direnen Atlantis Müzik; her biri Akmar Pasajı’nın tarihinde farklı müzikal yelpazeleri temsil etse de, şimdi ortak kaderlerinde direniş var. Üçü de içinde yaşadığı toplumdan, dışarıdaki kirlenmeden nasibini almaktan kaçamamış, kapitalizmin pençesinde kıvranan bu koridorda sevdikleri hayatlar uğruna direnen insanların kaçıp saklanabilecekleri birkaç kovuktan biri.      

[email protected]