Sevindirici İşaretler

Geçen asrın ikinci onyılı, bir yandan, emekçi hareketlerinin çoğunda önceki onyılın ikinci yarısına damgasını vurmuş gerilemenin durdurulması ve yer yer büyük kitlesel eylemlerin ortaya çıkışı, öte yandan, savaş tehdit ve tehlikesinin belirginleşmesiyle, sonunda da, daha ikinci onyılın yarısına varılmadan, “dünya çapında” bir savaşın patlak vermesiyle hatırlanabilir.

Şimdiki asrın yeni başlamış aynı dilimi için de benzer işaretlerin varlığından söz edilebilir mi acaba? Bir kez, emekçilerin, örgütleriyle ya da onların öncülüğünde olmasa bile basbayağı kitleler halinde katıldıkları eylemler oluşuyor, yaygınlaşıyor, az çok süreklileşme belirtileri gösteriyor. İkincisi, yüz yıl öncekine benzer bir ölçekte gerçekleşme olasılığı şimdilik çok düşük görünse de, silahlı savaşların birçok işareti ortaya çıkarken, bunların son zamanlardakinden daha geniş bir coğrafyayı kaplama, dolayısıyla daha uzun süreli olma ve daha büyük acılara yol açma olasılığı artıyor. Kısacası, olgunlaşan koşullarda ve insanlık açısından bunların gündeme getirdiği tehlikelerde, yüz yıl arayla, birtakım benzerlikler fark edilebiliyor.
Yine de, “sevindirici” bulduğum işaretler bunlar değil aslında. Sonuncusu olan 13’üncüsünün geçen hafta sonunda Atina’da yapıldığını izlediğimiz komünist ve işçi partileri toplantısı vesilesiyle ortaya çıkan birtakım işaretlerden söz ediyorum. Sevindirici bulduğum onlardır.

“Krize çözüm olarak iktisadi yapıyı siyasetten koparıyorlar, geniş toplumsal kesimlerdeki kapitalizm-karşıtı bilinci yıkmaya çalışıyorlar.

“ KKE, içinden geçmekte olduğumuz süreçte ittifaklar politikasının önemine inanmaktadır. İşçi sınıfı ile şehirlerde ve kırsaldaki küçük burjuva diyebileceğimiz yoksullaşmakta olan halk sınıfları ile bir ittifakı açıkça dile getiriyoruz. İşçi sınıfının ve halkın anti-emperyalist, anti-tekelci ve son kertede anti-kapitalist hareketinden bahsediyoruz.

“ KKE, krizin çözümünün kapitalizmin reformunda, yerli burjuvazi ve emperyalist merkezlerle yapılacak ittifaklarda ya da burjuva hükümetlerinin değişik şekillerine verilecek destekte değil, sosyalizmde olduğunu kabul eder.

“ İşçi sınıfının karşı-saldırısı tekellerin iktidarını, burjuva siyasi sistemi hedef almalı ve işçi sınıfının ve halkın iktidarını, sosyalizmi amaçlamalıdır.”

Yukarıdaki vurgular, ev sahibi partinin genel sekreteri tarafından toplantının açış konuşmasında yapılmış.

Aynı genel sekreter, TKP’nin yayın organı Komünist’e verdiği mülakatta da şunları söylüyor:

“ (…) gelişmeler, genel bir politik krizi, ‘zayıf halka’ olarak adlandırılan bir ülkede ya da bir grup ülkede devrimci bir durum doğurabilir. Önemli nokta, öznel faktörün, Komünist Parti’nin, durumu ve söz konusu verili tarihsel momentte halkın örgütlenmesinin ve işçilerin iradesinin elde ettiği düzeydir. Bölgemiz, Yunanistan, Türkiye ve bölgedeki diğer ülkeler için esas konu, bir ülkedeki burjuva sınıfı ile işbirliği yapmayan, muhtemel bir savaşta o ya da başka bir emperyalistin tarafında yer almayan halklardır. (…) Kapitalizm, ne kadar çok zorluğa sebep olursa olsun, her türlü yarattığı çürüme ve zorluklara rağmen halkın mücadelesi, çatışma ve fedakarlıklar olmaksızın olgun bir elma gibi düşmeyecektir. Halk hareketi oluşturulmalıdır, bu hareket kararlı olmalıdır ve kapitalist barbarlığı alt etmek için tarihsel fırsat kaçırılmamalıdır.”

Güzel. Ama, ne kadar güzel olsa da, şaşırtıcı bir yanı yok çünkü, en sağlamca ayakta kalan ve şu koca dünyada sayılarının bir elin parmakları kadar olmadığını düşündüğümüz partilerin birinden gelen sesler bunlar.

Ne var ki, yoksa çok şükür mü demeli, okurken ve okuduktan sonra, yalnız başımıza ya da başkalarıyla birlikte “güzel” ünlemiyle karşılayacağımız sözler bunlardan ibaret değil. soL’un 10.12.2011 tarihli sayısından okuduğumuza göre, toplantının ilk gününde yapılan konuşmalarda şu tür düşünceler de seslendirilmiş:

“Toplantının ilk gününde yapılan konuşmalar krizin kapitalist ülkelerdeki yansımaları üzerine odaklandı. Katılımcıların konuşmalarında dikkat çeken bir nokta krizin burjuva demokratik yapıların krizi haline geldiği şeklindeki vurguydu. Avrupalı katılımcılar krizin yalnızca iktisadi olmadığını, buna bir siyasal krizin de eşlik ettiğini belirtirken, kıta ölçeğinde bir otoriterleşme eğilimi gözlendiğinin altını çizdiler. Pek çok ülkede burjuva demokrasisinin ciddi bir kriz yaşadığını belirten katılımcılar, faşizm tehlikesine de dikkat çektiler.

En sondaki, harfleri koyulaştırarak aktardığım dört beş sözcük görmezden gelinirse, bu sözler de önemli sayılmalıdır. O dört beş sözcük ise doğal karşılanabilir. Burjuva demokrasisi ile faşizmi birbirini dışlayan, birinin bulunduğu yer ve zamanda öbürünün bulunmadığı karşıtlıklar olarak görme alışkanlığının, haydi hastalık demeyelim, ortadan kalkması elbette hiç kolay olmayacaktır.

Üstelik, toplantının sonunda yayımlanan ortak bildiride şunlar da yer alıyor başka bir anlatımla, toplantıya katılan partilerin şu noktalar üzerinde görüş birliğine vardıkları anlaşılıyor:

“ Sistemdeki kusurlar değil, sistemin kendisinin kusurlu olması düzenli ve periyodik krizlere neden olmaktadır. Kapitalizmin ‘daha iyi yönetilmesi’ ya da ‘piyasaların daha fazla düzenlenmesi’ çözüm olamaz. Kriz, kapitalist sistemin tarihsel sınırlarına dayandığını göstermiştir ve sadece kapitalizmin devrimlerle yıkılması gerçek bir çözüm olabilecektir.

“Siyasi sistemler giderek daha fazla gericileşmekte ve antikomünist saldırılar artmaktadır. Egemen sınıflar halkların hoşnutsuzluklarını, siyasi sistemlerdeki değişimlerle, emperyalizm yanlısı bir dizi sivil toplum örgütü ve benzerlerini kullanarak, hoşnutsuzlukları siyasi olmayan, hatta gerici nitelikler barındıran hareketlere dönüştürerek teslim almaya çalışıyor.

“Gelişmeler komünist ve işçi partilerinin güçlenmesi gerekliliğini daha da fazla göstermektedir. Komünist partilerin öncülüğü olmaksızın işçi sınıfı ve halklar kafa karışıklığına, asimilasyona ve tekelleri, mali sermayeyi ve emperyalizmi temsil eden siyasi güçlerin manipülasyonuna direnemeyeceklerdir.

“Günümüzde koşullar, sermaye karşıtı ve antiemperyalist ittifaklar oluşturmak için uygundur. Bu ittifakların emperyalizmin çok boyutlu saldırısına karşı iktidar talebiyle, radikal, devrimci değişimler için mücadele edebilecekleri ortadadır.”

Sözün kısası, epeydir, bu söz yeterli değil, çok uzun zamandır böylesine devrimci söylemlerin ortaklaşa dile getirilişiyle karşılaşmamıştık. “İktidar” sözcüğünün birden çok kez tekrarlanarak kullanılışını, “kapitalizmin devrimlerle yıkılmasından” söz edilişini, kaçırılmaması gereken tarihsel fırsatın vurgulanışını neredeyse unutmuştuk.

Yoksa, erken bir yazı mı oldu bu? Komünist ve işçi partilerinin geçen haftaki toplantısıyla ilgili birkaç haberin dışında bilgiye henüz sahip olmadan yazmış bulundum. Lakin, benim kuşağımdan ve “benim kafada” olanlar için yukarıda özetle aktarmaya çalıştıklarım bile, sevinmek için, umutlanmak için, havaya girmek için, anlatmak üzere bunlardan hangisi seçilirse seçilsin, yeterlidir. Bütün bilgiler ortaya çıktığında, belki de, naiflikte yeni bir rekora imza atmış olduğum ileri sürülebilecektir. Olabilir, varsın sürülsün. Ama, şu anda ulaşabildiğim pek yetersiz bilginin gösterdikleri de öyle bir riski göze almaya değer. Hepsi bir yana, göz bebeğin bellediğini korumak uğruna, ıssızlıkta geçmiş bitip tükenmez yıllardan iyidir! Bize her zaman lazım olan şairlerden öğrendiğimiz gibi, “Burjuvazi kavgaya davet etti bizi/ Davetleri kabulümüzdür.” demeye getiriliyor sanki. Bunu diyebilmek ve buna uygun davranabilmek, her durumda iyidir. Sonunda, en hafif bedeli hayal kırıklığı olacak bir başarısızlık gelse bile!