Dünya Görüşü

Bu deyim, terim demek daha doğru belki, geçen yüzyılda kaldı. Artık onu kullanan yok yok değilse de, kullananların sayısı çok azaldı. Pek az kimse kendi dünya görüşünden söz ediyor söylediğinin, yazıp çizdiğinin, yapıp ettiğinin o dünya görüşünün ürünü olduğunu ya da onun esiniyle ortaya konduğunu belirtiyor. Bununla bağlantılı olarak, karşıtlarının söylediklerine saldırırken onların dünya görüşünden söz etmek, ona saldırmak gereğini duyanların sayısı da bir o kadar azalmış durumda.

Böyle bir durumun ortaya çıkışında, sosyalizmin kaybettiği muharebenin önemli bir etkisinin olduğunu düşünmekte bir yanlışlık görmüyorum. Her konuda söylenecek sözü az çok belirleyen, belirleyen denemese bile, önemli ölçüde etkileyen bir toptancı, toplamcı, bütünlüklü bakış açısının önemli olduğunu ısrarla savunan, sosyalizm olmuştur çünkü şimdi tam yeri geldi, sosyalist dünya görüşü bunu ileri sürmüştür. Onun savunduğu, “insanlığın kurtuluşu” olarak ileri sürdüğü bir toplumsal-iktisadi düzen olarak sosyalizmin muharebeyi kaybedip hiç de düzenli olmayan bir biçimde geri çekilişi, hatta basbayağı perişan ricatı ise bunu izleyen bütünsel yenilginin temeli olmuştur. İlki ikincisinin habercisi, tetikleyicisi, hızlandırıcısı olmuştur da denilebilir. Bu cümledeki üç nitelemenin ve bulunup eklenebilecek benzerlerinin her biri ayrı tartışmaları kışkırtsa ve o tartışmaların yönünü belirlese de, bunların hiçbirinin bir kenara atılabilecek kadar ciddi yanlışlıklar barındırmadığı rahatça söylenebilir.

Bu toplumsal/siyasal yenilginin dünya görüşlerinin öneminin silikleşmesindeki başat rolünü tartışmamakla birlikte, o yenilgiden önce var olup ondan sonra güçlenerek sürüp giden bir ideolojik saldırının yıkıcı etkilerini de ihmal etmemek gerekir. Emperyalizmin yeni döneminin, başka anlatımlarla küreselleşmenin/ globalleşmenin, global/küresel kapitalizmin dünya görüşü demekle, hiç değilse bu kısa yazı çerçevesinde, ciddi bir hata yapmış olmayacağımız post-modernizm bu açıdan önemli bir katkı sağlamıştır. Onun ün kazandırdığı anlatıyla “büyük anlatıların sonunun geldiği” iddiası, güç ve yaygınlık kazanarak eskiden, sosyalizmin egemen olduğu yüzyılda önem verilen dünya görüşlerini, bir dünya görüşüne sahip olmayı, bir dünya görüşünün penceresinden bakmayı önemsizleştirmiştir. Zamanın ruhuna daha uygun deyişler kullanacak olursak, belki bu iddia da dahil olmak üzere, herhangi bir “şey”e önem vermenin kendisini önemsiz ve/veya değersiz kılmıştır böyle bir sonuca katkıda bulunmuştur.

Bu kadar önemsiz bir “şey”in böylesine önemli bir etkiye yol açmasında, örnek olsun, “Batı Marksizmi”nin mi en az kendi coğrafyasındaki toplumsal/siyasal yenilgi kadar hüzün verici bir yenilgiye uğramış “Sovyet Marksizmi”nin mi daha büyük pay sahibi olduğu, hangisinin daha kötü çuvalladığı ise galip ilan edilen kim olursa olsun kimsenin tatmin olmayacağı bir münazaranın konusu olabilir.

Genç kuşaklar için bu “münazara” denilenin ne olduğuna ilişkin birkaç satırlık bir açıklamadan sonra devam etmekte yarar var.

Sözcüğün anlamı araştırıldığında, belli bir konuda önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde tartışma, gibi bir açıklamaya ulaşılabilecektir. Bizim lise çağlarımızda çok yaygındı bizden önceki kuşağın üniversite öğrenciliği döneminde de öyle olduğunu duymuşuzdur. Tartışmacıların ve izleyenlerin düşünce oluşturma, düşüncelerini temellendirme ve konuşarak inandırma yeteneklerini geliştirici olduğunu kabul etmekle birlikte, daha çok, “yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan” yollu çaresiz ikilemleri ortaya atıp katılımcıların “herkes haklı” sonucuna ulaşmalarına ve demagog yetiştirmeye hizmet eden bir tarzda kullanıldığını, kendi yaşantılarıma dayanarak söyleyebilirim.

Şimdi, büyük dünya görüşlerinden ve onların sayısından söz eden, yine geçmişte kalmış bir yazıya değinebiliriz. Uzun yazı ya da kitapçık da denebilecek bu metin, ilk kez 1965 yılında dilimize çevrilip “Sosyalist Dünya Görüşü” adıyla yayımlanmıştı bu yılın başlarında yeni bir çevirisi daha çıktı. Felsefe, sosyoloji, siyaset alanlarında kafa yormuş, uzunca bir süre Fransız Komünist Partisi üyesi olarak kaldıktan sonra 1958’de partiden çıkarılmış ve, 1978’den sonra yeniden yakın ilişkiler kurmakla birlikte, 90 yaşında öldüğü 1991 yılına kadar geri dönmemiş olan Henri Lefebvre idi yazarı. Oradaki bir değerlendirmeyi eğip bükerek bu yazıyı sürdürmek niyetindeyim. Lefebvre, büyük dünya görüşlerinin sayısının üç olduğunu ve bir dördüncüsünün bulunmadığını yazıyordu. Bunlar, onun adlandırmalarıyla, Hıristiyan, bireyci ve Marksist dünya görüşleri idi.

Biraz ya da çokça şematize etmek pahasına, ilkinin soylular sınıfına ve kapitalizm öncesine, ikincisinin burjuvaziye ve kapitalist-emperyalist döneme, üçüncüsünün ise işçi sınıfına ve sosyalizme karşılık geldiğini söyleyebiliriz.

Şimdi, buradan hareketle, biraz fikir jimnastiği yapılabilir.

Bunlardan ilkini, biraz daha genellik, kapsayıcılık katmak için “Hıristiyan” yerine dinsel ya da dinci dünya görüşü diye değiştirebiliriz. Öyle ya, Hıristiyanlık ile, örneğin, İslam öğretileri arasında bir çırpıda küçümsenemeyecek farklılıklar bulunmakla birlikte, her ikisinin temel önermelerinin ciddi ölçülerde benzeştiği anlaşılabilmektedir. Ayrıca, bu dünya görüşünün ikinci sırada anılan “bireyci” dünya görüşü ile bugüne kadar, tam olarak bir kaynaşıp bütünleşme olmasa bile, bir iç içe geçme süreci yaşadığını da ileri sürebiliriz.

Bu durumda, Lefebvre’in değerlendirmesinin bugünkü geçerliliği üzerine bir tartışmaya girmeden, en azından karşılıklı saflaşma anlamında, iki taraf bulunduğu belirtilerek bir sadeleştirmeye gidilebilir: Bir yanda, birbiriyle paslaşan, yardımlaşan, hatta yer yer birbirinin içine giren dinsel/dinci dünya görüşü ile bireyci dünya görüşü vardır. Öbür yanda ise Lefebvre’in Marksizm dediği ve bunu derken bir gün bu adlandırmanın değişeceğine de işaret etmeden geçmediği, sosyalist dünya görüşü bulunmaktadır. İkincisine, sosyalist yerine komünist demenin, hiç değilse siyasal anlamda ve günümüz koşullarında, biraz daha açıklayıcı olduğu da eklenebilir.

Sözün kısası, emperyalizm, kısa sosyalizm yüzyılı olarak tarihe geçtiğini söyleyebileceğimiz yirminci yüzyılın sonunda, emekçi insanlığı ağır bir yenilgiye uğratırken, bir süre, ideolojilerin öldüğünü, büyük anlatıların anlamsızlaştığını ileri sürerek insanların akıllarını çürütmüştür. Ama, bu sürenin epeydir sonuna gelinmiş ve gezegenimizin istisnasız her yerinde sosyalizmin büyük anlatısının gündemin başına yerleştirilmesinin zorunluluk taşıdığı bir döneme girilmiştir. Sosyalizmin emekçi insanlığa sunduğu, onlar için öngördüğü toplum ve hayat kurgusu, geçen yüzyılda birtakım özelliklerinin pek kısa bir süre ete kemiğe bürünmesi dışında hiç yaşanmamış bir eşitlik ve özgürlük ütopyası, düşlerin ya da uzak geleceğin değil, yarının gerçekliği olarak öne çıkarılmadıkça hiçbir kayda değer değişimin mümkün olmadığı bir dönemdir bu.

Sosyalizmi bilinen ve daha bilinmeyen her yolu deneyerek anlatmadan, bu sırada şu anlatmak sözcüğünün yetersizliğini de aşmadan yapılacak iş kalmamıştır. Bu büyük işi çoktandır kırıla döküle tüketilememişlerle yeni yetişenler ve önümüzdeki yıllarda yetişerek kavgaya katılacaklar, bu üç kuşak mücadeleci, bir arada yapmak durumundadır. Yazılı, sözlü ve görüntüye dayalı her türlü araç-gereci kullanarak, onların yardımıyla çok farklı niteliklerde ürünler yaratarak ve o ürünlerin tek tek insanlarla, irili ufaklı topluluklarla ve yığınlarla buluşup maddi bir güce dönüşmesini sağlayarak…