Değnek

Geçende, daha iki gün bile dolmadı, akşam vakti ana haber bülteni izlemek üzere o saate uygun bir kanal arıyorum, biraz da gecikmiş olmanın telaşıyla, yanlış bir tuşa bastım ve “5N1K” adındaki programla karşılaştım. Yapımcısı bana sevimli görünen bir çocuktur daha da önemlisi, birçok kez yararlı, öğretici bölümlerine rastlamışımdır. O yüzden, dur bakalım, dedim.

Dememe kalmadı, Elif Shafak Hanımefendi ekranda belirdi. Aşk ve aynı adı taşımakla birlikte roman olduğu rivayet edilen kitabı konu ediliyormuş meğer. Eh, zaten gecikmiştik, birincil haberler geçmiştir ve iş magazine dökülmüştür, burada biraz takılabiliriz.

Shafak hanımın da havası şusu busu yerindeydi.

Havası derken, bu söze, hemen herkesin aşağı yukarı bir anlam vereceğini biliyorum. Herkesin alışkanlıklarına, önceliklerine uygun bir anlam yakıştırılacaktır. “Şusu busu” demekle de, o belirsizliği biraz daha çoğaltmakla birlikte, belki, ileriki satırlarda buraya geri dönerek bir parça daha açıklık getirebileceğimizi umuyorum.

Umuyorum da, daha cümleyi tamamlamadan, iyimserliğin dozunu kaçırmış olduğumu fark ediyorum. Şusu ve busu ne olabilir? Giyimi kuşamı, yüzü gözü, saçı başı… Böyle düşünmekle haksızlık etmiyoruz, kendi beklentilerinde farklı yakıştırmalarda bulunmuyoruz herhalde. Oralarına bakınca, genel olarak havasının yerinde sayılabileceğini söylemenin yettiğini, şu ile bu’dan devam edilince hanımefendi için durumun kötüye gittiğini saptamak güç olmuyor.

İşte böyle kaptırmış giderken, olağanüstü bir bilgi ile karşılaşıyorum ve hayatımın o anı birdenbire yön değiştiriyor.

Sözünü ettiğim bilginin ne olduğunu yazmadan önce, okurların izniyle, hemen önceki cümlede yaratılmış metaforun benzersizliğine dikkat çekmek istiyorum: Bir bilgi ile karşılaşılınca hayatın anlık akışının birden değişmesi! Olgunun kendisini gözleyen özne üzerinde dönüştürücü etkiye yol açtığı söylenir ya, ben de, Nobel kazanmış ve neden hâlâ kazanmadığını sorgulamayanların çok yanıldıkları yazarlarımızın yapıp ettiklerini gözlemlerken dönüşüme uğruyor, bir tür kıskaçlığa ve özenmeye kapılarak öykünüyor olmalıyım yoksa, nereden çıkmış olabilir böyle bir yazı ustalığı!

Benim hayatımı değiştiren, o kadar olmasa bile, kafamı alt üst eden bilgi şuydu: Shafak Hanımın söz konusu kitabı 475.000 adet satılmış. Böyle durumlarda adettendir, bir de yazıyla belirtelim: dörtyüzyetmişbeşbin. Aslında ayrı ayrı yazılması gerekirse de muhasebe ile ilgili olduğunda böyle bitişik yazılmasına cevaz verilir çünkü, böylece araya başka sayılar sokularak sahtekârlık yapılması önlenmiş olur. Burada muhasebeyle, parayla pulla ilgili bir konudan söz ettiğimizse bellidir.

Ben böyle yüz binler karşısında sanki sarhoş olmuşken bir de şu bilgi ile karşılaşmayayım mı? Meğer, bu yarım milyona yakın satan kitabın kapağının rengi sorun oluyormuş. Böyle bir duyum gelmiş Shafak hanıma. Sorun, delikanlı okurların sorunu. Pembe kapaklı bir kitabı satın almak, hadi yanılıp satın aldın, bir de onu elinde taşımak delikanlıyı çizer elbet. Öyle ya, pembe renk taşıyan delikanlı olur mu, olsa olsa, hanımlarla ilgilenmekle görevli Bakan hanımın dediği gibi, tedaviye muhtaç hasta olur, delikanlı ağzıyla söylersek, ne olur, onu geçelim.

Bunun üzerine, Shafak Hanım müdahil olmuş, son yetmişbeşbin miydi neydi, doğrusu onu tam hatırlamıyorum, o kadar adedinin kapağının değiştirilerek gri renkli basılmasını sağlamış. Öylece, delikanlılığına düşkün okurlar da gönül rahatlığıyla alıp ellerinde taşıma şansına kavuşmuşlar. Bu durumda, ülkemizdeki delikanlı nüfusun yoğunluğu da hesaba katılırsa, o yarım milyonun tez zamanda kaçla çarpılacağını varın siz hesaplayın.
İşte bu son bilgiyi de öğrenince, kimde can kalır artık!

Bende de kalmadı zaten ve şu karara vardım, karar diyemesem de, aklımdan geçirdim. Evet, geçirdim, yemin ediyorum.

Bir değnek edinsem, Ankaralı olduğuma göre, bizim buraların kitapçıların bulunduğu sokaklarında stratejik bir noktaya konuşlansam ve gelip geçeni durdurup sorsam:
“Elif Shafak’ın Aşk adındaki kitabını satın aldınız mı?”

“Aldım” diyene bir değnek vursam ve devam etsem:

“Peki, şöyle baştan sona, güzelce de okudunuz mu?”

Okudum, diyene, bir değnek daha.

Kuşkusuz ikincisinin çoğu durumda gerekmeyecek oluşunun yanı sıra, bu değnekler, ancak sevecen bir ilköğretmenin gaddarlığıyla vurulacağına göre, fazla yorgunluk vermeyebilir. Ama, yarım milyondan bizim o sokaklara da epeyce bir kalabalık düşeceği besbelli olduğu için, azbuz emek de gerektirmez.

Onca emeğe değmez diye vazgeçtim.

Ayrıca, isteyen istediği köprüden geçsin kimileyin Deli Dumrul’luk gerekirse de yeri burası değildir.