Samir Amin

Samir Amin’i 12 Ağustos 2018, saat 16.18’de kaybettiğimizi Fikret Başkaya’dan öğrendim.

20’nci yüzyıl Marksizminin önde gelen isimlerinden biridir. Katkılarını yüzyılımıza da taşımıştır. Her anlamda enternasyonalist bir aydındı. Bu özelliğini yakından bilen dostu Fikret, biraz da Türkiyeli olduğunu doğrulayacaktır. 

Samir Amin benden dört yaş büyüktü. Yıllar boyunca yollarımız birkaç kez kesişti. 

İlk karşılaşmamız 1983’te gerçekleşti. 12 Eylül rejimi, bizleri üniversitelerimizden uzaklaştırmıştı. Samir Amin, o tarihlerde hem Paris VIII (Vincennes) Üniversitesi’nde profesör, hem de Dakar’daki Üçüncü Dünya Forumu’nda direktördü. Türkiye’den meslektaşlarına dayanışma gösterdi. İki kurumun ortaklaşa düzenlediği (“Akdeniz ülkelerinde gelişme sorunları” konulu) bir araştırmaya ve raporların tartışıldığı Napoli’deki sempozyuma Türkiye üniversitelerinden uzaklaşan dört iktisatçı davet edildi. Bu sayede Amin ve çevresiyle tanıştım. Orada oluşan bağlantılarım, bir yıl sonra Zimbabwe’de (Harare Üniversitesi’nde) iş bulmamı mümkün kılacaktı.  

Samir Amin, ilk toplantısı 2001’de Porto Alegre’de yapılan Dünya Sosyal Forumu’nun kurucularındandır. Bu Forum’un 2004’teki Mumbai toplantısında Amin’le tekrar karşılaştım, aynı panelde yer aldık. Belki o yıl Mumbai’de, belki de bir yıl sonra Manila’da bir kongre sonrasında eşi Isabelle’in de katıldığı uzun bir sohbetimiz oldu; Fikret Başkaya’nın kulaklarını çınlattık.  

Son olarak da Ağustos 2014’te (ölümünden tam dört yıl önce) Orta Doğu sorunlarının tartışıldığı ODTÜ’deki bir kongrenin açılış bildirisini Samir Amin sunmuştu. Benim bildirimin yer aldığı oturumun başkanı da Amin’di. Oturum sonrasında birlikte kahve içtik; günden güne bozulan “dünyanın hali” üzerinde uzun uzun konuştuk. 

*** 

Samir Amin’in yapıtlarını, katkılarını değerlendirmek bu yazının sınırlarını aşacaktır. “Kimdir?” sorusu ile başlayan birkaç tespit ile yetineceğim.

Marksist bir sosyal bilimci, komünist bir aydın, enternasyonalist bir militan, Türkiye’deki yayıncısı Yordam’ın yakıştırmasıyla, “Üçüncü Dünya halklarının Marksist sesi”… Samir Amin, bunlardan hangisidir? Hepsi birden, belki daha da fazlası… 

“Ne ekleyebiliriz?” diye düşündüm. Bendeki kitaplarını çıkardım; birkaç kayıp olduğunu fark ettim; yine de 1970’le 2008 arasında yayımlanmış dokuz kitap çıktı. Başlıkları bir yana, sadece konularını sıralayarak Amin’in katkılarının geniş yelpazesi, tekrar dikkatimi çekti: “Dünya ölçeğinde birikim”, “köylü sorunu ve kapitalizm", “değer yasası ve tarihsel maddecilik”, “eşitsiz değişim ve dönüşüm sorunu”, “çürümüş kapitalizm”, “emperyalizm ve küreselleşme”, “modernite, din ve İslam”, “sosyalizmin geçmişi, geleceği”, “liberalizmin eleştirisi”…  

Wikipedia’dan yayın listesine baktım; altmışa yakın kitabı var. Fark ettim ki, konulardaki çeşitlilik belli bir bütünlük taşımaktadır: Bütünüyle dünyanın hali eleştirilmektedir. 

“Bütünüyle dünya…” ifadesi, galiba belirleyicidir. Amin, ömrü boyunca çok sayıda “ülke araştırması” yapmış; bunları kitaplaştırmıştır. Adlarını vererek incelediği ülke sayısı 10’dur. Aynı zamanda ısrarla ülke sınırlarının da dışına geçmek; “bütünüyle dünyaya ulaşmak” çabası içindedir: Batı Afrika, Arap dünyası, Magrib, ABD hegemonyası, dünyanın Amerikanlılaşması, Avromerkezcilik, küresel tarihe Güney’den bakış, çağdaş kapitalizm, kapitalizmden sosyalizme uzun geçiş…

Okuduğum, tanıdığım Samir Amin, Arap’tır, Fransız’dır, Mısır’lıdır, Afrika’lıdır; ama hepsinden öte dünyalıdır… 

“Bütünüyle dünyaya ulaşmak” için de coğrafî genişlemeyi, betimleyici genellemeleri aşan kuramsal bir pusula ve/veya uzmanlaşma gerekecektir. Kuramsal pusula, Marksizm olmuştur. Amin, "bir uzmanlık alanına yerleştirilmeyi” reddedecektir; ama, bana kalırsa, en çok “politik iktisat” yakışır. Tarihsel maddeciliği de Marksist politika iktisatla birleştirmek şartıyla… Bu “birleştirme” önerimi kabul etmeyeceğini de biliyorum. 

Peki, bu kapsamda bir araştırma gündemi olabilir mi? Amin, imkânsız görünen böyle bir gündemi üstlenmiştir. Nasıl? Ülkelerden dünyaya uzanan coğrafî genişlemeyi, yazının başında değindiğim, “değer yasası”, “köylü sorunu”, “tarihsel maddecilik” gibi Marksist kuramın sorunsallarıyla bütünleştirerek… 

“Bütünüyle dünyanın halini eleştirmek”, ancak böyle yapılabilirdi.  

*** 

Bu türden, adeta “sınır tanımayan” araştırma gündemine Samir Amin nasıl, hangi sorularla başladı?   

Bir ipucu 1957 tarihli doktora tezinde var. Tezin tam başlığına göz atalım: Pre-kapitalist ekonomilerde uluslararası entegrasyonun yapısal etkileri: Ekonomilerin azgelişmişliğine yol açan mekanizmalar üzerinde teorik bir inceleme… Bu uzun başlıktaki “teorik” sözcüğü önem taşıyor ve Marksist kuramın rehberliği akla geliyor. Bu türden bir konu, Anglo-Sakson üniversitelerinde bir doktora tez çalışması olarak kabul edilemezdi. Fransa’da ise böyle bir tezin yönetimini, olsa olsa François Perroux özelliklerinde bir iktisatçı üstlenebilirdi. Öyle de olmuştur. 

Samir Amin, “teorik bir inceleme” olarak başlattığı bu konuyu, 1970’te ilk önemli yapıtına dönüştürdü: Dünya Ölçeğinde Birikim.

İki ciltlik, toplamı 948 sayfalık bu yapıtın özelliği, bölümlerinin sıralanmasıyla ortaya çıkıyor: 

  • Giriş
  • Eşitsiz uluslararası uzmanlaşma ve uluslararası sermaye akımları
  • Çevresel kapitalizm biçimleri
  • Çevre kapitalizmine geçiş; üretim biçimleri ve pre-kapitalist formasyonlar
  • Çevre kapitalizminin gelişimi: Azgelişmişliğin gelişimi
  • Çevrede sosyal formasyonlar
  • Çevrede parasal mekanizmalar ve dünya para sistemi
  • Çevrede ödemeler dengesinin uyumu
  • Sonsözler

Bu kapsamlı, ihtiraslı gündem, Samir Amin’i üç büyük akımın kesişme noktasına yerleştirecektir: Marksist emperyalizm kuramının Monthly Review çevresi tarafından güncelleştirilmiş uzantısı, Prebisch ve A.G. Frank’ın temsil ettiği Latin Amerika bağımlılık yaklaşımı ve Wallerstein ile Arrighi’nin damgasını taşıyan dünya sistemi okulu

Sonraki yapıtlarının, katkılarının büyük bölümü, bu başlangıç çerçevesinin türevleridir. 

Bütünüyle dünyanın hali” bu türevlerle eleştirildi. Ne derecede tamamlandı? Ne kadar başarıldı? Elbette tartışılacaktır.

*** 

Samir Amin, tarihsel ve güncel kapitalizmin incelenmesini, eleştirilmesini, eylemci olarak da sürdürdü. Üniversite öğrenciliği yıllarında Fransız Komünist Partisi üyesi oldu; başka devrimci çevrelerde de yer aldı. Merkez /çevre ikilemine ve bağımlılık sorunlarına açılımı yukarıda değindiğim doktora teziyle başladı. Sonuç, “Üçüncü Dünya”ya” dönük bir siyasî ve iktisadî çağrı da içerir: “Merkez”den (emperyalizmden) kopma… 

Aynı yıllarda Asyalı öğrencilerden bir başka Marksist militanla olası tanışıklığı, yıllar sonra Samir Amin’den “hesap sorulması” ile sonuçlanacaktı. Kamboçyalı Khieu Samphan, Amin’den iki yıl sonra 1959’da Paris’te doktorasını sunacak; tezinde Samir Amin’in iki yıl önce bitirdiği doktora tezine referans verecek; ülkesine dönecek; on altı yıl sonra kurulacak olan Demokratik Kampuchea devletinin (Kızıl Khmer’ler rejiminin) cumhurbaşkanı olacaktır. 

Rejimin fiili lideri Pol Pot’un “emperyalizmden kopma” amacıyla yürüttüğü kıyımdan Kızıl Khmer’ler yıkıldıktan sonra Samphan da sorumlu tutulacak; yargılanacaktı. Amin’le beş  yıl önce ODTÜ Kongresi sonrasındaki sohbetimizde, “Samphan’ın 1959 tezinde bağımlılık sorununa yaklaşımı, Kamboçya’daki kıyımın nedeni olarak gösterilecek; bu çapraşık bağlantılar, benim de Kızıl Khmerler kıyımının fikir babası olarak suçlanmama yol açacaktı” diye yakınmıştı. 

1960’lı yılların ikinci yarısında Çin ve SSCB komünist partileri ve sosyalist düşünürler arasındaki ayrışmada, Amin, Monthly Review çevresi ile birlikte Mao’cu tezlere yakın durdu. Sovyet sosyalizminin çöküşünden sonra da, ÇKP ile gönül bağlarını, hatta iletişimini korudu. Ancak, ÇKP’nin resmî söyleminde “Çin’e özgü sosyalizm” olarak nitelendirilen sistem, ona göre “devlet kapitalizmi”dir ve “sosyalizmin kuruluşu çok uzun bir yol olacaktır.” 

Üçüncü Dünya’nın sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadelesini temsil eden 1955 Bandung Konferansı’na, Bağlantısızlar Hareketi’ne büyük önem verdi. 1990’lı yılların sonunda yeşeren küreselleşme karşıtı akımın sözcülerinden biri oldu. Anti-emperyalist mücadeleyi daima anti-kapitalizmle birlikte ele aldı; reel sosyalizmin çöküşünü izleyen anti-komünist dalgaya direndi; “yeni sol” akımlara mesafeli kaldı. 

*** 

Geçen yıl kaleme aldığı metinlerden biri bir çağrıdır: “İşçi sınıfının ve dünya halklarının Enternasyonali’ni yeniden inşa etmek zorundayız”  başlığını taşır. 

Çağrının ana mesajını özetleyeyim: Çağdaş emperyalist kapitalizm, sürdürülemeyecek özellikler kazanmıştır. Bugünkü sistem-karşıtı muhalefet yetersizdir. Kapitalizme karşı önce direnmek; sonra da ona son vermek için örgütlü, kolektif bir müdahale gerekmektedir. Bu örgütlenme İşçilerin ve Dünya Halklarının Enternasyonali biçiminde oluşmalıdır

Amin, bu mücadele örgütünü iki tarihsel akımın bileşkesi olarak öneriyor: Birincisi, kapitalizme karşı 19’uncu yüzyılın uluslararası mücadelesini simgeleyen ve nihaî ürünü Ekim Devrimi olan İşçi Sınıfı Enternasyonali’dir. İkincisi ise 20’nci yüzyıl emperyalizmine karşı kurtuluş hareketleri. Bu ikinci akımın en parlak ürünü, anti-emperyalist mücadeleyi sosyalizmle birleştiren Çin devrimidir: 

İşçi Sınıfının ve Dünya Halklarının Yeni Enternasyonali ise sentez olarak önerilmektedir.

Ölümünden üç ay önce yayımladığı bir başka “çağrı” da var: “Finansal Küreselleşme: Çin Katılmalı mı?

Sermaye hareketlerini ve finansal sistemi serbestleştirme adımlarının, Çin ekonomisinde yaratacağı olumsuz sonuçları ayrı ayrı inceleyen bu metin, ÇKP’ye yönelik bir “çağrı” ile son bulmaktadır: “Finansal küreselleşmenin dışında kalmak, sizin önemli bir silahınızdır; bu silahı düşmana vermeyiniz!” 

Marksizmin çağdaş bilgeleri katına çıkmış olması, Samir Amin’e bu tür çağrıları yapma hakkı vermekteydi. O da son yıllarında gereğini yapmıştır.  

Samir Amin’i sevgiyle, saygıyla, teşekkürlerle anıyorum.