Krizler: Oralarda ve Bizim Buralarda

Dünya ekonomisindeki belirsizlikler bir türlü giderilemedi. "Gidişat" üzerinde de her kafadan ayrı bir ses çıkmaktadır. Bu durumda ben de aşağıdaki beş sorudan hareketle birkaç dağınık gözlem yaparak kervana katılacağım.

***

Finansal kriz bir büyük bunalıma dönüşecek mi?

Amerika'da ipotekli gayri menkul sektöründe patlak veren kargaşanın adım adım yaygın bir finansal krize dönüşerek Avrupa'ya da taşındığı malûmdur. Bu kriz bir adım daha ilerleyerek Kuzey Amerika'nın tümünde, Batı Avrupa'da ve Japonya'da milli gelirleri de aşağıya çekmektedir.

Bu gerilemenin birkaç yıla yayılan derin bir bunalıma dönüşme olasılığı şimdilik zayıf görünüyor. İki neden var: Birincisi, finansal krizin çevre ekonomilerine yayılması gecikmiştir daha da gecikir ve sınırlı kalırsa, metropollerdeki iniş, dünya çapında bir çöküntüye yol açmadan frenlenebilecektir. İkincisi de, önceki bunalımlarda uygulanmayan güçlü makro-ekonomik savunma mekanizmaları artık kullanılmaktadır. Bunlar, büyümeye dönüş için yetersizdir ancak gerilemeyi frenleme bakımından etkilidir.

***

Kriz çevre ekonomilerine yayılmakta niçin gecikiyor?

İki yayılma kanalı var. Birincisi işlemeye başladı bile: Metropollerdeki ekonomik gerileme, çevre ekonomilerinin ihracatını aşağıya çekmektedir. Sonuçları henüz tam ortaya çıkmadı.

İkinci yayılma kanalı, metropolden çevreye sermaye girişlerinin durması hatta tersine dönmesi ile gerçekleşir. Bu, henüz yaygınlaşmadı aksine 2008'de "yükselen piyasa ekonomileri"ne giden fon akımlarının daralmayacağı tahmin ediliyor.

Metropollerin finansal piyasalarında zarara uğrayan büyük oyuncular kendilerini iki farklı yöntemle korumaya kalkışırlar. Zararlar çok artmamışsa, çevredeki finansal piyasalardaki yüksek getiriler, bilançolarının düzeltilmesine imkân verir. Şimdilik bu tepki türü gözleniyor çevreye sermaye akışları sürdürülüyor. Buna karşılık, zararlar finansal kuruluşları iflas eşiğine sürükleyecek boyutlara ulaşmışsa, son çare, çevredeki yatırımların derlenip toplanmasıdır. O zaman, finansal krizler "yükselen piyasalar"a da tam gaz taşınmış olur. Şimdilik bu aşamaya gelinmedi. Yarın ne olur? Bilemeyiz.

***

Krizin ilacı, orada farklı bu tarafta farklı... Neden?

Evet, "orada", yani ABD'de, finansal kriz çok yüksek kamu ve cari işlem açıkları gerçekleşirken gündeme geldi. (IMF müdahalesinin tipik koşulları...) Ne var ki, ilaç, IMF reçetelerinde değil, faizleri aşağıya, kamu harcamalarını yukarıya çeken genişleyici makro-politikalarda arandı.

"Bu tarafta", yani 1997-98'de Doğu Asya'da, 2001'de Türkiye'de ise, finansal krizlere karşı uygulanan reçete, Amerikan ilacının tam tersi idi: Daraltıcı para ve maliye politikaları, yani yüksek faizler ve kamu maliyesinde astronomik bir faiz dışı fazla...

Neden bu fark? Amerika Irak'tan askerlerini çekerse (çektiğinde) emperyalizmin son bulacağını sananlar için yanıtlayalım: "Buralarda" içmek zorunda kaldığımız sözü geçen "farklı ilaçlar"ın ardında emperyalizm vardır.

***

Kârlar patrona, zararlar devlete... Bu nasıl kapitalizm?

Batan dev bankalar devletleştirildi. Merkez bankaları, dev finansal şirketlere negatif faizle ve teminat aramadan neredeyse sınırsız kaynak aktardı. Öte yandan konut kredi taksitlerini aksatan emekçilerin evleri ellerinden alındı.

Burjuva iktisadının özünü algılayamayıp, lâfzını, yani "serbest piyasa" efsanesini, rekabetçi piyasalar masalının "ölen ölür, kalan sağlar bizimdir?" ilkesini ciddiye alan safdiller şaşırdılar: "Zenginlerin işine gelince sosyalizm yolsuzluk" diye ağlaştılar.

Kapitalizmin özü budur ve burjuva devletinin ana ekonomik görevi de büyük sermayeyi gözetmektir.

Çevre ekonomilerine, örneğin 2001 krizi Türkiyesi'ne gelince, IMF baskısıyla yabancı bankaların bizim batık bankalardan alacakları devletçe üstlenildi. Bunları hemen ödemek için de, yukarıda söylediğim "yanlış ilacı içme" koşuluyla IMF kredileri verildi. Taksitlerini hâlâ ödüyoruz.

Bu farklılılaşmanın nedenlerini arayanlara, bir kez daha emperyalizmi hatırlatalım.

***

Amerika'yı kim kurtardı bizi kimler batırdı?

ABD finansal çalkantıya sürüklendikten sonra dış dünyadan, Çin'den, Japonya'dan, Orta Doğu'dan bu ülkeye sermaye hareketleri büyük boyutlarda sürdürüldü hatta çeşitli biçimlerde arttı. Böylece, Amerikan faizleri yükselirken doların değer yitirmesi gibi bir felâket senaryosu gündeme gelmedi.

Bizim buralardaki krizlere gelince, bunlar esasen sermaye kaçışlarıyla patlak verir. Ardından hem devalüasyon, hem de astronomik düzeylere tırmanan faizler...

"Bu kadarcık" farka şaşırıyorsanız, emperyalist sistemin egemen ve bağımlı kutupları arasındaki simetrik olmayan ilişkilere hâlâ alışamadığınız anlaşılıyor.