Faşizme muhalefet potansiyeli

İslamcı Rejime “Yumuşak” Geçiş

“Akıl için yol birdir…”  Bu özdeyişin güç koşullarda “sosyalist akıl” için geçerli olduğunu düşünüyorum.

Örneğin İslamcı faşizme geçiş sürecini en erken algılayanlar sosyalistler oldu. “İslamcı”  nitelendirmesinde çekinceler oluştu; ama, “otoriterleşme, tek adam yönetimi” gibi teşhislerin yetersizliğinde birleşildi.  Sermayenin ve emperyalizmin genel çıkarlarıyla tam uyum sağlayan; iktidara kalıcı olarak yerleşmeyi şiddet yöntemleriyle, anti-demokratik yasalarla güvence altına almayı hedefleyen  bir baskı rejimi faşizmdir.

Son on dört  ayın OHAL/KHK düzenlemeleri ile bu baskı rejimi, adım adım yerleşmektedir.

Bu süreç içinde  AKP’nin stratejisinde bir değişiklik olduğunu düşünüyorum. İslamcı rejime, küçük, iddiasız adımlarla (adeta “çaktırmadan”) geçmek daha güvenli görülmüş olsa gerek. KHK düzenlemeleri, yönetmelik revizyonları, merkezî/yerel yönetimlerdeki (müftülere nikah yetkisi, okullara mescit, yeni eğitim müfredatı, Cuma namazına uyarlanan mesai, kadınlara ayrı otobüs gibi) kimi uygulamalar örnektir.

Bunlara resmî çevreler tarafından açıkça sahiplenilmeyen  sembolik (heykel kırma, “dekolte” kadınları taciz gibi) saldırılar eklenmelidir. İktidar ile “muteber” cemaat / tarikat çevreleri arasında örtülü-açık işbölümü, işbirliği, eşgüdüm akla geliyor.

Mevzuatta, yargı içtihadında, uygulamalarda  küçük revizyonlar, hukuk sistemini fiilen  şeriata yaklaştıracaktır. Sokaklardaki yobaz baskıları, resmî dairelerde yaygınlaşan ayrımcı uygulamalar, insanlarımızı “belâya bulaşmamak, rahat etmek” için İslâmî hayat tarzına sürükleyecektir.

Bu dönüşümler,  hukukî, toplumsal ve güncel hayatın fiilen veya kurumsal olarak kalıcı öğeleri haline geldiğinde; bunlara alışıldığında rejim de değişmiş olacaktır.

İslamcı bir anayasa metnine gerek yoktur.

Anayasa Referandumunu Hatırlayalım

Bu programın kritik bir zafiyeti var: İktidar, programın gerçek amacını açıklamaktan kaçınmaktadır. Açıklansaydı, kabul görmeyeceğinin farkındadır. Zafiyet, programın kendisidir. AKP, bu yüzden gerçek gündemini, programın kritik aşaması olan Anayasa Referandumu sırasında itinayla gizledi. Anayasa revizyonunun, “Türkiye’yi bölmek, parçalamak isteyen karanlık güçlerin, terörün yenilgisi”; “millî birlik, beraberliğin sağlanması”; “Türkiye’nin güçlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması…” gibi yüce amaçlar için yapıldığını ileri sürdü.

Ana muhalefet ise “otoriter rejim” vurgulamasına odaklandı. “Hangi amaçla, neyi gerçekleştirmek için…” sorusunu yanıtlanmadı.

Referanduma sunulan 18 maddelik anayasa taslağı, aslında iki stratejik hedef üzerinde odaklanmıştı.

Birincisi, İslamcı bir rejime geçişin hızlandırılması; ikincisi, Türkiye’yi yönetecek olan Cumhurbaşkanı’na süresiz dokunulmazlık sağlanması… Rejim değişikliği, Cumhurbaşkanı’nın hemen hemen sınırsız yetkileri sayesinde gerçekleştirilecektir.

On dört aylık OHAL/KHK düzeni, 2019 sonrasında Cumhurbaşkanı’nın neler yapabileceğine dair  ipuçları verdi. Bunları iki yıl sonrasına taşıyın; İslamcı düzene yumuşak (“çaktırmadan”) geçiş yöntemlerini genişletin; rejim değişikliği hızla  gerçekleşmiş olacaktır.

Meclisi feshetme yetkisi, Cumhurbaşkanı’nın süresini uzatma  imkânı da sağlamaktadır. (Madde 11 ile 1982 Anayasası’nın değiştirilen 116. maddesi).  Süreleri üst üste ekleyebilen herkes farkındadır ki, bu düzenlemeler, bugünkü Cumhurbaşkanı’na (belki de) ömür-boyu dokunulmazlık sağlayabilmektedir.

Niçin süresiz dokunulmazlık? Aralık 2013’te açığa çıkan ve AKP’nin zirvesinden kaynaklanan yolsuzluk dosyaları, belgeleri, TBMM’de iktidar partisinin oylarıyla ört-bas edilmiştir; ama kapatılmamıştır. Süresiz dokunulmazlık arayışlarının bu bilançoyla ilgili olduğunu (başta AKP’liler) herkes biliyor.  

“Seçilmek şartıyla…”  diye itiraz edilebilir. Ancak, 2015’te hükümete biat eden YSK örneği ve süregeleceği anlaşılan OHAL/KHK rejimi altında hesap budur.

AKP Programının Zafiyeti

Yukarıdaki kritik tespiti tekrarlayayım: Cumhurbaşkanı ve AKP kadroları, sözünü ettiğim İslamcı rejime geçiş ve süresiz dokunulmazlık hedeflerinin açığa çıkmasını istemediler.

Sonraki iki yıla da bakınız: İslamcı rejime geçişi açıkça, adını koyarak savunamıyorlar. Cumhuriyetçi tepkiler sertleştikçe ya geri çekiliyorlar; ya da “yanlış yorumluyorsunuz, önemsizdir” tevillerine geçiyorlar. “İslâmî sokak baskısı” açıkça benimsenemiyor; “bizimle ilgisi yok” diye geçiştiriliyor.  Fırsat doğduğunda, belki farklı kapsamda yeniden deniyorlar.   

Niçin böyle? Çünkü, Türkiye toplumunun çoğunluğunun, hâlâ Cumhuriyet değerleri ile barışık olduğunun farkındalar. Halk Müslümanlığı’nın, siyasî İslam tarafından fethi, henüz tamamlanmadı. Referandum öncesinde CHP’nin, “Cumhuriyete, laikliğe, Atatürk’e karşısınız; İslamcı rejim istiyorsunuz …” suçlamalarından uzak durması onları rahatlattı. Fark ettiler ki, Cumhuriyet ilkelerine dayalı bir muhalefet sürdürülseydi, Anayasa taslağının açık-ara reddedilmesi olasıydı.  

“Dokunulmazlık” öğesinin yolsuzluklarla bağları ise, “17/25 Aralık FETÖ tezgâhıdır” söylemiyle bir süre gündem dışında tutulabildi. Zafer Çağlayan’ın New York Federal Mahkemesi’nde sanıklığı, iktidarı paniğe sürükledi; şamatayla geçiştirilmesi güçtür.

Anti-faşist Muhalefet Potansiyeli

AKP stratejisinin başarısı, açığa çıkarılmamasına, teşhir edilmemesine bağlıdır. Halk çoğunluğu, bu iki ayaklı programa onay veremez.

Yolsuzluklara karşı çıkmak, “yurttaşlığın icabıdır”; normaldir. Ancak, yurttaşlık bilincindeki aşınmayı ve suçlamaların “FETÖ tertibi, dış komplolar” türü söylemlerle sulandırılmasını önlemek gerekir.

Cumhuriyetçilik ise, İslamcı faşizme karşı muhalefetin doğal, birleştirici öğesidir.

Bu iki öğeden oluşan muhalefet potansiyeli güçlüdür; ama, fazlasıyla yaygındır, rengârenktir; bazıları kavgalıdır.

“Vatan bölünmez” ilkesini, anti-emperyalist konumlar ve bağımsızlık tutkularıyla birleştiren sert milliyetçi renkleri ve Kürt hareketinin demokrat, laik öğelerini içerebilir.  Aydınlanmacılar, sosyalistler, radikal, katıksız demokratlar,  İslamcılığa savrulmamış liberaller buradadır. Büyük çoğunluk, Alevîliği de kapsayan Müslüman kimlik taşımaktadır. AKP-dışındaki İslamcı siyaset çevreleri bu blokun dışındadır.

Bu kalabalıktan, karmaşık yelpazeden etkili bir muhalefet platformu çıkabilir mi? Çıkarsa, AKP programı önlenebilecektir.

CHP’nin Özgünlükleri

İdeolojik akımlardan partilere geçtiğimizde CHP ayrıca önem taşır. Bu partinin, örgüt tabanı, üyeleri, seçmenleri, milletvekillerinin çoğunluğu, aydınlanma ve Cumhuriyet değerlerine ödünsüz sahip çıkar. Bu özellikleri güncel siyasete taşıyan bir CHP, İslamcı faşizmi frenleyecek olası bir platformun önemli  bir öğesi olur.

İslamcı rejime ve yolsuzluklara karşı çıkan bir muhalefet platformu, CHP’nin doğal, geleneksel çizgisidir. Ne var ki Parti’nin üst yönetiminde sıkıntı vardır. İslamcı cephenin saldırıları karşısında  “savunma refleksleri” oluşmuştur; bir türlü aşılamamaktadır. AKP muhalifi İslamcılarla bir “demokrasi ittifakı” ısrarla aranmaktadır.

Çok sayıda örnek var. İkisine değinmekle yetineyim.

İlk örnek, CHP’nin Eğitimin Üç Şartı: Bilimsellik, Adalet ve Laiklik başlıklı 7 Eylül çalıştayı ile ilgilidir. Çalıştay başlığı, İslamcı faşizme muhalefette doğru teşhisi içermiştir. Bildiriler, katkılar, AKP’yi savunmaya zorlayacak çizgidedir.

Ne var ki, çalıştayı uzunca (altı sayfalık) bir sunuş ile açan Genel Başkan, konuşma metninde, “laik” ve “laiklik” sözcüklerini bir  kez bile kullanmamıştır.

Beşerî sermayenin, öğretmenlerin  önemi, eğitim reformunda uzmanların rolü, özel okulların sorunları, köy enstitüleri” gibi  önemli konulara değinmiştir; ama, çalıştayın üç ana konusundan biri olarak ilan edilen laiklik kavramından, sözcük olarak dahi uzak durmuştur.  Anlaşılan Genel Başkan, birkaç yıl önceki “laiklik tehlikede değildir” görüşünü hâlâ korumaktadır.

İkinci örnek, Adalet Yürüyüşü’nden sonra Kılıçdaroğlu tarafından okunan Maltepe Manifestosu ile ilgilidir. Burada, en azından, “eğitimde laiklik ilkesinin aşındırılmasına son verilmeli” talebi yer almaktadır. Ne var ki, bu değinme, laikliği, “din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi” olarak gösteren bir tuhaf ifadeyle birlikte yer almaktadır.  

Dahası, bugünün ortamında laiklik talebi, eğitimle sınırlı olamaz. Devletin, kamu yönetiminin, toplumsal ilişkilerin  ve günlük hayatımızın din kurallarından ve baskısından arındırılması gündemini kapsar. “Din ve vicdan özgürlüğü” çerçevesinde anlaşılan bir laiklik anlayışı ise, İslamcı doktrinin tipik bir aldatmacasıdır.

Muhalefet Potansiyeli Nereye?

AKP’nin stratejik hedefleri dikkate alınırsa, anti-faşist potansiyelden hareket eden ortak bir mücadele platformu sadece iki öğede birleşebilir: Cumhuriyetçilik ve devletin yolsuzluklardan arındırılması…

Bu türden bir platformda birleşen çeşitli akımlar, bu muhalefet gündemiyle sınırlı kalamaz. Türkiye siyasetine ayrıca, kendi programları doğrultusunda da müdahale edeceklerdir.

Örneğin sosyalistler, OHAL’i emekçilerin tarihsel kazanımlarını tasfiye için bir fırsat olarak kullanan sermaye çevrelerini teşhir edecek; AKP’nin Orta Doğu saldırganlığının emperyalizmle yakın işbirliğinden kaynaklandığını hatırlatacak; iç ve dış sermaye çevrelerinin yeni bir “ılımlı İslam” arayışına karşı çıkacaktır.

En azından ümit edelim ki bu önemli ayrışmalar, İslamcı faşizmle mücadelenin ayrı ve ortak bir platform içinde başlatılmasına engel değildir.