Veto!

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin meşruiyetinin sorgulanması gerektiği zaten açıktı. Bu partinin, kendisini hükümet yapan burjuva yasallığının sınırlarını dahi sürekli ihlal ettiği açık. AKP'den bugün şikayetçi olanların bir bölümü, soldan olanlar dahil, bu gerçeği görmezden gelirken, CHP'nin yeni yönetimi ise konunun böyle ele alınmaması için her tür çabayı sarf etti, AKP meşruiyet zemininden uzaklaştıkça, o zemini AKP'nin altına sermeye çalıştı.

Yaklaşmakta olan seçimlerin meşruiyeti de son derece tartışmalıydı. Bu ülkede bazı açılardan en az seçimler kadar önemli olan "sınav"ların hemen hepsinde sistematik bir biçimde hile yapılırken, referandumda sandık başında saptanabilmiş en az 6-7 yöntemle mükerrer oy kullanılırken, seçmen kayıtlarıyla istendiği gibi oynanırken, zaten sistemin barajla, yandaş partilere hazine yardımıyla, emeğin örgütlenmesine ve propagandasına koyduğu kısıtlarla fazlasıyla örselediği bir seçimin meşruiyetindeki erozyonun boyutlarını küçümsemek olmaz.

YSK, dün açıklanan kararıyla bu tablonun üzerine tüy dikmiştir.

BDP'nin desteklediği bağımsız adaylardan bazılarının veto edilmesini "teknik-hukuki" bir tasarruf olarak savunan YSK'nın ne görev yapmakta olduğu ülke böyle bir savunma mantığına uygundur ne de kendi sicili. YSK Erdoğan'a Başbakanlık yolu açan skandal süreçte mi "hukuk"un gücüyle hareket etmiştir, seçim sistemini sahteciliğe tamamen izin veren kayıt ve sayım işlemlerinin değiştirilmesi için yapılan başvuruları reddederken mi?

Dahası da var, Türkiye'de yargının kendi başına böyle bir karar alabilecek konumu kalmamıştır.

Evet, bu karar, açıkça siyasi bir karardır.

Bu siyasi karar, YSK'nın iç dinamiklerinin ürünüyse, kısa sürede geri adım atılacaktır.

Yok, siyasi iktidarın bir hesabı ile karşı karşıyaysak ve bu AKP'nin bir tırmalama hareketinin ötesindeyse, bu seçimlerle ilgili bir tartışmayı gereksizleştirecek kadar cüretli bir adımdır. Bunları göreceğiz.

Burada önemli olan siyasi iktidarın oldu bittilerinin bütününü sorgulayan bir yaklaşımın geliştirilebilmesidir.

AKP iktidarının niteliği, BDP'nin en kritik adaylarının veto edilip edilmemesiyle değişmiyor. En azından komünistler için, bugünkü siyasi iktidarın karakteri son derece açık.

Ancak Türkiye'de bir başka gerçek daha var: Siyasi iktidarın oldu bittilerinin yarattığı meşruiyet sorununu seçim atmosferinde toplumsal zemine taşıyabilecek hâlâ iki parti var ülkede: CHP ve BDP!

CHP bunu istemiyor.

BDP ise sınırlıyor.

Eğer Kürt sorununda "incelen ipin kopması"nı göze alan bir siyasi iktidarla karşı karşıyaysak, beyefendiler YSK'nın siyasi kararının arkasında duracaklarsa, buna soldan verilecek tepki, bu sınırlamayı ortadan kaldırmayı da içermek durumundadır.

Türkiye Komünist Partisi'nin de aralarında MK üyelerinin olduğu adaylarından veto edilenler olmuştur, TKP bugünkü koşullarda bunu siyasal bir tepkinin ötesinde, bir toplumsal mücadele konusu haline getirmenin koşulları olmadığını bilerek, yeni adaylar göstermiştir.

BDP'nin ise, az önce vurguladığım gibi, meselesini toplumsallaştırabilme olanağına sahiptir.

Henüz bu siyasi kararın nasıl geliştirileceğini bilmiyoruz. Ancak eğer BDP, söz konusu olanağı değerlendirmeye karar verirse, bu herkesi ilgilendirecektir. Bu işin "iplerin kopması"na değil de YGS'nin, emeği hiçe sayan oldu bittilerin, baştan aşağıya entrikalarla örülmüş davaların topyekun sorgulandığı, AKP'nin kimi "ileri" adımlar attığı ya da atabileceğine, örneğin ülkeyi yeni bir anayasayla tanıştırabileceğine ilişkin kayıtların tamamen yırtılıp atıldığı bütünlüklü bir tavra evrilecekse bir anlam taşır.