Uzun ve Sinirli “Çete” Yazısı

Doğru adı kontr-gerilla faaliyetidir. Gayri nizami harp, özel savaş ya da özel harp kontr-gerilla faaliyeti kapsamında değerlendirilmelidir. Gladio, Ergenekon, bunların yasal ve toplumsal uzanımları kontr-gerilla faaliyetleri sürdüren oluşumlardır. Solun da kısa sürede kabullenmek zorunda kaldığı "çete" kavramı, kontr-gerilla faaliyetleri üzerindeki giz perdesini kaldırır gibi yapmış ama aslında onu aynı anda her şey olabildiği için hiçbir karşılığı olmayan soyut bir varlığa dönüştürmüştür. Saçmalık burada başlamıştır.

Kontr-gerilla faaliyeti, bütün ülkelerde devlet kurumunun örtülü ve yasadışı mücadele geleneğinden çok şey almış ve örgütlenmesini bu geleneğin taşıyıcılarına dayandırmış olsa da, asli olarak İkinci Dünya Savaşı'nın hemen bitiminde, Soğuk Savaş'la birlikte emperyalizmin başat mücadele yöntemlerinden birisi olarak gündeme gelmiştir. Burada ABD emperyalizmi vardır, savaşta yenilmiş olsa da Amerikalıların himayesinde yeniden doğan Alman devleti vardır, NATO vardır. Demek ki kontr-gerilla faaliyeti iki temel kavrama yaslanır: Emperyalizm ve anti-komünizm! İkincisini karşı-devrimcilik ve emek düşmanlığı biçiminde daha geniş bir formülün içerisine yerleştirdiğimizde, bugünkü kontr-gerilla faaliyetinin örtüsünü de çeker alırsınız. Demek ki, herkes ve her şey "çete" olabilir ama her faaliyet kontr-gerilla faaliyeti olamaz. Saçmalık, kendi alt hukuğunu çiğneyen her öznenin "çeteleşme" olarak tarif edilmesi, bu tarifin kontr-gerilla faaliyetinin yerini alması ve bırakın adaleti tamamen hukuksuz bir topluma dönüştüğümüz için şu sonuca rahatlıkla ulaşmamızdadır: Türkiye bir çeteler toplamıdır!

Bütün kapitalist devletlerde kontr-gerilla faaliyeti emperyalist ülke ve kurumların himayesinde ve temel işlevine uygun bir biçimde örgütlenmiştir. Bunun anlamı, kontr-gerilla faaliyetinin emperyalist çıkarlara ve genel olarak sermaye egemenliğine asla zarar veremeyecek oluşudur. Tek tek ulus devletlerin göreli bağımsız örgütlenmelere gidip kendi çıkarlarını uluslararası zeminde korumaya çalışmaları nasıl doğalsa, bu çabaların açık sınırlarının olması da son derece doğaldır. Ekonominin IMF gibi emperyalist kurumlar tarafından kontrol edildiğini kabul eden kafaların kontr-gerilla faaliyetlerinin son tahlilde yine emperyalist kurumlar tarafından kontrol edildiğini kabul etmemeleri saçmalıktır.

Güncel meselemize dönecek olursak...

Kontr-gerilla faaliyetinde emperyalist çıkarlara hizmet ve karşı-devrimci misyonlar ortak paydadır. Bu ortak paydanın ötesinde ideolojik yönelimler asla aranmamalıdır. Danıştay baskınını yapanların dinci mi milliyetçi mi olduğunun tartışılması bu nedenle saçma ötesidir. Kontr-gerilla faaliyetinin dini yok, dincisi çok millisi yok milliyetçisi çoktur.

Eğik bir düzleme giren, dolayısıyla birçok aktörün harekete geçtiği bir süreç yaşayan Türkiye'de, örtülü faaliyetler toplamının yarattığı girdapta boğulmamanın tek yolu, kontr-gerilla faaliyetlerinin zıttı koordinatlarda durmaktır. Anlaşılamayan olaylara hafiye bozuntuları ya da komplo uzmanları olarak değil, emekten yana anti-emperyalistler olarak yaklaşmak gerekir. Danıştay baskınını emperyalist projelerden bağımsız "dinci" silahlı örgütlenmeler (bunlar belli coğrafyalarda vardır, Türkiye toprağına henüz düşmemişlerdir) yaptıysa, bunlar emperyalist merkezler tarafından hemen deşifre edilirdii, bize de bu örgütlerin emperyalizme ve gericiliğe hizmet ettiklerini, provokasyon yaptıklarını söylemek düşerdi. Çünkü eylem, açık bir biçimde ABD emperyalizmine hizmet etmekteydi. Ancak bu tür eylemlerde ip uzunsa ve ucuna ulaşılamıyorsa, bilin ki işin içinde emperyalist merkezler vardır. Bir başka deyişle, Türkiye'de ipi bu kadar uzun başka hiçbir örgütlenme yoktur. Bu ipe çok dinci, çok milliyetçi, çok millici tutunmuştur. Bunların birbirleriyle itişmesi, çekişmesi, çatışması bir yerden sonra önemsizdir. Zaten ip sallandıkça hepsi aynı havuza düşmektedir: Biri birinin elini öpmekte, ötekisi ona plaket vermekte, bir diğeri bir üçüncünün nikah şahidi olmakta, millici generaller Adnan Hoca'nın vakfında panel yönetmekte, önemli bir bölümü besmeleyle rakı sofrasına oturmaktadır. Buna şaşırıp, dezenformasyon diyenler saçmalamanın ötesine geçmişlerdir.

Devletteki çözülme nedeniyle ip fazla sallanıp etrafa bir sürü vatan evladı saçılınca, bu sefer "gördünüz mü bu hükümet komplosu, her şeyi çetelere havale ediyorlar, suçu üzerlerinden atıyorlar" diyen laik-milliyetçi koalisyon ve bu koalisyonun fiili olmasa bile fikri önderleri de olağanın ötesinde saçmalamaktadır.

Gerçek şudur:
1) Ortada bir AKP komplosu yoktur, kendisini yaygın ve etkili gerici kadrolaşmasıyla savunmaya çalışan bir hükümet vardır. Bu hükümet de son tahlilde bir "komplo" ve emperyalist proje olduğundan, benzer yöntemlere başvurmasından daha doğal bir şey yoktur. Canı yanan gerici hükümet işaret etti diye bir kısım halk düşmanına masum demek emperyalizme hizmet etmektir.

2) Laik-milliyetçi koalisyon yeni "komplo"nun adıdır. Emperyalist bir projenin uzantısı olmasaydı bu koalisyon bir hiçe dönüşürdü, oysa şimdi gerçek bir olgu haline gelmiştir.

3) AKP'nin ABD tarafından tamamen gözden çıkarıldığını söylemek için erkendir. Bu nedenle son provokasyonlar AKP'nin işinin bitirilmesi için değil, onun üzerinde baskı kurulması için geliştirilmektedir.

4) Türkiye'de kimileri cumhurbaşkanının kim olacağını fazla önemsemektedir. Oysa şu anda Türkiye'yi emperyalist projelere daha sıkı bir biçimde bağlamanın hesapları yapılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimi bu hesaplara bağımlı hale gelmiştir.

5) Bu koşullarda Danıştay baskını, soL'da ısrarla vurgulandığı gibi İran kampanyasını işaret etmektedir. Eğer polisteki kadrolaşmanın AKP'ye değerli bir hizmet sunarak gerçeklerle yalanları kolajlaması, Danıştay baskınının "hükümete karşı komplo kuruluyor izlenimi vererek orduyu ve olası milliyetçi-laik koalisyonu yıpratmak amacıyla yapılan bir eylem olduğu"nu söylemek için yeterliyse, baskından sonra hiç istifini bozmadan İran'a karşı propaganda yapmaya devam etmeleri, fikir babaları başta olmak üzere, milliyetçi-laik koalisyonun bütün unsurlarının ABD'nin hizmetinde olduğunu söylemek için hayda hayda yeterlidir.

6) Elektronik ortamın özgürlüğünden yeni yeni yararlanmakta olan bir yazarın bu özgürlüğü istismar ederek gereksiz yere uzun bir yazı hazırlaması, bir dizi saçmalığın üst üste gelmesinden kaynaklanmıştır. Yine de bir daha tekrar etmemelidir.