SEÇİM MEKTUPLARI - İKİ: Seçimde insan oylanıyor farkında mıyız?

Şu sıralar 12 Haziran'da ne olacak diye sorulduğunda, Türkiye'nin siyasi dengelerine ilişkin bir kısmı somut verilere dayanan, bazılarıysa kaçınılmaz olarak sezgilerimizin ufku ile sınırlanan analizlere kalkışmadan önce şunu söylüyorum: İnsan kendini gösterecek mi!

İnsan ses verecek mi vermeyecek mi, insan "ben buradayım, yaşıyorum, tükenmedim" diyecek mi demeyecek mi, dışarıdan bakıldığında bizim ülkemize de "işte boyun eğmiyor insan" gururuyla yaklaşılabilecek mi, yaklaşılamayacak mı?

Temel soru budur. Aslında bu ülkede herkesin merak ettiği de…

"Biz Adam Olmayız", Aziz Nesin ustanın benimle yaşıt kitaplarından birinin adıdır. Çok sevdiği ülkesinde "biz adam olmayız" diye kestirip attıktan sonra başka ülkeler toplumlarına öykünüp kolayına gideni, yakışıksız olanı yapmaya en başta kendi devam eden yurttaşları konu eder. İlerici aydının dramıdır bu, zorlu bir işe kalkışacak olan arkadaşını motive etmek için "aslansın kaplansın" yetmediğinde "amma pısırıksın yahu" diye tahriklere başlayan birinin çaresizliğini sergilemiştir çoğu kez… "Akrep gibisin…" başka türlü şiire girer miydi! Böyle bir ifadenin dizelere yerleşmesi ancak Türkiye'de mümkün olabilirdi… Nâzım Hikmet'in memleketinde, Nâzım Hikmet'i ortaya çıkarabilen memlekette…

İşin gerçeği, herkes farkındadır bu tuhaflığın… Ünü dünyayı saran öykücülerden, ozanlardan olmak hiç de gerekmez.

Aziz Nesin'in "bu ülkenin yüzde 60'ı aptal" vecizesinin bu kadar tutma nedeni, tek başına insanlarımızın emek vermeden kendini yüzde 40'lık azınlığın içine yerleştirme olanağı bulması değil elbette. Halkımızın yüzde 60'tan da kendine pay çıkardığını bilmek gerekiyor. Unutmayın, "biz" adam olmayız!

Bu satırların yazarının siyasi çalışmalarda en ağrına giden tepki "doğru şeyler söylüyorsunuz, haklısınız ama…" ile başlayandır. Aması, "benim doğrulara sahip çıkacak, haklının yanında duracak halim yok"tur. Bu tepki çok yaygındır ve biraz deşince yeşil kartların, pirinç ve kömür çuvallarının, imamlara, muhtarlara ve de kaymakamlara dağıttırılan sadakanın neden bu kadar etkili olduğu sorusunun yanıtını da bulursunuz.

"Türkiye'de sol halkı tanımaz" edebiyatı, halk ile doğru olan, haklı olan, adil olan arasındaki mesafeyi açıp, aralara baraj örmeyi beceren Türkiye sağcısının sola "sen de haklıyı savunmaktan vazgeç" çağrısından başka bir şey değildir.

Oysa halkımızın bağrından çıkan her ayağa kalkış, insanın boyun eğmeyeceğini kanıtlayan her örnek, Türkiye devrimcisi ile toplum arasında bir kan uyuşmazlığı olduğu tezini çürütecek bir yönelime derhal girmektedir.

Mesele halk dalkavukluğu ile çözülemez, halkın üzeri örtülmek istenen kimi özelliklerinin güçlenmesi, halka kişilik verecek, onu kötürümleşmekten kurtaracak işçi sınıfının kendine güven kazanmasını sağlayacak siyasi hattın belirginleşip seçenek haline gelmesi gerekmektedir.

Anlamak ama anlayış göstermemek…

Düzen partilerinin, başta AKP'nin peşinden giden, ona oy veren insanların davranışını yalnızca "aldatılma" ile açıklamak, kendini bir güzel aldatmaktır.

Bu ülkede "insan" ağır darbe almıştır. 12 Eylül faşizmi solcuları yok edememiş ama insanlığı besleyen damarları ciddi ölçüde kurutmuştur. Turgut Özal, insanımıza "kötü olursanız, kazanırsınız" demiştir açık açık. Tayyip Erdoğan, tüy dikmiş ve çürümenin bir salgına dönüşmesi için gerekli her şeyi devreye sokmuştur.

"Biz adam olmayız" geride kalmıştır, adamı dilimizden düşürelim, "insan olmaya ne hacet" düşüncesidir bugün yaygın olan, yaygınlaşan.

Bu düşünce yenilmeye mahkumdur, bu düşünceyi besleyen uğursuz proje mutlaka başarısızlığa uğrayacaktır.

TEKEL işçisinin bundan birbuçuk yıl kadar önceki tarihsel çıkışı henüz bir şey değildir, çok daha fazlası gelecektir. Liselilerin, memleketin bu hale gelmesindeki kolektif sorumluluktan kendi üzerine düşeni savuşturmak için birilerinin ağızlara sakız ettiği "şimdiki gençlerde iş yok" gevelemesini yerle bir eden eylemleri de "bereketli topraklarımız"ın aynı zamanda hareketli topraklar da olacağının işaretidir.

Ancak kabul etmeliyiz ki, Türkiye'de toplumun çoğunluğu haklı olanla, doğru olanla ilişkisini kesmiş, kesmese bile zayıflatmıştır.

Bugün 13 Mayıs 2011… Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'dır, başkentinin başında İ. Melih Gökçek durmaktadır, ÖSYM'nin şefi hâlâ Ali Demir'dir…

Aldatılmak?

Hayır, çoğunluk aldatılmış gibi yapmaktadır.

Onu sarsacak olan, insanın kendini kanıtlamasıdır.

Bu coğrafyada siyasi ifadesini beğenelim beğenmeyelim, "ben boyun eğmeyeceğim" diyenler, bunu gösterenler Kürtlerdir. Lakin Kürt ulusçuluğu ve onun etkisindeki bir ayağa kalkış, Türkiye'nin ayağa kalkışı için yetmez.

Çürütme, insanı yok etme operasyonu ulus, dil, din filan tanımamaktadır.

Ülkenin bütün bileşenleriyle bir silkinişin sinyallerini vermesi, bunun arefesinde olunduğunu göstermesi gerekir.

12 Haziran'da bunu, yani insanın var olduğunu, boyun eğmediğini en iyi kanıtlayacak olan nedir?

Söz gelimi CHP'nin yüzde 25 değil de yüzde 28, bilemediniz yüzde 30 oy alması böyle bir sonuç doğuracak mıdır?

Tam tersi… Böyle bir sonuç, insanın en kötü özelliklerinden birini, kendini kandırabilme yeteneğini harekete geçirecek, Türkiye'de yaşanmakta olan büyük trajedi "abartacak bir şey yok"la hafifsenmeye, ülkenin yeniden normalleşme sürecine girdiği iddiasıyla dengelenmeye başlanacak.

Normalleşme!

Türkiye'nin hiç ama hiç gereksinmediği şey budur işte. Çünkü kötü olanın, adaletsiz olanın normal görüldüğü bir ülkede yaşıyoruz.

Türkiye Komünist Partisi bu nedenle "500 bin boyun eğmeyen" arıyor, onlardan oy istiyor.

Ayağa kalkmaya çalışan insana güç versin, insan kendini aldatmaktan vazgeçsin diye…

İnternette şu sıralar yaygın olarak dolaşan "kafasına kuş sıçtığında şans oyunu oynayan bir toplumun ağzına sıçana oy vermesi normaldir" sözünü ayıplayabilelim diye…

Şairlerimiz "insan gibisin kardeşim…"le anılabilsinler diye...