Sarı yelek - kızıl bayrak…

Fransa’yı sarı yelekliler sardı, Macron sarsıldı.

Bu türden patlamalar beklenmeli; yeni örneklerle illa ki karşılaşacağız. Kapitalizm insanlığa hiçbir şey veremiyor; milyarlarca kişi ne bugün mutlu ne de yarından umutlu. “Bu böyle gitmez” bütün toplumları sarıyor ama toplumların nereye gideceğine, gitmesi gerektiğine ilişkin bir netlik bir türlü sağlanamıyor.

Bu nedenle sarı yeleklilere sağcısı-solcusu eklemlenebiliyor, bu nedenle uluslararası tekellerin kendi aralarındaki tepişmesinde bu türden hareketler “düzen bozan” özelliklerine ve radikal taleplerine karşın tepişen şu ya da bu tarafın sempatisini hatta desteğini kazanabiliyor. 

Dünya mutsuz ve şimdilik ileri gitmek istemiyor… Şimdilik…

Mutsuz dünyada, her zaman ileri gitmenin karşısına dikilen, mevcut olanı koruyan hatta ileriye gidişin rövanşı peşinde koşan “sağ” yükseliyor. İster dinsel, ister ırkçı köklere dayansın, ister popülizm sosuna bulansın, sağın Latin Amerika’dan Avrupa’ya, geniş bir coğrafyada yeniden inisiyatif alır gibi olması kimseyi aldatmamalı.

Geçmişte “aşırı sağ”, devrime karşı düzenin savunulması için göreve çağrılırdı. 1920’lerde faşizmin önce İtalya, sonra Almanya’daki zaferi sosyal demokrasinin içeriden darbelerini yiyen devrimin başarısızlığının ürünüydü. Biri başarsa öteki başaramayacaktı; devrim başaramayınca faşizmin başarısı kaçınılmaz oldu!

Sonra gerçeği ters yüz edip devrimci zorlamaların faşizmi davet ettiği tezi işlenmeye başladı, bir kısım solcu da buna inanır hale getirildi. Solun geleceği, uzlaşmayı bilmekte ve her şeyi istemekten vazgeçmekteydi! 

İşte şimdi kapitalizm bu tezi yerden yere çarpıyor. Nasıl Sovyetler Birliği yıkıldığında savaşların biteceği iddiası aradan geçen onca yılın ardından kötü bir şakaya dönüştüyse, devrimin geriye çekilişinin kapitalizmi de terbiye edeceğine ilişkin ukalalıklar da saçmaya dönüşüverdi.

Çünkü kapitalizm sınırlarına ulaştı. İnsanlara sunabileceği hiçbir şey yok. Ekonomi teklediği anda insanlar yığınlar halinde geleceksiz kaldıklarını hatırlayıveriyor ve her toplum kendi genetiğine uygun bir biçimde tepkisini açığa çıkarıyor.

Hatırlayalım, 19. yüzyılda, yani kapitalizm henüz kendisi ilerici müdahaleler yapabiliyorken dünyada, hem emekçiler hem de namuslu aydınlar onu yıkacak ve ondan daha ileri bir toplumsal sistem için  mücadeleye başlamış, bir süre sonra Marx bu mücadeleye sağlam bir teorik zemin ve perspektif kurmuştu. Dolayısıyla kapitalizm her krize girdiğinde, “devrim” bir çare olarak topluma kendisini hissettiriyor, sorunlar yumağını çözmeye aday oluyordu. Paris 1871’de bu ruhla ayaklandı, Rusya 1917’de komünizm yoluna böyle girdi. 

Sorun şu ki, bugün devrim kendisini yeterince hissettirmiyor, çünkü büyük ölçüde sahipsiz bırakıldı. İleriye gidemeyen toplumlar çareyi geriye gitmekte arar; eğer bugünden korkuyorsa!

Sağ devrim tehdidinden çok işte bu çaresizlik nedeni ile yükseliyor ve düzenin sahipleri bu kadar ucuz atlattıkları için fazlasıyla memnunlar.

Peki gerçekten atlattılar mı?

Tarihte toplumların ileriye gidilemediği için geçici olarak gerilediği dönemler oldu. Ancak bu sefer iş ciddi çünkü insanlık sınıflı toplumlardan nihai olarak kurtulmanın eşiğinde duruyor. “Bu kavga sonuncu kavgamız” ve o yüzden çok sancılı geçiyor. Devrimi mutlaka ve çok uzak olmayan bir gelecekte enselerinde hissedecekler çünkü kapitalizmin tıkanıklığını sağcılıkla, gericilikle aşamazlar.

Devlet Bahçeli “ben de gericiyim” diyor; kapitalizmin ruhunu iyi yakalamış, “bugün”den korkan Osmanlı’yı özleyebilir, azıcık dinsellik, azıcık milliyetçilik bu türden bir sürüklenme için yeterli. Ama hiçbir şeyi çözemezler. Hatta…

Sağın yükselişi bütün dünyada devrim cephesine enerji de verebilir bir süre sonra. Çünkü bir noktadan sonra geriye de gidilemediği açıkça görülecektir.

İşte Fransa’da sarı yelekli isyana böyle bakılmalıdır. İleri gidemeyen, bugünden mutsuz, geriye gitmeye de isteksiz, arafa sıkışmış Fransa! İleriyi de geriyi de kendi içinde barındıran bir kararsızlık hâli…

Yelek iyidir ama siyasetin dilinde sarı pek matah değildir. Kendileri söylüyor, ideolojisiz-siyasetsiz bir toplumsal kalkışmaya tanık oluyor Fransa. Öfke elbette gerçek, “başka bir dünya” iddiası da… Ancak o iddia bulanıklaşıyor, bulanıklaştıkça öfkeli kalabalıklar düzen içi gerilimlerin mezesi haline geliyor.

O Fransa ki; sosyalizm fikrine yataklık etmede yıllarca öncülük etmiş, işçi sınıfının en heybetli çıkışlarına sahne olmuş bir ülke. 

Ve her fırsatta “keşke ne yaptığını bilen bir parti olsaydı” dedirtiyor. Devrimin partisi, devrimci parti…

“Herkesi kapsıyor, sarı yelek kızıl bayraktan iyidir” diyenler var; herkesi kapsamak, isyanın aşil topuğudur; karşıtını tarif edemeyen yenilmeye mahkumdur. Sarı yelek, burada karşıtın kapitalist düzen olarak belirginleşmemesinin güvencesi olarak görülebilir.

Ancak güvenilmeyecek güvencelerdir bunlar çünkü kapitalizm sanıldığından çok daha zayıf, hasarlıdır…

Bugün sarı yelekler giyilebilir ama dolapların üst raflarına kaldırılan kızıl bayrakların hatırlanacağı günler çok da uzak değildir.