Saflaşma ve tartışma ve de soL

Tükiye’nin siyasal iklimi giderek sertleşiyor. 12 Eylül generallerinin burjuva partileri arasındaki ilişkiyi yeni kurallara bağlayarak, onların sermaye düzenine zarar verecek bir kutuplaşmaya girmesini engelleyici önlemleri onca yıldan sonra hâlâ işe yaramaya devam etse de, partilerin düşük yoğunluklu didişmesinin üstüne çıkan devlet içi mücadele siyasete rengini veriyor.


Burjuva partileri arasındaki ilişkiyi en iyi “yılışıklık” tarif ediyorsa, bürokrasi içi ilişkilere de o kadar “hoyratlık” damga vurmakta.

Hoyratlığın temelinde bir iktidar mücadelesi olduğu çok fazla söylendi. Kökten itiraz etmek mümkün değil ama tekrarlandıkça anlamını yitiriyor bu değerlendirme. 

Bir ara Türkiye solu devletle hükümet arasındaki çelişkiyi diline dolamış, AKP’nin “mağduriyet” edebiyatına onay vermişti. Hükümet olan ama gerçekte iktidar olamayıp devletin duvarına çarpan reformcu parti!

Oysa böyle bir şey yoktu. AKP’nin karşısında monoblok bir devlet örgütlenmesinden söz edemeyeceğimiz gibi, AKP’nin dünden bugüne devletten uzak koordinatlarda serpilip geliştiğini ileri sürmek de anlamsızdı.

Zaman geçti, AKP’nin muktedir olduğu ortaya çıktı, bu kez AKP’nin devleti ele geçirme niyetlerinden söz edilmeye başlandı. Birileri bunu engellemeye çalışıyordu, gerginliğin kaynağında bu vardı...


O birileri tanımlanamadıkları, ortak bir program ve örgütlenmeyle hareket etmekten çok uzak oldukları için, “iktidar mücadelesi” ifadesi yine yetmiyordu olup bitenleri açıklamak konusunda. Bunca süre geçtikten sonra, bir iktidar mücadelesi, taraflarını netleştirmiş olmalıydı, AKP iyi kötü bunu karşılıyordu ama karşısında ne vardı?

Bakın, dün AKP’ye karşı direncin, hoşnutsuzluğun önemli unsurları arasında gösterilen iki kritik devlet adamının birbirleriyle pek görüşmediklerini öğrenmiş olduk. Görev süreleri çoktan bitmiş olsa da, ağırlıklarını koruyan Ahmet Necdet Sezer’le Sabih Kanadoğlu’nun aralarının da pek iyi olmadığını Yargıtay eski Başsavcısı kibarca dile getirmiş...


Devlet içinde AKP’ye neden karşı olunması gerektiği konusunda elli bin değişik görüş olduğu gibi, AKP’yle mücadele konusunda da, sayısız strateji geliştirilmiş durumdadır. AKP ile aynı kaba işeyenlerse apayrı bir olay tabi...

Bir iktidar savaşı için fazlasıyla özgün bir durum!

Özgün bir durum çünkü iktidar savaşı olup bitenleri açıklamaya yetmiyor.

Başından beri söylüyoruz, AKP’yi muktedir yapıp güçlendiren, onun örtüştüğü büyük dönüşüm planıdır. Türkiye sonuç-hedefler bağlamında inceltilmemiş ama enstrümanları çok iyi düşünülmüş bir operasyona konu olmuştur. Operasyonun kapsamı ve şiddetidir bugünkü sert iklimin sorumlusu. İktidarı, otoriteyi, ayrıcalıklarını, şunu bunu bırakmak istemeyenlerin varlığından her zaman söz edilebilir ama bu saptama bugünü anlamamıza, daha da önemlisi sağlıklı bir konumlanış geliştirmemize yardımcı olmaz.


Türkiye, ancak solun programatik ve örgütsel yanıtlar üretebileceği, sağlıklı direnç geliştirebileceği bir dönüşüm sürecindedir. Bu kadar yıl kusursuz biçimde emperyalizme, sömürü düzenine, gericiliğe hizmet eden sistemin içinden bu sürece dönük çıksa çıksa arıza çıkar!


Önemli olabilir, toplumsal karşılık bulabilir, Türkiye işçi sınıfına zaman kazandırabilir. Ama dönüşümü, dönüşüme renk veren temel dinamikleri durduramaz.

Dönüşüm Türkiye’yi germiş, baskı altına almıştır.

Dönüşüm en fazla solu germiştir.

Daha önce defalarca yaşandığı gibi bu sürece de hazırlıksız yakalanan sol her şeyden önce dönüşümün şiddetini kavramaktan kaçınarak psikolojisini bozmuştur. Bu çapta ve Amerikancılığı, sınıf karakteri, gericiliği tartışılmayacak denli baskın bir dönüşüme kabul edilebilir sınırların ötesinde fire verilmesi de solu sarsmıştır.

Konumuz saf tutan liberaller, sol görünümlü piyasa militanları değil... Konumuz, soldaki belirsizliklerin kurbanı olan genel sol kamuoyu, tek tek solcular...

Dönüşüm planına direnç gösterebilmek için soldaki bu tutukluğun, belirsizliğin üzerine gidilmek zorundaydı. Zaman kaybı belki ama gerçek!

Kendi adımıza, bunun solu içe dönmeye mahkum etmeyecek yollarını aramaya çalıştık. Dışlayıcı, yaftalayıcı müdahaleleri sınırın öteki tarafındakilere, o yanı tercih edenlere ayırmaya çalıştık. Öte yandan, iklim sert, bir saflaşma, herkes üzerinde baskı kurmayı gerektiriyor. Tersinden bizim üzerimizde de baskı kurulmaya çalışılmadı mı? AKP’nin dümen suyuna girmemiz ya da en azından bugünkü dönüşüm planını hafife almamız için bize yakıştırılan sıfatları buraya aktarmam herhalde gerekmiyor.

İşe yaramadı, yanıt verme gereksinimi de pek duymadık.

Solun kendine gelmesi, saf tutması için çabalarımızı yoğunlaştırdık ve daha çok toplumsal bir uyanışa yardımcı olmanın yollarını aradık.


Bu arayış “yumuşak” olamazdı. Bu kadar dizginsiz bi emperyalist operasyon karşısında şu koca ülkede, kurumlar arasındaki gerilimin, hoyratlığın dışında sol damgası yemiş, emek eksenli bir duruşun geliştirilmesi, solun kendi saflarında AKP’ye hizmet edici mesaiye izin vermemesi gerekliydi.

Bu bir psikolojik savaştır aynı zamanda.

Sınırların bir noktada çizilmesi, taraflaşmaya geçit verilmesi gerekiyor.

Başbakan’la kahvaltıya oturan sanatçıya bunun bir karşılığı olduğu anlatılacak! Sırrı Süreyya Önder’e dönük olarak bir soL yazarının üslubu elbette kendisini bağlar, o üslub beni de birçok açıdan rahatsız etti ama öte yandan Türkiye solunun bu sert iklimde kendini koruması gerekiyor.

“Gidip düşüncelerimi açıkladım” yalnızca Önder’in gerekçesi değil, bunu başkaları da söyledi, örneğin Lale Mansur soL’a böyle gerekçelendirdi davete icabet edişini. Başka yerde açıklayacak, AKP’nin meşruiyetini artıracak tek bir şey yapmayacaksın, başka çare yok!

İnsani hata ya da tercihlerden söz etmiyoruz. Toplumsal dokuya işleyen ideolojik bir mücadeleden söz ediyoruz. Beynelmilel filmi şu kadar değerlidir, Enternasyonal’i topluma tanıtmıştır, 12 Eylül’ün insansızlaştırma operasyonunu bir güzel anlatmıştır, iyi de bir filmdir. Buna şapka çıkarılır belki ama...

Ama Atilla Dorsay’ın “dramla komedinin iç içe olduğu bu film, askeri dönem kadar, ayakları yere basmayan hayalci bir devrimciliği de eleştiriyor” değerlendirmesine filmin DVD’sinin kapağında yer verilmesinden sonra?.. Yönetmenden “ben bunun için çekmedim bu filmi” demesini beklemez misiniz?

Ayakları yere basmayan hayalci bir devrimcilik!

Ayaklar hep yere basmıştır demiyorum, hep gerçekçiydi sol hiç demiyorum.


Ama “Enternasyonal”in kapağında bunlar olmayacak, bunlara izin vermeyecek, bunlarla mücadele edeceğiz.

İklim sert!

Üslubumuza dikkat etmeliyiz. Ama kendimizi önemsiyor, solu, solcuyu seviyorsak, saflarımızı baskı altına almak durumundayız.

Geçtiğimiz hafta Yurdakul Er’in soL’daki yazısına çok eleştiri geldi. soL yazarlarının yazılarına müdahale edilmiyor. O yazı belki en çok beni yaraladı, sevgili Yurdakul geçerken, benim bir can dostum, tanıdığım en düzgün insanlardan biri hakkında kabul edemeyeceğim şeyler yazmıştı.

Öte yandan ortada hepimizi öfkelendirmesi gereken çok büyük bir saldırı var. İklim sert, sol henüz bu sert iklimin gereklerini yerine getirmiyor.

Benim düşüncem, sermayenin dünyasında hüküm süren hoyratlığı kendi bünyemize bulaştırmamak, övgü-sövgü sarmalından mümkün olduğunca uzak durmak, kişilere değil de konumlanışa, duruşa odaklanmaktır.