Mozart, bira, faşizm...

“İnsanı Mozart dinlemeye zorlamak faşizmdir... Bira iç baskısı faşizmdir...  Başörtülü hanımlarımıza yapılan faşizmdir…”

Bu hafta faşizmin tanımına böyle katkılarda bulundu Erdoğan... Mozart ve birada az-çok Almanyalılık var, faşizm denince de ilk akla gelen Almanya zaten...

Hem Almanya ile yakın geçmişte yaşanan bir dizi gerilimde Erdoğan ve diğer AKP yöneticileri muhataplarını faşistlikle suçlamıştı.

Kuşkusuz Erdoğan’ın faşistlik suçlaması yaptığı örneklerin tamamına bakıldığında, faşizmin yeni bir tanımına ulaşıyoruz: Erdoğan’a ya da bugünkü siyasi iktidara karşı olan herkes faşisttir.

O halde soru şu: Neden faşizm? Neden son dönemde suçlamalarda başka sıfatlar bir kenara kondu ve ağzını açana “faşist” damgası vuruluveriyor?

Bir kere “faşist” suçlaması zerre “milli” değil. Kavramın kendisi de, o kavramın literatürde negatif bir anlam kazanması da Avrupalı süreçlerin ürünü. Modern zamanlarda faşizmi bayrak yapan, bu adı kendine layık gören Mussolini’ydi İtalya’da ve 1922’de iktidara geldi. 

Dolayısıyla faşizm “olumsuz” bir anlamla düşmedi siyaset sahnesine. Duçe, faşistliği ile övüne-şişine İtalya’ya çörekleniverdi. Bu kavramı savunulamayacak hale getiren Avrupa’da işçi hareketi ve komünistlerdir. Mussolini sağcıdır, faşisttir; ona karşı koyanlar ise devrimcilerdir, anti-faşistlerdir. 

Alkollü içeceklerle arası kötü olan ve asla ağzına bira-şarap süremediği ileri sürülen de Mussolini’dir. İtalyan diktatör “faşist dediğin içki içmez” demekte ama bir yandan da İtalyan ekonomisi açısından çok değerli olan şarap üreticisi patronları kollamaktadır. Hep aynı hikaye yani; içmeyin haramdır, vergilendirilmiş haram pek mübahtır!

Faşizme karşı İtalya’da mücadele edenlerin ise genel olarak alkol aldıklarını söyleyebiliriz. Bağımlılık kötüdür, alkolizm çok fenadır, öte yandan işçi sınıfı kültürünün bir parçası birlikte içki içmektir; hemen her yerde...

Hitler’in öyküsü azıcık farklı. İlk darbe girişimini bir birahanede gerçekleştirmiş, başarısız olmuştu. Naziler de alkolün yerleştirmek istedikleri kültür açısından yakışıksız olduğunu düşünüyorlardı ama yasaklayamadılar ve kendileri de vazgeçmediler. Öyle ki 1945’te Kızıl Ordu'nun Berlin’in kapısına dayandığını görüp intihar eden Hitler’le aynı yer altı karargahında olanların neredeyse tamamı zom durumdaydı. Sovyet askerleri zafer için kadeh kaldırırken, faşistler yenilginin acısını hissetmemek için içiyordu.

Her ne ise, bira için dayatmasıyla faşist olunmuyor.

Asıl mesele şudur: Faşizm bir suçlama olarak komünistler, devrimciler tarafından dillendirilmiştir. Ve bu öyle yapılmıştır ki, belli bir tarihten sonra kimse faşist olmayı göze alamamıştır.  Pek az kişi çıkıp “ben faşistim” diyebilmektedir.

Bu insanlığın büyük kazanımlarından biridir. 

Ama dünyada faşizm diye bir gerçeklik var. Bu gerçekliğin bira zorlamasıyla, klasik müzik dayatmasıyla bir alakası yok elbette. 

AKP’liler bilmiyorlar elbette faşizmin anlamını. Ama kabul etmek gerekiyor ki AKP karşıtları da olur olmaz yere kullanarak bu kavramı içini boşalttılar. 

Her baskıcı rejim faşizm değildir, her despot faşist değildir. Faşizan eğilimler diyebilirsiniz ama faşizm dediğiniz zaman işin rengi değişmektedir.

Çünkü faşizm, öncelikli olarak sermaye sınıfının, yani patronların açık ve kural tanımayan diktatörlüğüdür. Kime karşı? İşçi sınıfına ve devrimci harekete karşı!

Her kapitalist ülke, istediği kadar demokratik gözüksün bir diktatörlüktür. Faşizmle, parlamenter demokrasilerde aynı sınıfın diktatörlüğü söz konusudur. Aradaki ayrım, faşizmin emekçi halkın örgütlenme olanaklarını büyük ölçüde yasadışı ilan etmesinde ve patronların çıkarları için düzen içi siyaset kanallarını da daraltıp tekleştirmesindedir.

Faşizm, birisi istedi diye değil, sermaye sınıfının ihtiyaçları bunu dayattığında gerçek bir olgu haline gelir. Faşizmin misyonu devrim tehlikesini bertaraf etmek ve işçi sınıfına diz çöktürmektir.

Azıcık bira ve çokça Mozart’la faşizm değil, güzellik gelir. Bu anlamda korkmalarına gerek yok AKP’lilerin.

Ancak faşizmden gerçekten çekinip onunla mücadele etmeye niyetli olanların meselenin sınıfsal boyutunu iyi okumalarında yarar var. Birayı ve Mozart’ı yasaklayan bir faşist iktidar mümkündür ama ortalığı biraya ve hatta klasik müziğe (istismarla da olsa) boğan bir faşist iktidar da mümkündür. 

Lakin mümkün olmayan grevlere izin veren bir faşist iktidardır.