İstanbul seçimi bizim açımızdan bitmiştir

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, İstanbul seçimlerinin iptali ve TKP'nin dün yaptığı açıklamaya ilişkin soL'un sorularını yanıtladı.

Okuyan, "Boykotu bir ihtimal olarak bile gündemden düşüren her yaklaşım, Erdoğan'a cesaret verir. 'Boykot Erdoğan'ın ekmeğine yağ sürer' diyenler kendilerini bir anda hukuksuz bir seçim için Erdoğan'a güç verirken bulabilir" dedi.

Kemal Okuyan'ın soL'un sorularına verdiği yanıtlar şöyle: 

Türkiye Komünist Partisi, YSK’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini yineleme kararı almasının hemen ardından TKP İstanbul adayını çektiğini açıkladı. Bu kararın gerekçesi neydi?

Biz bu kararı, YSK’nın kararından çok önce almış ve açıklamıştık da. Başka türlüsü olabilir mi? Seçimler hiçbir zaman eşit olmaz, her defasında onlarca, yüzlerce haksız, adaletsiz uygulamayla karşılaşılıyor, evet bunlar oluyor ama bir biçimde Genel Oy Hakkı’nın savunulması da gerekiyor. Siyasi iktidar son hamleleriyle “ben Genel Oy Hakkı’ndan tamamen kurtulmak istiyorum” demiş oldu. Böyle bir hamle yokmuş gibi davranamayız. 

Tam da bu noktada, “madem seçimler hiç adil değil, halkı aldatmaya dönük mekanizmaların parçası, o zaman TKP neden seçimlerde aday gösteriyor” sorusu için ne dersiniz?

Çünkü genel oy hakkına sahip çıkıyoruz, işçi sınıfının siyaset yapma hakkına sahip çıkıyoruz, emekçi halka seslenmek, onları örgütlemek için her kanalı her fırsatı değerlendiriyoruz, seçimlerle kendi etki ve örgütlülüğümüzü sınıyoruz, bazı mevziler elde etmeye çalışıyoruz ve sosyalist bir iktidarın meşru-güncel olduğunu göstermeye çalışıyoruz. İşçi sınıfının, emekçilerin sadece seçimlerle siyaset yapamayacağını, temel olanın işyerlerinde, mahallelerde, okullarda örgütlenmek, halkın örgütlü mücadelesini yükseltmek olduğunu defalarca söyledik. Bakın, burjuva hukuku taraflıdır ve bazen “tarafsızlık”tan söylem düzeyinde bile tamamen vazgeçer. İşte YSK kararı. Bunun hukuk çerçevesinde tartışılması mümkün mü? Ama her zaman, hayal kurmadan, hukuk kanallarını işletmeye, kullanmaya çalışıyoruz. 12 Eylül döneminde işkenceciler hakkında suç duyurusunda bulunulurken “12 Eylül adaleti”ne bel bağlanmıyordu. Başvuruların büyük bölümü ciddiye bile alınmadı, davaların önemli bölümü sönümlendi ya da sonuçsuz kaldı. Ama ısrar edildi. Seçimler için de aynısı geçerli. Toplumda, emekçi kitlelerde seçim zeminini karşısına alan, onu aşan bir irade ortaya çıkmadığı sürece boykot fazla işe yaramıyor, hatta zarar veriyor. Bir de şu var, “madem öyle TKP neden seçimlere giriyor” diye soranların önemli bölümü TKP’nin düzen partilerinden birine oy vermesini isteyenler. TKP, düzen partileriyle mücadele ediyor, onlarla bir ortaklığımız yok. Ortaklık yoksa, oy da yok.

TKP adayını çekti, bu fiilen İmamoğlu’nun desteklenmesi anlamına gelmiyor mu?

TKP doğru tutumun “boykot” olduğunu açıkladı. Bu düşüncemizde değişiklik yok. 

Neden boykot? İmamoğlu’nun daha büyük farkla seçilmesinin AKP için mutlak ve tarihsel bir yenilgi olacağı söyleniyor…

Bunu her seçim öncesi duyduk. AKP’nin geride kalan seçimlerde gerçekte ne kadar oy aldığını hiçbirimiz bilmiyoruz. Bildiğimiz, hile-hurda, sahte seçmen, bir sürü dolap döndüğüdür. Üstüne siyasi baskıları, seçimleri hedef alan özel operasyonları ekleyin… Bakın seçim oydan ibaret değildir. Bu işin YSK’sı var, hazine yardımı var, barajı var, zarfı var, pusulası var, propaganda dönemi var. Buraların hepsinde AKP ne yaparsa boyun eğildikten sonra oy önemini yitiriyor. 23 Haziran’a kadar AKP’nin hangi uygulamalara imza atacağını bilmiyoruz ama neler yapabileceğini biliyoruz. “Ne olursa olsun 23 Haziran’da gidip yine oy kullanacağız” demek, AKP’yi bu süre zarfında özgür bırakmak demektir. Birçok insanın neredeyse doğal bir insani refleks, çok haklı bir ahlaki tavır olarak gündemine aldığı "YSK hukuksuzluğunu, oldu bitti sandığı ile birlikte reddetme" tavrı belki benimsenmeyecek. Seçimler yapılacak, daha doğrusu seçim süreci başlayacak. Bu durumda dahi, andığımız tavrın gündemde kalacağını düşünmek için çok neden var. Bir noktada karşımıza öyle şeyler çıkabilir ki, bugün "daha çok oy alır İmamoğlu ezer geçer" diyenler bile hukuksuzluk karşısında seçimden çekilmeyi tek yol olarak görebilir. Bu yüzden, boykotu bir ihtimal olarak bile gündemden düşüren her yaklaşım, Erdoğan'a cesaret verir. "Boykot Erdoğan'ın ekmeğine yağ sürer" diyenler kendilerini bir anda hukuksuz bir seçim için Erdoğan'a güç verirken bulabilir.

Ancak her şeye rağmen AKP kaybederse…  

Bakın bu mümkün. Düzenin siyasi krizi derinleşiyor. Son seçimden sonra Erdoğan ve muhalefet “normalleşme” seçeneğini tarttı, değerlendirdi, sonra Erdoğan o koşullarda bunun kendisini güç duruma düşüreceğini düşünerek yeni hamleler yaptı. Sonuçlarından bağımsız olarak, İmralı’da avukat görüşüne izin verilmesi, ABD ile ilişkileri düzeltme çabaları, en son İran’dan petrol alımının durdurulduğuna ilişkin rivayet… Bunlar hep el kuvvetlendirme niyetiyle yapıldı. Erdoğan’ın normalleşmeden asıl anladığı sermaye sınıfıyla, emperyalist merkezlerle yaşadığı sorunları hafifletmek. Gerisinin kolay olduğunu düşünüyor. Muhalefetin de durumu farklı değil. Aslında muhalefet ısrarla Erdoğan’ın meşruiyetine gölge düşürmemek için çaba harcıyor. Çünkü bugün düzen muhalefetini yaratan, ona şekil veren de sermaye sınıfımız ve emperyalist merkezler. Onlar daha kolay yönetilen bir Erdoğan ya da Erdoğansız bir AKP (başka adlarla da olabilir) istiyorlar. Halkın AKP’ye dönük tepkisi ise burada en gerçek olan şey ve açıkçası istismar ediliyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın pazarlıklarda elini güçlü tutma manevraları ters tepebilir ve kendini daha zor durumda bulabilir. Bunun iyi bir gelişme olması için, patronların ve emperyalistlerin kurgusunu da aynı anda bozan bir çıkış gerekiyor. 

Peki bu nasıl olacak? Sonuçta seçimlerde büyük olasılık iki aday yarışacak. Ya biri ya öteki… TKP açıklamasında da “Boykot ancak etkili olduğunda işe yarar” deniyordu. Bu mümkün olmadığında ne olacak, TKP İmamoğlu’nu desteklemeyecek mi?

Böyle bir dünyada, hele hele Türkiye’de 1.5 ay çok ama çok uzun bir süre. Bakın “YSK kararı meşru değildir, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’dur” demenin mantıki sonucu boykottur. Çünkü 40 gün kadar önce bir seçim yapılmış. Bunu CHP ve onun adayı ile tamamen farklı dünyaları savunan bir parti olarak söylüyoruz. Ancak bunu yalnız biz söylemiyoruz. “Seçim yapıldı ve ortaya bir sonuç çıktı, İmamoğlu seçildi” düşüncesindeyseniz, “ne hakla önüme bir sandık daha konuluyor” da demeniz gerekir. Bu siyasi bir tavır bile değil, insanın doğal tepkisi budur. Üstelik bu tuhaflığa imza atan YSK’nın tek yetkili olduğu yeni bir seçimden söz ediyoruz. “Sandığa gitmeme tavrı maceracılıktır” filan deniyor, çok komik. Dünyanın pek az yerinde “boykot düşüncesi” bu kadar doğal bir tutum, özlem haline gelmiştir. Ancak anlaşılıyor ki, bir meşruiyet krizi istenmiyor ve İmamoğlu bu açıdan “aman düzen korunsun” kaygısıyla hareket edenler için mükemmel bir figür. YSK kararının açıklanmasından sonra tek bir konuşmayla geniş bir kesimi  “merak edecek bir şey yok, bu da geçer” noktasına getirdi. TKP’ye gelince… Bu ruh halini elbette paylaşmıyoruz. Biz neden AKP’nin cebinden çıkarılıp halkın önüne konan bir yeni sandığa gitmemek gerektiğini anlatmaya devam edeceğiz. Bunu yaparken, patronların hazır halkın dikkati başka yöndeyken krizi fırsata çevirme girişimlerine karşı durmayı da ihmal etmeyeceğiz. Emperyalist merkezlerle, uluslararası tekellerle hiçbir biçimde aynı safta yer almayız. İktidarla muhalefet sermayenin dünyasında büyük bir rekabete girmiş durumdayken, o dünyanın çerçevesi içinde sert bir mücadelenin aktörleri olarak halkı etkilemeye çalışıyorken bizim bu dünyanın dışına çıkma çağrımız doğal bir hak ve sorumluluktur. Ancak boykotun baskın bir eğilim olmaması durumunda, TKP tek başına bu tavrı sergilemek, bu tavırda inat etmek gibi bir tutum içinde olmayacaktır. O noktada, bu seçim İmamoğlu mu Binali mi seçimi olmaktan çıkar. Bir referanduma dönüşür, AKP’nin ve Erdoğan’ın oylanmasına dönüşür. Altını çiziyorum, bizim açımızdan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi bitmiştir. Nokta. Bundan sonrası, genel oy hakkının gaspına ve AKP iktidarına karşı en etkili tavrı almaktır. TKP kendi tavrını ilan etmiş ve “biz bu suça ortak değiliz” diyerek adayını geri çekmiştir. Başka bir nedenle bunu neden yapalım? Arada az oy farkı varmış, bu bir tür iki turlu seçime dönüşmüş, biz buralarda değiliz, bununla ilgilenmiyoruz. Seçimlerde fark az ya da çok olur. “Ya birisine yararsa” diye düşünmeye başlarsak, Türkiye iki partili siteme gider, halk kaybeder. Israrla bu seçimin meşru olmadığını vurgulamaya devam edeceğiz. Türkiye’nin bu fikrin örgütlenmesine gereksinimi var. Bu fikir genel oy hakkının gaspına ve AKP iktidarına karşı en etkili tavır olarak benimsenmediği durumda, referandumda “evet” mührünü bastığımızda kimseye evet demiş olmayacağız, “bu seçim 31 Mart’ta bitmişti ve Erdoğan’a hayır demiş olacağız. Ancak bunlar için çok erken. Şu anda gayrı meşruluğa hayır diyeceğiz.

Peki İmamoğlu’nun yarattığı iyimserlik, heyecan bütün bunlar değersiz mi?

İnsanların çare aradığı, en küçük bir umut ışığına dahi tutunmak istediği bir dönemde iyimserlik ve heyecan değersizdir deme hakkımız yok. Ancak Türkiye’de halkın nasıl bir kuşatma altında olduğuna gözümüzü kapatamayız. TKP bu hatayı yapmadı, yapmayacak. Ekrem İmamoğlu’nda cisimleşen dünya görüşü ve onun arkasına yığılan sınıfsal ve siyasal gücün ne anlama geldiğini bilen biliyor. Biz ise bildiklerimizi söylüyor ve gereken tutumu alıyoruz. Mahalle baskısı, esen rüzgar… Bunlar hep olacak. Her defasında sonradan “haklı çıktınız” diyenlerin sayısı artıyor. İmamoğlu, dün Erdoğan’ı yaratan, onun önünü açan uluslararası ve sınıfsal aktörlerin “bununla olur” dediği bir siyasal kişiliktir, bunu ısrarla söyleyeceğiz. İlla bir alternatif olması gerekmiyor. Erdoğan’ı yönetmeyi kolaylaştıracak, onu normalleştirecek bir baskı unsuru… Bakın siyasette, herkesle iyi geçinen, herkese hitap edenlerden korkmak gerekir. Muhsin Yazıcıoğlu ve Deniz Gezmiş; Necip Fazıl ile Nâzım, patronlar ile işçiler… Bu söylem çok ama çok tehlikelidir. Bunu iş işten geçtikten sonra değil, şimdi söylemek gerekiyor, söylüyoruz. Karanlığın içinde çaresizlik hissindeyken, etkili konuşan, gömleğinin kolunu sıyırarak “ben hakkınızı yedirtmem” diyen birinden heyecanlanan milyonları anlayarak ama gerçek çıkış yolunu göstererek, sorumlulukla hareket edeceğiz. “Her şey çok iyi olacak” mükemmel bir iddia, insanca bir temennidir ama gericilikle, emperyalizmle, sömürü düzeniyle hesaplaşmadan hiçbir şey ama hiçbir şey daha iyi olmayacak.

TKP’ye dönük seçimlerden sonra bir ilgi oluştu. 1 Mayıs gösterilerine de yansıdı bu ilgi. Devam ediyor mu?

TKP’ye dönük ilginin gözle görülür biçimde artması seçimlerden önce, hatta 24 Haziran seçimlerinden hemen önce başladı. Bir dizi faktör var; ekonomik kriz, düzen siyasetinden umudu kesme, TKP’nin örgütsel dönüşümü… Evet devam ediyor. Bu ilgiyi örgütlemek, çoğaltmak için araçlar geliştiriyoruz. Geçtiğimiz hafta sonu tek gündemli bir Konferans düzenledik. TKP üyeliği dışında, TKP Gönüllüleri diye bir kanal açıyoruz. TKP üyeliğinin getirdiği sorumluluklar var, bunları değiştirmek olmaz. Ancak hep birlikte, eşitlik mücadelesini vereceğimiz, aynı zamanda toplumsal bir aydınlanma seferberliğine dönüştüreceğimiz bir zemin yaratıyoruz. Partimiz 1 Mayıs’ta "Sosyalizm Mücadelesinde Kararlıyız, Gönüllüyüz" pankartı ile yürüdü. Bu çağrıya ilgi var ve biz bu çağrımızda ısrarlıyız. Bu düzenin pili bitmiştir, insanlığı da bitirmeye çalışmaktadır. Bu nedenle diyoruz ki, gelin insanca yaşayacağımız bir düzen kuralım.