İran ve Türkiye yeni yıla nasıl girdi?

Yeni yıla girdik. “Yeni yıla girmeyin, evinize girin” diyen bir iktidarın ortalığı terörize ettiği, karikatür bazı tiplerin çatılara çıkıp Noel Baba’yı dövmek için nöbet tuttuğu, insanları açlığa mahkum eden bir düzeyde tutulan asgari ücretin övüle övüle bitirilemediği, evde içki üretimini engellemek için etil alkolün içine azıcık daha “zehir” ekleneceğinin ilan edildiği bir yılbaşıydı bu.

Alkolü tamamen yasaklayamazlar, Diyanet İşleri’ni ve Saray’ı alkolden aldıkları vergi ile finanse ediyorlar. Üste bir o kadar daha kalıyor. İkinci bir Saray daha dikebilir, Diyanet’in kadrosuna bir 120 bin daha ekleyebilirler. Akşamcılar içiyor, Saray’ın ampülleri yanıyor anlayacağınız. Alkol vergisi 10 milyarı korumak için marketlerde satılan alkole zehir katmayı bu kadar geç akıl etmeleri şaşırtıcı. Yakında giderek yaygınlaşan ev şarabına ve biraya da bir çözüm getireceklerdir. 

Hareketli bir yılbaşı. Erdoğan “çok önemli şeyler olacak” dedi arada. 2018’den beklentileri var demek ki; burada anlaşıyoruz. “Çok önemli şeyler olacak” herkesin temennisidir ama aradaki fark iyi ve kötü arasındadır. Türkiye ve dünyada bir şeyler, belli şeyler olmalıdır ve tarihe bu yıl “büyük şeyler oldu” notuyla geçmelidir.

Şimdi söyleyebiliriz ki evde içki üretiminin en yaygın olduğu ülkelerden İran’da önemli şeyler oluyor. 

İran zaten önemli bir ülkedir; tarihiyle, kültürüyle, toplumsal mücadeleleriyle… Halkın Şah rejimine karşı öfkesinden yararlanan Mollalar bu önemli ülkenin üzerine çökeli neredeyse 40 yıl oldu. 

Şah rejimi Amerikancıydı, patronları ihya ediyordu, alabildiğine baskıcıydı, laik sayılmazdı ama burjuva modernizmi ile flört ediyordu.

Mollalar ABD’ye kapıyı gösterdi, sömürü düzeni CIA yardımıyla değil bu sefer dinsel baskılarla ayakta kalır oldu. Patronlar ihya olmayı sürdürdü, emekçiler yoksul kalmaya devam etti.

Hangi rejim daha zalimdi sorusuna dışarıdan yanıt vermek olmaz, ikisini de yaşayan İranlı devrimciler, komünistler var, onlara sorarsanız “kötünün iyisi olmaz, tercih yok” demekteler.

Mesele de budur; artık şu kötünün iyisini bulma merakından vazgeçmeli insanlık.

Bir tarafta “özgürlük ve demokrasi” yalanıyla sürdürülen sömürü düzeni öte tarafta dinsel dogmalarla ve anti Amerikancılıkla bezenmiş sömürü düzeni.

Bizden istenen bir şu: Özgürlük ve demokrasiden yanaysan ABD’nin Avrupa Birliği’nin değerlerine sarılacaksın, yoksa diktatörlerin eline düşersin!

Bizden istenen iki şu: Bağımsızlıktan yanaysan diktatörleri filan boş verip sineye çekeceksin, sömürüyü de unut, vatan sağ olsun!

İran’da sokağa çıkanların ne istediği karışık. Bu doğal, çok şey istenebilecek bir ülke İran. Özgürlük istemek meşru… Hayat pahalılığına karşı mücadele meşru… Yolsuzluklara tepki göstermek meşru… Adalet istemek meşru… Sokakta bunlar var. Sokakta kuşkusuz ABD tarafından yönlendirilen unsurlar da var. Onlar hiçbir zaman meşru değil. Daha fazla “gericilik” isteyenlerin de sesleri duyuluyor. Gericilik de hiç meşru olabilir mi?

Peki bu karmaşa nasıl çözülür?

İşin özüne bakarak. İnsanlığın ömrü çarpık bir bağımsızlık ya da egemenlik uğruna sömürü ve baskılara ya da sahte özgürlükler uğruna emperyalist statükoya boyun eğmekle geçemez, geçmemeli. İşin özü sömürü düzenindedir. İran’da da ABD’de de aynı sınıfın borusu ötüyor ve o sınıf İran’da da ABD’de de aynı sınıfı sömürüyor. 

Bağımsızlık uğruna despotların, zalimlerin peşinden gitme, demokrasi uğruna emperyalist projelere ortak olma suçundan bizi koruyacak olan fotoğrafın bütününe bakmaktır. İran’ın çıkışı da, Türkiye’nin geleceği de, geniş halk yığınlarının bu gerçeği fark ederek dizginleri ellerine almasındadır.

Portekiz’de Salazar diktatörlüğü işçi sınıfına karşı acımasızdı ama batılı ülkelerle ilişkisi azıcık limoniydi, ekonomi politikalarında bir dönem içe kapalı bir ekonomiyi tercih etmişti, öyle ki Coca Cola bile yasaktı ülkede. Coca Cola bir simgedir, kapı dışarı edilmelidir ama diktatörler ucuz popülizm yapsın diye değil. En iyisi diktatörleri de, tekelleri de Coca Cola şişesinin içine koyup sepetlemek.

İran yeni yıla sokakta girdi, Türkiye’yi ise eve tıktılar. Ama iki ülke de aynı ikilemle karşı karşıya bırakıldı.

Yok öyle yağma; mollanın-imamın alternatifi yanki olmak zorunda değil, işlerine geldiğinde nasıl yan yana geldiklerini görüyoruz. İran’ın zenginliklerinin yarıdan fazlası üç yüz civarı zenginin elinde. ABD’de en zengin yüzde bir ülke kaynaklarının yüzde 40’ını ele geçirmiş durumda. 

Biri “bağımsız” diğeri “demokrat”, beriki hem imam hem padişah hem tüccar hem mazlum ama işçi her yerde ezilsin ve yoksul kalsın!

Yok yok 2018’de önemli şeyler olsun.