Erdoğan “batı”nın öncü kuvvetidir

Başlıkta bir övgü yok. “Batı”dan kastettiğim de, emperyalizmin yatağı siyasi coğrafyadır. Emin olun, şu anda Tayyip ile güçlü emperyalist ülke liderlerinin arasındaki ilişkiyi aşk ve nefret ile tanımlamak en doğrusu. Obama’dan Merkel’e, Hollande’dan Cameron’a hepsi bir yandan bir kaşık suda boğmak istiyor, bir yandan da bizimkine derin bir hayranlık duyuyor.

Bir kaşık suyun öyküsü basit. Her şeyden önce “kibir”in emperyalist dünyada hiyerarşisi vardır. Erdoğan düzeni bozuyor, hep öne geçmeye çalışıyor, dikleniyor, ağzına geleni söylüyor. Katlanılacak gibi değil.

Daha az önemli olmayan bir sorun, Erdoğan’ın güvenilmez oluşudur. Tamam, emperyalist dünya aynı zamanda dostlukların dostluk, düşmanlıkların düşmanlık olmadığı sahte bir dünyadır ve kimse kimseye güvenmez. Ancak burada da yazılı olmayan bir hukuk işler, özgürlükleri belirleyen ekonomik, askeri, siyasi gücünüzdür, sınırları fazla zorlayamazsınız. Bu bağlamda Erdoğan’a özel olarak hiç güvenilmemektedir, çünkü paşamızın sınırlarını bilmediğinden artık herkes emindir.

Üstüne, Erdoğan öngörülemeyen davranışlar içine giren bir aktördür. Attığı adımların bazıları düpedüz ABD tarafından dikte edilmiş olsa da, arada sürpriz çıkışlar yaptığı açıktır. Henüz ayrıştıramıyoruz belki ama toplamın verdiği fotoğraf, araya kendi üretimlerini de kakaladığını göstermekte!

Toplumun yarısında “nefret” hissi yaratması ise bambaşka bir meseledir ki düzen sahipleri için son derece tehlikelidir bu. Haziran Direnişi sırasında Tayyip’le devam etmenin imkânsız olduğuna bu nedenle kanaat getirmiş ama uluslararası dengeler imkânsızı en iyi seçenek haline getirmişti. Ancak hâlâ aynı sorun var, Erdoğan büyük risk yerli ve yabancı sermaye için. Üstelik bu risk azalmadı arttı. Diktatörümüz artık uluslararası bir nefret objesi. Ona göz yumanları da içeride güç duruma düşürecek ölçüde…

E üstüne gaflarını filan ekleyin; “biz bu adamı çekmek zorunda mıyız” diye dertleniyorlardır her defasında. Küçümsemeyin bu duyguyu, siyasette insan faktörü her zaman hesaba katılmalı… Yani bazen!

Nefretin sağlam temelleri var anlayacağınız…

Aşka gelince…

Daha derin!

Çünkü kapitalizm artık idare edemiyor. Henüz ortada güçlü, yükselen bir emekçi hareket olmasa da, devrim “göz filan kırpmasa” da… Dünya düzeni düzensizlik; tek tek gelişmiş kapitalist ülkelerde bile aptallık ve manyaklık hâkim sokaklara.

Faşizmin ekonomik ve toplumsal temelleri şu sıralar her şeye rağmen zayıf olsa da, sermaye faşizmi özlüyor.

Erdoğan siyasal tarzı ile bu özleme yanıt veriyor. Yıllar önce, “Erdoğan öğretiyor” diye yazmıştım. Avrupa Birliği’ne üye bazı ülkelerin AKP icadı bazı yasal düzenlemelere yöneldiklerine işaret ederek… Ama asıl cazip olan, Erdoğan’ın elde ettiği özgürlük alanı. İmrenerek bakıyorlar ona… İlham alıyorlar. Düşünsenize, ölülerle sohbet etmek istediğinde “yönetme ehliyeti yok bunun” diye derdest edilmiyorsunuz!

Berlusconi huzur evinde temizlik yapmaya mahkûm edildiğinde “bu nasıl adalet, benim düştüğüm duruma bak, Tayyip ise sadece attan düştü” demiştir illa ki!

Bu özgürlüğe hayranlıkla bakılmasının altında asıl sınıfsal nedenler var. Tarihe “demir lady” diye geçen sevimsiz burjuva politikacısı Thatcher bile İngiltere’de liberal “karşı devrim”e imzasını atarken böyle bir hareket serbestliği kullanmadı.

Erdoğan bugün hiçbir konuda denetlenmeyen, sadece ve sadece “halk” korkusu ile azıcık dizginlenen, uluslararası alanda ise söylediğim gibi nefreti aşkla dengeleyen bir lider olarak “örnek”tir.

Sermayeye sınırsız hareket serbestliği kazandırması aşk nedenidir, bazı sermayedarları ideolojik, siyasal veya kişisel nedenlerle tehdit etmesi nefret kaynağıdır.

İç politikada anayasa, sayıştay, danıştay vesaireyi takmaması aşka, aynı takmazlığı dış politikaya taşıması nefrete yol açmaktadır.

Ancak son tahlilde Tayyip, “batı”yı geriye doğru çekmektedir. Ve kendisi bunun farkındadır. Durduğunda hesabı görülecektir. Fazla çekiştirdiğinde ise ip gerilip kopacak, sonuç yine felaketi olacaktır.

Şu ana kadar idare etmiştir. Bunun en son örneklerinden biri, göçmen krizinde Avrupa Birliği’nden kopardığı paralar ve seçim öncesinde aldığı destektir. Tekelci basın, Amerikan olanları dahil, başta Alman hükümetinin olmak üzere Avrupa Birliği’nin tutumunun “rezalet” olduğunu açıkça yazmıştır. Ancak hepsinin birden rezaletleri kanıksayan toplumlara gereksinimi vardır.

Hepsinin içinde birer Hitler yaşamaktadır.

Erdoğan kendi içindeki Hitler’i açığa çıkarırken, diğerlerine cesaret vermektedir.

Emperyalizm Hitler’i meşrulaştırmaya şiddetle gereksinmektedir. Hitler halklar için kölelik, uluslararası tekeller için özgürlüktür. Tıpkı Erdoğan gibi…

Peki, Erdoğan bu “özgürlüğe” nasıl ulaşmıştır?

“Biz aydınlanmacı değiliz” diye böbürlenen solcular, size soruyorum. “Türkiye’de şeriat tehlikesi yoktur” demeyi “derin teori” sanan aydıncıklar siz de yanıt verebilirsiniz. 15 yıl boyunca “halkın değerleri” diye kafa ütüleyen devrimciler, belki sizde cevabı vardır…

Benimkisini beğenmeyeceğinizden eminim: Erdoğan’a özgürlük sağlayan, Türkiye’de dinselleşmedir. Dinselliğin siyaset alanını ele geçirmesidir.

Batılıları asıl kıskandıran ve düşündüren budur. Kıskanmaktadırlar çünkü laisizm onlar için de bitmiştir. Bitmiştir çünkü o burjuvazinin ilericilik dönemine özgüdür, geride kalmıştır. Geride kalmıştır çünkü sermaye artık bir bütün olarak ve sadece barbarlıktır.

Düşünmektedirler çünkü Erdoğan, yaratıp “düşman” ilan ettikleri, bir sürü açıdan kendilerine yarayan “İslamcı terör” ile düşünsel-siyasal-kültürel bir akrabalığı temsil etmektedir. Daha da önemlisi, İslamiyet ile Hıristiyanlık aynı toplumsal köklere sahip olsa da, kapitalizmle farklı noktalardan ve farklı momentlerde ilişki kurmuş iki dindir.

Bu gerilimi kolay kolay çözemezler.

Onların sorunu…

Bizim sorunumuz ise Hitlercilerin bütünüyle…

Sermaye sınıfıyla.

Zamanında Hitler’le alay edip, ona öykünen, onunla barış içinde bir arada yaşamaya kalkan “batı medeniyeti”yle…

Erdoğan’ın arkadaşlarıyla…

Bu yazı haftalık siyasi dergi Boyun Eğme'nin 14. sayısında yayınlanmıştır.