Dünya Solunu Bekleyen Büyük Tehlike KEMAL OKUYAN

Dünyada emperyalizme karşı direniş zaman zaman ve bazı noktalarda yoksul emekçi tabanına yaslansa da, bir gerçek kabul edilmeli: ABD'ye karşı mücadele gündemini "devletler" giderek artan oranda belirlemeye başladı. ABD'nin ulus devletlerin hareket alanını kısıtlama ve kimi örneklerde onları parçalama stratejisi ile "rakip" odakları zayıf düşürme kaygısının uluslararası sistemde direnç yaratması elbette kaçınılmazdı. Direnç, farklı coğrafyalarda farklı karakter taşımakla birlikte, aynı zamanda bir ittifak arayışını da doğal olarak gündeme getiriyor.

Bugün ABD'nin hegemonik güç olarak dünyayı yeniden şekillendirme çabalarından rahatsız olan, bir biçimde kendilerini sağlama almak isteyen, küresel ya da bölgesel ölçekte alternatif yeniden yapılanma arayışlarına yönelen üç ülke ve iki odak var. Ülkeler Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya ve İran olarak sıralanırken, Avrupa Birliği ve Latin Amerika'daki sol iktidarlar birer odak olarak ön plana çıkıyorlar. Listeye Hindistan'ı eklemek gerektiğini ileri süren birçok kişinin bu ülkenin 2001 sonrasında ABD ile ilişkilerindeki şaşırtıcı iyileşmeyi gözardı ettiğini ve tek başına "ekonomik güç"ün bir direnç odağı olmak anlamına gelmediğini hatırlatmak gerekiyor.

Uluslararası arenada, ABD için baş ağrıtan bu beş aktöre bakıldığında gördüğümüz nedir?

Bir emperyalist odak (Avrupa Birliği), başını Venezuela'nın çektiği sola yönelmiş ülkeler (Latin Amerika), emperyal iddialar taşımaya çalışan büyük bir kapitalist ekonomi (Rusya), kapitalist sisteme fazlasıyla entegre olmuş tartışmalı bir sosyalizm projesi (Çin), gericilik ve piyasa güçleri tarafından sakatlanmış bir ABD-İsrail karşıtlığı (İran).

Bu aktörlerin ABD ile mesafeleri farklı, beklenti ve niyetleri farklı, sınıf kompozisyonları farklı, tutarlılık dereceleri farklı. Avrupa Birliği'nin işbirliği, rekabet, gerilim salınımında yürüyen ABD politikası ile diğerlerini yan yana koymak bile tehlikeli elbette. Bununla birlikte, ABD'den rahatsız güçlerin ittifak ya da yakınlaşma arayışlarında Avrupa Birliği'nin de bir yeri var. Birlik, kendi içinde bir dış politika ortaklığı geliştiremese de, Almanya ve Fransa'nın çabalarıyla diğer dört aktörle değişik yakınlaşma girişimlerine imza atmış durumda. En azından bu güçlerle mesafesini ve ilişkisini ayarlarken ABD açılımlarını kopyalamıyor Avrupa Birliği. Almanya'nın özellikle enerji gereksinimi için vazgeçemeyeceği Rusya ve İran'a ABD karşısında dolayımlı bir destek verdiği, en azından bir hareket alanı açtığı biliniyor.

Bilinen abartılmamalı, mutlaklaştırılmamalı...

Ancak benim işaret etmek istediğim konu farklı.

Bu tablodan ne çıkar? Neredeyse dünyanın tamamına yayılmış olan bu direnç odakları dünya devrim sürecinin önünü açar mı, bugünkü haliye sol bu tablodan ne kadar yararlanabilir?

Bazı sağlam ve inatçı ögeleri kenara koyarsak, dünya solunda kendi siyasetini ya da varlığını bu beş aktöre dayandırma eğiliminin hızla güçlendiğini itiraf etmek durumundayız. En eskisi Avrupa Birlikçilik Avrupa solunun başından beri birliğe tutunarak politika yapan unsurlar tarafından belirlendiği açık. Kimi ABD'ye bir alternatif, kimi bir demokratikleşme projesi olarak görüyor ya da göstermek istiyor birliği. Ve açıkçası, sözünü ettiğim birkaç inatçı unsur dışında, Avrupa solunun stratejisi son tahlilde Avrupa Birliği'nin stratejisidir. Daha önce bir yazımda belirttiğim gibi ABD'nin nükleer silahları varsa, Avrupa'nın da solu vardır!

Rusya ise özellikle Putin'le birlikte, dünyanın birçok ülkesinde devrimci hatreketlerin ilgisini daha fazla çekmeye başladı. ABD saldırganlığını frenleme açısından büyük önem taşıyan Rusya Federasyonu'na umut bağlayanların, Putin'i ezilenlerin babası olarak değerlendirenlerin sayısı hızla artıyor. Hatlar karışmış durumda, Rusya ile Sovyetler Birliği arasında özdeşlik kurup, süreklilikten söz edenler mi ararsınız, bu ülkedeki iktidarın sınıf karakterini görmezden gelenler mi... En trajik olanı, geçmişte Sovyetler Birliği'ni devrimcilik adına "düşman" ilan edip, şimdi Rusya'yı göklere çıkaranların varlığı...

İran için, Çin Halk Cumhuriyeti için de benzer şeyler söylenebilir. Sol, ama çaresizlikten ama ilkesizlikten bu ülkelerdeki durumu nesnel bir gözle değerlendirme yeteneğini kaybetmiş durumda ve birçok hareket stratejisini giderek daha fazla bu ülkelerin açılımlarına endeksliyor.

Sözünü ettiğimiz tablonun en ilginç ve ayrıksı aktörü elbette Latin Amerika'daki sol iktidarlar. En solda ve gerçekten devrimci bir değer taşıyan tek örnek olan bu odağın da kendi içindeki farklılaşmalar hesaba katılmalı. Venezuela ile Şili ya da Nikaragua'yı aynı kaba koymamak gerektiği gibi, odağın liderliğinin bölgenin en "ileri" (Küba) unsurunca değil de en "iddialı" liderliğe sahip unsurunca (Venezuela) üstlenildiği de bir kenara not edilmeli.

Yalnız bölgede değil, başka birçok coğrafyada solun kendi kaderini bu iktidarlara teslim etme eğiliminde olduğunu görmemek olanaksız. Daha şimdiden birçok sol parti ya da örgüt Latin Amerika deneyini ideolojik, teorik ve siyasal referans noktası haline getirmiş durumda.

Rusya'ya öyküneceklerine Chavez'e dönsünler elbette yüzlerini...

Ancak, tabloyu bir bütün olarak değerlendirip solun ne kadar büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını söylemek durumundayız.

Yüzünü bu beş aktöre çeviren soldan hiçbir devrimci stratejisi çıkmaz.

Gözler kapatılsın demiyorum, bu beş aktöre karşı farklı farklı stratejiler geliştirilmesin demiyorum, Venezuela ve diğer Latin Amerika sol iktidarları ile sonuna kadar dayanışılmasın demiyorum, ABD'nin Rusya ve İran'a dönük tehditlerine karşı konmasın demiyorum, Çin Halk Cumhuriyeti'nin ABD emperyalizmi karşısında en büyük güvencelerden biri olduğu gerçeği inkar edilsin demiyorum. Avrupa Birliği'ni bir emperyalist odak olarak peşinen karşıya yerleştirmeliyiz, bu ülkenin ABD'yi "denge"lemesinden ancak "savaş" çıkar, paylaşım çıkar diyebilirim ama...

Mesele şudur: Zaten zayıf düşen sol, uluslararası aktörlerin küresel bilek güreşine bakarak tamamen kör olabilir, hatta bitebilir. Bu tehlike her geçen gün artmaktadır. Oysa, devrimci bir strateji için, uluslarası ve bölgesel gelişmeleri yakından izlemek, değerlendirmek ve pozisyon almak ama bütün bunları ülke içi sınıf mücadelelerinin bir gereği olarak yapmak ve "devletlü ittifaklar"dan uzak durmak gerekmektedir.

Bırakın Putin solculuğunu, onurumuz ve iftiharımız olan Chavez devrimciliği dahi, solu iktidarsızlaştırmakta, soluksuz bırakmaktadır.

Bunun nedenlerine, solu bekleyen tehlikenin ayrıntılarına daha sonra bir başka yazıda değinmek üzere...

[email protected]