Türkiye’ye Silivri’den Bakmak

Silivri Cezaevi’nin internet sitesinde cezaevinin amacından şöyle bahsediliyor: “İnfazdaki temel amaç tüketen, yararsız, asi, hayata küskün, kendisi ile barışık olmayan mahkûm tipinden, işlediği suçtan dolayı pişman olmuş ve hatalarından ders almış, kurallara uyan, üreten ve kendisini sosyal çevre için yararlı hisseden, kendisi ve toplumla barışık mahkûm tipine geçişin başarılmasıdır.

Kampüsümüzde bulunan Ceza İnfaz Kurumlarımızın hizmete açılması ile birlikte hükümlü ve tutuklulara cezalarının infazı için Kurumlarımızda bulundukları süre içerisinde, en son teknoloji ve donanım kullanılmak suretiyle oluşturulmuş, modern ve ferah ortamlarda eğitsel ve kültürel faaliyetler, sosyal ve sportif aktiviteler ile iş ve meslek edinme çalışmaları yapabilme imkânlarının sağlanması neticesinde cezaların infaz edilmesindeki temel amacımıza ulaşmanın artık çok daha kolay bir hale geldiği düşünülmektedir.”

Silivri’nin varlığının yukarıda söylenenlerle ilgisi olmadığını bildiğimize göre şöyle başlayabiliriz sanıyorum: Dünyanın herhangi bir ülkesinde, herhangi bir rejim, cezaevlerini basın mensuplarına gezdirmeye kendisini zorunlu hissediyorsa ortada mutlaka “olağanüstü” bir durum var demektir.

Türkiye’de 12 Eylül döneminde ve daha sonra F tipi cezaevlerinin hayata geçirilmesi sürecinde şahitlik ettiğimiz bu uygulama, bir grup gazetecinin Silivri Cezaevi’ne götürülmeleriyle bir kez daha gündeme geldi. Amaç bu gazeteciler aracılığıyla bir imge yaratmaktı: Temiz, nezih, insani koşulların tesis edildiği bir cezaevi imgesi.

İktidar kendisini böyle bir imaj çalışmasına mecbur hissetti çünkü Silivri’nin iktidarın hakikatini olanca çıplaklığıyla ifşa eden bir mekân olduğunun farkında AKP iktidarını anlamak için Silivri’ye ve Silivri’yi anlamak için AKP’ye bakmak gerekiyor yeni rejim, Silivri’de somutlaşıyor.

İsimden yola çıkmak her zaman faydalıdır, biz de öyle yapalım. Silivri Cezaevi olarak bahsettiğimiz yerin tam adı Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampusu. Yani ortada sıradan bir cezaevi yok, kompleks bir cezalandırma mekanı var. 938.024 metrekarelik devasa bir alan üzerine inşa edilmiş olan yerleşkede “Açık Ceza İnfaz Kurumu ve 8 Adet L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ile Sağlık Ocağı, Genel Mutfak, Ekmek Fırını, Destek Hizmet Binası, Duruşma Salonu, Ziyaretçi Bekleme Salonu, Kademe Binası, Çamaşırhane, Isı Merkezi ve Jandarma Tabur Binalarından oluşan Müşterek Tesisler ile 500 Adet Lojman, İlköğretim Okulu, Alışveriş Merkezi, Kreş, 6 Adet Trafo, 2 Adet Su Deposu ve Atık Su Arıtma Tesisi” bulunuyor.
Silivri’yi devletin güvenlik aygıtının mükemmel şekilde gözlemlenebileceği bir mekân olarak görebiliriz: Polis, savcı, hâkim, gardiyan ve jandarma, aygıtın birer dişlisi olarak ve uyum içerisinde bir arada çalışmaktadırlar. Tutuklu yargılananlar ve hükümlüler, avukatlar, savcılar, duruşma salonları, iddianameler ve görülen davalar ise Silivri’yi güvenlik aygıtı ile içiçe geçmiş adalet sisteminin vücut bulduğu yer haline getirmektedir.

Buna, tutuklu yargılananlara ve hükümlülere ait hücreleri, savcılara ve hakimlere ait odaları, duruşma salonlarını, fırını, çamaşırhaneyi, cezaevi personelinin yaşadığı lojmanları, jandarma binasını, alışveriş merkezini ve kreşi de eklersek cezalandırma mekânı olarak vücut bulmuş mini bir kentten ya da aynı anlama gelmek üzere cezaevi-kent olarak kurgulanmış bir mekânsal örgütlenmeden söz etmemiz mümkün hale gelir: Bir “cezakent” olarak Silivri Kampusu!

Silivri’yi metaforik bir şekilde, savaş esirlerinin ya da iktidar tarafından düşman kategorisine dahil edilenlerin konulduğu bir tür toplama kampına benzetebiliriz. Ülkede birinci ve ikinci cumhuriyet paradigmaları arasındaki mücadeleye tekabül eden kansız bir iç savaş yaşanmış, kazananlar kaybedenleri Silivri’ye koymuşlardır. Kendisi de Silivri mahpuslarından biri olan Yalçın Küçük’ün formülasyonuna başvuracak olursak, iç savaşlar en çok da elitler arası savaşlar olarak tezahür ederler ve bu bağlamda Silivri, eski rejimin elitlerinin, rektörlerinin, subaylarının, gazetecilerinin, genelkurmay başkanlarının, yani yeni rejim inşasına engel olmaya çalışanların ya da engel olacağı düşünülenlerin konduğu mekân olarak karşımızda durmaktadır.

Silivri’yi anlamak için toplama kampı metaforuna başvurmanın başka gerekçeleri de vardır. Kamp, totaliter, toplumsal yaşayışı bütünüyle kuşatmayı amaçlayan, insanı kamusal ve politik bir varlık olmaktan çıkararak kendine ve cisimleştiği lidere kayıtsız şartsız biat ettirmeyi amaçlayan rejimlere ait bir olgudur. Kampta normal hukuk kuralları işlemez, ya da şöyle söylemek gerekir: Kampta hukuk bütünüyle keyfidir. İddianamelerden delillere, gizli tanık uygulamasından savunma hakkının gaspına, tecrit uygulamasından tutuklu yargılamaya kadar uzanan bir yelpazede Silivri’de de tıpkı toplama kamplarında olduğu gibi normal hukuk kurallarının işlemediği ve keyfiliğin esas olduğu görülebilir mevcut hukuk düşman hukukudur.

Silivri, yeni rejim inşa sürecinin söylemsel olarak nasıl kurulduğunu anlamak açısından da son derece önemli ipuçları vermektedir. Yerleşke içerisindeki duruşma salonlarında görülen davalar, mağlupların yargılandığı mahkemelerdir ve söz konusu olan sadece mağlupları değil, onların temsil ettiği zihniyeti ve daha da genişleterek iktidarın kapsayamadığı bütün unsurları, yani düşman kategorisine dâhil edilenleri ve düşman addedilen zihniyeti de yargılamaktır.

İddianameler bu yargılama sürecinin esas aracıdırlar: Hukuki olmaktan ziyade politiktirler ve politik kavramı esas olarak dostun ve düşmanın kim olduğunu belirlemekle ilgilidir. Bu metinlerde dost ve düşman belirlenir ve Türkiye siyasi tarihi bu ayrım üzerinden yeniden yazılır: Vesayetçilere karşı demokrasi güçleri, darbecilere karşı siviller, jakobenlere karşı mütedeyyinler…

İddianamelerin üzerine inşa edildiği paradigma, liberal-muhafazakar entelektüeller tarafından inşa edilen ve yukarıda sözünü ettiğimiz ikiliklere dayalı tarih okumasının hukuki dile tercümesidir ve bu tercüme faaliyeti, iddianamelerin açıklanmasından hemen sonra medyadaki liberal-muhafazakar kanaat önderleri tarafından, elbette ki popüler bir dil kullanılarak, yeniden kamuoyuna servis edilir. Demek ki Silivri sadece bir cezalandırma aygıtına değil, söylemsel bir aygıta, bir hafıza inşa etme makinesine de işaret etmektedir, bu makine iddianamelerle medya arasındaki işbirliğine dayalı olarak çalışır ve rejimin ideolojik hegemonyasının tesisinde son derece önemli bir rol oynar.

Kompleks bir yapı olarak devletin güvenlik aygıtı, adalet sistemi, hukukun yapısı ve işlevi, rejim inşasının söylemsel boyutu… Özel olarak Silivri Cezaevi, genel olarak ise cezaevleri günümüz Türkiye’sini anlamak için önemli çıkış noktaları olarak karşımızda duruyor çünkü cezaevleri sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada rejimlerin gerçek yüzünü ifşa eden mekânlar olma niteliğini taşıyor. Bu yazı bu anlama çabasına dair bir giriş yazısı olarak da okunabilir.