Türkiye’de siyasi strateji değişikliği ne anlama geliyor?

Yerel seçimlerden sonra yeni bir dalga yükseliyor. Bir siyasi kriz yaratmamak için herkes çok temkinli, örneğin erken seçimi kimse ağzına almıyor fakat herkes Anayasa değişikliğinden bahsediyor.

Güçlerin ayrılığı ilkesini güçlendirecek, meclisin yetkilerini artıracak, basın özgürlüğünü sağlayacak vb…

İşiten Türkiye sermaye sınıfının içinde kalmış gizli bir özgürlük aşkı olduğunu sanacak!

Oysa Türkiye’de bir sermaye birikim dönemi ve bunu yöneten siyaset bir kez daha tıkandı. Yeni bir strateji arayışı ve siyasetin yeniden yapılandırılma gereksinimi bu tıkanmadan kaynaklanıyor.

AKP’nin 17 yıldır yönettiği sermaye birikim döneminin özü neye dayanıyordu?

Her şeyden önce AKP Türkiye’de yaşanan en büyük mülk devrini yönetti. Kamuya yani bütün topluma ait olan iktisadi zenginlikler sermaye sınıfına devredildi.

İkinci olarak emekçi sınıfların örgütlülüğü bu mülk devrine direnemeyecek kadar eritildi.

Her ikisinin doğal sonucu olarak Türkiye çok yüksek sömürü oranına sahip bir ülke haline geldi.

Bunlara büyük uzlaşının parçaları olan siyasetlerden bir itiraz var mı?

Aksine sermeyenin bu kazanımlarını korumak görevleri. Babacan’dan, Davutoğlu’ndan, CHP, İYİP, SP ve HDP sözcülerinden kamulaştırma ve işçilerin örgütlenmesine destek olma gibi bir ifadeyi kazara bile olsa duyamazsınız.

Ama sermaye birikim modeli nerede tıkandı?

Bu 17 yıl boyunca yaratılan sömürü cenneti doğrudan sermaye yatırımlarını çekti. Borçlanmak ve oluşan cari açığı döndürmek için sıcak para akışından yararlanıldı.

Sonunda Türkiye uluslararası sermaye yatırımlarını alırken, Türkiye sermayesi yurtdışına sermaye ihraç etmeye başladı.

Strateji radikal biçimde değişti. Öncesinde ancak Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne asker gönderen Türkiye, yurtdışında üs kurmaya, ikili askeri anlaşmalar yapmaya, gerekirse silah ve silahlı çeteleri ülkeler arasında transfer etmeye başladı. Sermaye yurtdışında nereye yatırım yaparsa bu yatırımı kollamak devletin görevi haline geldi.

Türkiye bir bölgesel güç olma iddiasını önce bütün düzen aktörlerinin bayıldığı Cemaat’e, sonra ise Müslüman Kardeşler'e dayandırdı. Kısa bir süre önce bu köşede 2012 AKP Kongresinin Müslüman Kardeşler Kongresi gibi geçtiğini yazmıştık. Dinci ideoloji sadece emekçileri sömürü düzenine bağlamak için kullanılmadı, aynı zamanda sermayenin yurt dışına açılmasında bir ittifak sistemi olarak kurgulandı.

Böyle bir iddia emperyalist bloklar arasında bir denge siyaseti gerektiriyordu, bugün S-400’lerde somutlanan strateji bu eğilimi yansıtıyor.

Dünyada dengelerin değişmesi ile bu stratejinin çöktüğü görülüyor. Mali sorunlar ve borcun döndürülemez hale gelmesi Batı emperyalizmine bağımlılığı artırıyor.

Öte yandan çöküş her cephede yaşanıyor.

Otuz yıllık Müslüman Kardeşler iktidarının çökmesi ile Sudan’da Türkiye’nin giriştiği çok büyük topraklarda tarım yapılması projesinin tükendiği basına yansıdı geçen gün.

Libya’daki iç savaşta Türkiye’de üretilen İHA’nın düşürülmesinden sonra hava sahasının Türkiye’ye kapatılması finale gelindiğini gösterdi. Libya’da gözaltına alınan yüksek rütbeli subaylar Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’in iktidarın parçası olduğu rejimle nasıl örtülü bir ilişki içinde olduğunu çok iyi gösterdi

Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin batılı tekeller ve emperyalist devletler ile yaptığı anlaşmaların Türkiye’yi nasıl çaresiz bıraktığına değinmiştik.

Ya Suriye’de? Müslüman Kardeşler büyük ölçüde silindiler, Türkiye İblid’de cihatçı çetelerin hamisi olarak sıkıştı kaldı. Yayılmacılığını Suriye içine yönlendiremiyor, karşı tarafta Rusya var, Kürt bölgesine yayılamıyor, ABD var.

İşte yeni koalisyon veya büyük uzlaşma bu tıkanmayı sermaye sınıfı adına aşmak için hareket ediyor.

Daha iddiasız bir kapitalizm ve batı emperyalizmi karşısında daha itaatkâr bir uluslararası siyaset. 

  • Doğu Akdeniz’de sondaj yapmaya çalışmayan ama yabancı tekellerin çıkardığı doğalgazın Türkiye üzerinden taşınmasından komisyon alan,
  • Suriye’de Kürt bölgesine yatırım yapmaya çalışan,
  • Libya’da, Sudan’da taraf değiştiren bir Türkiye.

Özgürlükçü Anayasa ve açılım dedikleri bundan başka bir şey değil.

Üstelik açılımın daha süngüsü düşük bir Türkiye hedeflemesine bakmayın, aksine en az AKP dönemindeki kadar korkunç sonuçları olabilecek, Türkiye emekçi halkını emperyalizmin peşinden felaketlere sürükleyebilecek bir potansiyel taşıyor.

Ama her şey karşıtı ile var. Emekçi sınıflara ait bu karşıta yatırım yapıyoruz ve umudu burada arıyoruz.