Büyük restorasyon

soL portal’daki iki çevirinin bize ne söylediğine dikkat çekmekte yarar var. Biri İspanyol Podemos partisinin lideri Pablo Iglesias’ın New Left Review’da yayınlanan söyleşisiydi. Diğeri ise ünlü Marksist James Petras’ın Güney Avrupa kuşağında yeni siyasal yapılanmalara değinisi…

Iglesias’ın söyleşisini soL portal yerinde bir tercihle alaycı biçimde verdi. Adamın kraliyetle ironik ilişkisine karışmamak en iyisiydi. Hele bizde de benzer şaklabanlık kravat, bisiklet, kedi gibi aksesuarlar üstünden sergilenmişse... Kedi seven, bisiklete binen, kravat takmayan lider Erdoğan elini uzattığında genel müdüre yaltaklanan taşra bayiine dönüşüyorsa, Obama’yı dinleyip alkışlamak “müesses nizam”a tavizden sayılmıyorsa…

Petras, olayı solcu olmayan bir solun yapılandırılması olarak görüyor. “Yapılandırılması” derken, burada dilbilgisi açısından bir “gizli özne” var tabii. Ama Petras’ın izlediği ve asla komplocu olmayan yöntem elbette doğrudur. Bu yapılandırma’nın nesnel temelleri olmak durumundadır. Yazara göre orta sınıf.

Biz konuyu Gezi/Haziran bağlamında hayli tartıştık. Petras’ın Avrupa analiziyle bizim Türkiye çıkarımlarımız arasında belli mesafeler var. Durumun betimlenmesi açısındansa Petras’a teşekkür borçluyuz. Türkiye’deki hayranları ne kadar farkında bilmiyorum, ama onların işi kolay değil. Çünkü Petras cidden solcu. Hayranlarıysa sol olmayan, “non leftist” solun şakşakçısı…

Teşekkürü hak eden Petras’la aramızdaki mesafe sınıf analizini ilgilendiriyor. Herkes gibi Batı marksizmi de orta sınıf kavramını başkalarından devraldı. Soyluluk veya aristokrasiyle yoksul üreticiler arasındaki kesim, belki henüz kendi adını seçip dayatacak kadar gelişmediğindendir, “ortada bir yerde”ydi. Sonraları yeni toplumun temel sınıfı haline geldiğinde burjuvazi kendisini sermaye sahipliğiyle özdeşleştirecek ve artık ortada kalma halinin aşağılayıcı çağrışımlarından kopacaktır. Aşağılayıcı çağrışım herhalde en fazla aristokrasinin gelenek ve kültürünü alabildiğine yükseltip incelttiği, proletaryanınsa kendi gündelik yaşam kültürünü kurmakta çok başarılı olduğu Britanya’da, proletaryanın devrimci misyonunu el koyarak, temellük ederek yok etmek yerine aristokrasiye yaltaklanmayı tercih eden İngiliz burjuvazisine yakışır.

Orta sınıf burjuvaziye dönüşürken, temel sınıflar arasında bir kategorinin sürekli tasfiye olup sürekli yeniden kurulduğunu kimse görmezden gelemez. Hiç kuşkusuz sınıfları, kültür, yaşam biçimi, gelir düzeyi, kimlik gibi kriterlerle değil üretim sürecindeki yerlerine göre tanımlamaktır, bilimsel olan. Geliri ortalamanın üstündeki işçi sınıfı unsurları, geliri kendi ortalamasının altındaki burjuva unsurlarla iç içe geçiyor diye buna bir sınıf denebilir mi?

Üstelik “ortadakiler” her momentte farklılaşır. Tekelleşme sürecinin aşağı ittirdikleriyle sosyal devletin ihya ettikleri, kendilerine politik kimlik yaratacak kadar gelişenlerle lümpenleşip gericiliğin peşine takılanlar, mülksüzleşip emekçi saflarına katılanlarla –belki şimdilerde bizde olacağı gibi- işçi sınıfının kalifiye unsurları olarak konumlanıp devrim sürecine can verenler… bunların hepsine ortak bir isim takmak neyi açıklar?

Ve dahası… Gelişmiş kapitalizmin orta katmanları, kendilerine ayrı yol çizmeye el veren bir tarihsel birikime sahip olabilirler. Bu her yere ve Türkiye’ye olduğu gibi aktarılamaz. Avrupa’da Petras’ın tartıştığı örneklerde hareketli kesimlerin geleneksel işçi sınıfından ve onun genel grev silahından uzak durdukları görüldü. Ayrışmanın en net hali Yunanistan’da gösterdi kendini. Komünist Partinin ağırlık koyduğu işçi sınıfı örgütleri defalarca genel greve çıkarken, sokaklarda yükselen militan kavgayla canlı bir iletişim içinde olmadılar. Geleneksel sol politik olgunluğu, ağırbaşlılığı ve iç dengeliliğiyle, kavgacı “orta sınıf” ise programa, örgüte itibar etmeyişiyle ayırt ediliyordu. Petras Yunanistan KP’nin Syriza tarafından küçültüldüğünü söylerken haklıdır.

Türkiye’de ise sınıf geçişkenlikleri fazladır. İşsizlik, sendikasızlık ve sirkülasyon sınıfın sendikalı ve atıl kesiminin kastlaşmasına imkan vermeyecek kadar yoğundur.

Bu verilerin sonucunda, bizde Podemosçu-Syrizacı, sol olmayan solcular kendilerine Batıdaki ölçülerde yaramayan Gezi-Haziran direnişini orta sınıf hareketi olarak tanımlamaya, aynı anlama gelmek üzere işçi sınıfını çağrıştıran her şeyden uzak durmaya çalışırlar. Onlara bakılırsa hareketin sınıf karakteri yoktur, olmamalıdır, olmayacaktır. Bin bir kimliğin yarattığı çokluk varken, ne gerek var kalıplara!

Petras solcu olmayan solun orta sınıf ürünü olduğunu düşünüyor. Biz Haziran direnişinin işçi sınıfı karakterine uzandık hep. Bu Türkiye’nin objektif ve sübjektif avantajıdır aslında.

Peki, komplocular olmasa da, bir gizli özne hiç mi yoktur? Kapitalizmin ömrünü uzatmak ve krizi alt etmek için solu solsuz ve soysuz kılmaya çalışanlar, bayağı bayağı özne oluşturuyorlar. Arkalarında hangi sınıfların konumlandığı, kimlerle pazarlık edip, kimlerden nefret ettikleri herkesin gözü önünde cereyan ediyor. Komplo yok. Büyük restorasyon var. Özneler var ve mücadele ediyorlar. Mücadele ediyoruz…