Din dersinden muafiyet davalarında 'yürütmeyi durdurma' umut veriyor

Geçtiğimiz günlerde zorunlu din dersi için muafiyet davası açan bir ailenin daha yüzü güldü. Dava süreci devam ederken gelen yürütmeyi durdurma kararı, öğrenciye din derslerine girmeme imkanı sağlıyor. Konuyla ilgili öğrenci velisi ve dava avukatı olumlu görüş ve duygularını bildiriyor.

Gamze Erbil

Zorunlu din dersinden muafiyet istemiyle idare mahkemesine dava açan ve geçtiğimiz günlerde “yürütmeyi durdurma” talebine olumlu yanıt alan 6'ncı sınıf öğrencisi velisi Ayşe Ruhan İkeda'yla ve avukatı Elif Zelal Şeker'le dava süreci üzerine görüştük.

İstanbul'da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Konservatuvarı Piyano-Arp-Gitar Anasanat Dalı bölümünde 6'ncı sınıfta eğitim gören öğrenci, önümüzdeki günlerde din derslerine girmeme hakkını kazandı. Veli Ruhan İkeda, kararı sevinçle karşıladıklarını söylerken yaşadıkları deneyimi bizlerle paylaştı.

Muafiyet davasının avukatlığını yürüten Zelal Şeker de İstanbul 4'üncü İdare Mahkemesi'nin bu kararının ne anlama geldiğini açıklarken sürecin hukuki çelişki ve tıkanıklıklarına dikkat çekti.

Merhaba, neden oğlunuzun din derslerinden muaf olmasını istediniz? Bize dava açma sürecinizi ve sonraki gelişmeleri anlatabilir misiniz?

Geçen yıl yola çıkan Aydınlanma Hareketi’nin somut taleplerinden birisi zorunlu din dersine karşı mücadeleydi. Üstelik, bu konuda yapılacaklara dair bir yol haritası önermişlerdi ve hukuki destek de veriyorlardı.

Ben bu yaz, bu hareketin ilk toplantılarına da katıldıktan sonra, oğlumun din dersi kitabına bir gözatayım dedim ve okuduklarıma inanamadım. İslam dininin ahlak anlayışı, genel geçer doğrular olarak veriliyordu. Yani, “şu dine göre”, “şu inanışa göre” gibi bir perspektif bile sözkonusu değildi.

Gerçekten de amacın sorgulamayan, aklı-fikri geride bırakılmış bir nesil yetiştirmek olduğunu düşündüm. Bizler, anne-baba olarak hayata bilimsel bakıyoruz. M.S. 7'nci yüzyıldaki Arap toplumunun ahlak anlayışının 21'inci yüzyılda yaşayan çocuklara aşılanması nasıl kabul edilebilir?

Okul yönetimine hukuki mücadelemizi yukarıdaki zemin üzerinden şekillendireceğimi ilettim. Çocuğumun laik bir eğitimle büyümesini istediğimin altını çizdim. Okulun açıldığı hafta dilekçemi verdim; yazılı yanıtı 8'inci haftada aldım. Bu arada neler oldu? Okul yönetimi din hanesini sildirince muaf olacağını söyledi, sildirdik, ama olmadı. Okul yönetimi ilçe milli eğitim müdürlüğüyle telefonla irtibata geçti ve olumsuz yanıt aldı. “Ancak din hanesinde Hıristiyan ya da Musevi yazarsa olur” dediler.

Dava açmaya karar verirken durumu çocuğunuzla nasıl paylaştınız? O nasıl karşıladı?

Yukarıdaki ahlaki yaklaşımı onunla paylaşınca, o da olumlu yaklaştı. Tabii, din dersine girmek yerine diğer derslerine daha fazla vakit ayırmak veya sadece dinlenme düşüncesi de onu mutlu etti.

'DİN DERSLERİNDEN KAÇAMAZSIN' DEDİLER AMA ŞİMDİ MUAF

Çocuğunuzun okulda ya da başka çevrelerde "dışlanması" gibi bir sorunla karşılaştınız mı? Bunları nasıl aşıyorsunuz?

Evet, sınıfında dindar bir aileden gelen bir sınıf arkadaşı “Din derslerinden kaçamazsın” demiş mesela. Ancak okulu, hem eğitim sistemi hem de yönetim olarak akılcı bir anlayışta olduğu için bu ufak tefek tepkiler büyümedi, büyütmedik ve sorun olmadı. Okul yönetimine de, bu konudaki pozisyonumuzu iyi anlatabildiğimizi, sağlıklı bir iletişim kurduğumuzu düşünüyorum.

Yürütmeyi durdurma kararını nasıl karşıladınız? Bunun devamında olumsuz bir karar çıkması ihtimali karşısında ne yapacaksınız?

Tabii ki çok olumlu karşıladık. Devamının olumsuz gelmesi durumunda avukatımızın yol göstericiliğinde gerekeni yapacağız. Sanırım Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) kadar yolu var.

'BAŞLANGIÇTA BİZ DE ÇEKİNDİK'

Velilere konuyla ilgili tavsiyeleriniz olur mu?

Bugün en ilerici okullardaki yönetimde bile “Aman dincileri korkutmayalım daha fazla üstümüze gelmesinler, elimizdekinden de olmayalım” şeklinde biraz karikatürleştirdiğim bir anlayış varsa bu biraz da tek tek biz velilerin, anayasaya açıkça karşı olan ve oldu-bittiye getirilmiş olan bu uygulamaya dair hukuksal adımları atmaktan çekinmemizden kaynaklanıyor.

Biz de başta çocuğumuzu düşünerek biraz çekindik. Ancak mücadele sürecinde, hem diğer veliler hem de okul yönetiminin gözünde moral güce sahip olduğumuzu deneyimledik. Bunların bilinmesini isterim.

'KARARDAKİ GEREKÇELER KRİTİK'

Dava avukatı Elif Zelal Şeker de sorularımızı şöyle yanıtladı:

Mahkemenin kararını biraz açabilir misiniz? "Din kültürü ve ahlak bilgisi" dersleriyle ilgili AİHM kararlarının ortaya çıkarttığı tartışmadaki tıkanıklığı biliyoruz, ancak müfredatla ilgili değil yalnızca sorun. Karar bu açıdan ne getiriyor?

Mahkeme kararında iki önemli nokta var dikkat çekilmesi gereken. Birincisi AİHM'in 2014 tarihli Mansur Yalçın kararına yapılan atıf. Dava dilekçemizde bizim de dikkat çektiğimiz bir husustu bu. Daha önce 2004 tarihinde Hasan ve Eylem Zengin davası sonrasında müfredatta değişikliğe gidildi, ancak bunun yeterli olmadığını hepimiz biliyoruz.

2014 tarihli kararda da mahkeme, Türk vatandaşı Hıristiyan ve Musevi ailelerin çocuklarına önceden bildirim yapmaları koşuluyla muafiyet tanınmasının iki anlama geleceğinden söz ediyor: Şayet din kültürü ve ahlak bilgisi dersi bütün dini inanışları kapsayan bir ders ise Hıristiyan ve Musevilerin önceden bildirim yaparak muaf olmaları din ve vicdan hürriyetine aykırıdır, Hıristiyan ve Musevilere muafiyet hakkı tanınıp Müslümanlara zorunlu tutuluyorsa da sadece bir dinin öğretildiği anlamına gelir diyor. Bizim dosyada da mahkeme bu karara atıf yapmış durumda.

İkinci olaraksa muafiyet hakkının sadece Hıristiyan ve Musevilere tanınıp diğer dinlere mensup ya da ateist ailelerin çocuklarına tanınmamasının eşitlik ilkesine aykırı olduğundan söz ediliyor kararda. Bu iki gerekçe çok önemli ve mutlaka altı çizilmesi gerekir diye düşünüyorum. Az önce söz ettiğimiz gibi 2004 tarihli AİHM kararı sonrası müfredatta kağıt üstünde değişiklikler yapıldı. Ancak bu değişikliklerin dersin içeriğine neredeyse hiç yansımadığını hepimiz biliyoruz.

İlkokul, ortaokul çağında çocuklara dua ezberletilen, cehennem korkusu yaşatılan, sınıfta namaz kıldırılan, bunun karşısında görüntüyü kurtarmak için koca yılda iki saat diğer dinin inanışlardan sadece söz edilen bir dersten söz ediyoruz.

Zaten Bakanlığın muafiyet dilekçelerine yaptığı tek savunma müfredatın değiştirilmiş olması. Ama içeriğin müfredatta gösterildiği gibi olmayışı, din kültürü eğitimi değil, din öğretimi yapılıyor oluşu bu ve benzeri davaların gerekçesi. Bu kararda da yukarıda sözünü ettiğimiz gerekçe bu nedenle kritik. Gerçekten din kültürü eğitimi veriliyorsa neden bu ders bütün dini inançlar için zorunlu tutulmuyor da Hıristiyan ve Musevilere muafiyet hakkı tanınıyor?

'KARAR UMUT VERİCİ'

Bu kararın verilmiş olması dava sonucu hakkında fikir veriyor mu?

Esasen yürütmeyi durdurma kararı usuli bir işlem olmasına rağmen gerekçesi davanın sonucuna dönük gerekçeler diye düşünüyorum. Zira mahkeme bu gerekçelerle öğrencinin dava sonuna kadar derslere girmeye devam etmesinin telafisi imkansız zararlar doğuracağından bahisle yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu kararlar sonuç açısından her zaman umut vericidir.

Davanın pozitif sonuçlanması durumunda diğer aşamalarda -bir dizi başka davanın da (olumlu ve olumsuz) varlığı düşünülürse- ortaya çıkacak hukuki karmaşayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Muafiyet davalarında verilen kararlar sadece davacı yönünden sonuç doğurur; ancak devam etmekte olan davalar için de emsal niteliği taşırlar. Bununla birlikte bahsettiğiniz karmaşayı temelinden çözecek olan şey yasa değişikliğiyle din dersinin tüm öğrenciler için zorunlu olmaktan çıkarılıp seçmeli ders haline getirilmesi. Bunu sağlamak da daha fazla veli ve öğrencinin bu taleple okullara ve milli eğitim müdürlüklerine başvurması ve dava açması.

'YANITLAR TEK ELDEN ÇIKMIŞ GİBİ, KARARLAR SİYASİ'

Sizce din dersiyle ilgili davalardaki bu karmaşanın nedeni nedir?

Temel nedenin siyasi olduğunu düşünüyorum. Zira yukarıda da bahsettiğim gibi konuya hukuki yaklaştığımızda davaların reddedilmesi için hiçbir makul gerekçe yok. Zaten red kararlarına baktığımızda bakanlığın savunma dilekçesinin aynen kopyalanarak karar haline getirildiğini görüyoruz. Yanıtlar tek elden çıkmış gibi görünüyor.

Haliyle bu şekilde verilmiş bir kararın hukuki değerlendirme sonucunda mahkemece ulaşılmış bir kanaat olduğunu düşünmek zor. Diğer taraftan bu davaların ve dolayısıyla toplumsal baskının artması verilen red kararlarını daha da gayrimeşru hale getiriyor ve kabul kararları artıyor.

Dolayısıyla söz konusu karmaşanın bizim lehimize çözümlenmesini sağlayacak en önemli unsur daha fazla velinin dava açması olacak.