Fukuyama haklıysa? (Faysal Göktaş)

Sovyetlerin yıkılması, Doğu Avrupa’daki sosyalist deneyimlerin çözülmesiyle birlikte ekonomide ve politikada neo-liberal saldırganlık tüm dünyayı hegemonyası altına almışken haliyle bunun felsefi temellerini atmak gereksinimi doğdu. Klasik liberalizmin ilke sözü olan Adam Smith’in ünlü “Laissez faire, laissez aller, laissez passer (Bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler, bırakınız geçsinler) ” sözü neo-liberal düzeni açıklamak için görünüşe göre yetersiz kalıyordu.

Böylece “İdeolojilerin Sonu”, “Tarihin Sonu” gibi kavramlar gündeme geldi. İdeolojilerin Sonu tezini ilk ortaya atan Daniel Bell olsa da bu tezi Tarihin Sonu ismiyle sürdüren ve daha da teorize eden Francis Fukuyama olmuştur. Fukuyama, Uzakdoğu kökenli bir Amerikalı sosyal analist ve siyaset bilimcisidir. Bir dönem ABD Dışişleri Bakanlığında çalışmalar da yürütmüş bir liberaldir.

Başta Fukuyama olmak üzere “ideoloji bitticilerin” savunduğu temel fikir: tüm siyasal kavram ve sistemlerin sonunun geldiği ve liberal iktisadın nihai zaferini ilan ettiğidir. Hegelci tarih anlayışı ve liberal lafazanlığın birleşimiyle, kabaca özetlemek gerekirse: kapitalist sistemi aşmanın mümkün olmadığının, farklı ekonomik sistem tasavvurları ve felsefe disiplinlerinin önüne set çeken finans-kapitalle yaşamaya alışmak gerektiğinin akademik sosa bulanmış bir formülasyonudur. Buna göre finansal ve sosyal olarak krizlerle ve buhranlarla bağımsız düşünülemeyecek kapitalizm her kriz döneminden kendini yenileyerek çıkacak ve kendi yaralarını kendi saracaktır. İnsanlık tekdüze bir yola girmiştir ve çıkışı yoktur.

****

İdeolojilerin Sonu tezinin bir ayağı kırık masa olduğu aşikâr. İnsanlık tarihine baktığımızda böylesi tek düze ve basmakalıp bir kurgunun gerçek olmadığını görmemiz işten bile değil. Zira Karl Marx’ın Tarihsel Materyalizm’indeki toplumsal süreç aşamaları kimilerine göre kaderci bir görüş ve temenniyi yansıtsa da ideolojilerin sonu tezinden daha mantıklı, olabilirliği yüksek bir öngörü mahiyetinde ve günümüze kadar ki süreci de gayet akla ve mantığa uygun bir şekilde çözümlüyor. Buna göre: ilkel komünal dönemin sonunu köleci toplum, onun da sonunu toprağı işlemek ve kullanmakta biraz daha ustalaşan, etrafına çektiği çitle beylikler kuran insanların olduğu feodal dönem, onun da sonunu nihayet, erken dönemde reform, rönesans daha sonra Sanayi Devrimi ve uluslaşma süreci ile kapitalist dönem getirmiştir. Tarih çizelgesi ilerledikçe insanlık çıtasının daha da ileriye doğru gittiği düşünüldüğünde Marx’ın bu tezi, geçmişten günümüze dönemleri açıklamakta başarılıdır. Yine Marx’tan alıntı yapmak gerekirse: "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir."

Burada sorun kapitalist modernite sonrası tahayyülde başlıyor. Marx, kapitalizm ile tarih sahnesine çıkan proletaryanın yine kapitalizme son verecek yegâne güç olduğunu vurguluyor çünkü “Her şey karşıtına gebedir ve karşıt olan yeni düzenin de ebesidir.” Öncülleri olan toplumsal aşamalar gibi tarih sahnesinde ileriye doğru bir hamle olan liberalizm, yine eski köhne sistemler gibi ilericiliğini kaybedip tarih sahnesinde kaybetmeye mahkûm olacak ve bu yenilgiyi ona: insanlığın yeni, adil, paylaşımcı düzeni sosyalizmi tattıracaktır. Çünkü Marx’ın da dediği gibi: “Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir.”

****

I ve II. Dünya Savaşları, 1929 Ekonomik Buhranı, 2001 ve 2008 krizleri, sermaye, üretim araçları ve gücü elinde bulunduran ülkelerin diğer ülkeleri sömürmesi ile görünen o ki vahşi bir hayvan gibi sürekli olarak doymak bilmez bir şekilde saldıran, büyüyen ve zaman zaman yalpalayan bu sistem bir gün elbet tepe noktasına ulaşacak ve İdeolojilerin Sonu tezinin öngördüğünün aksine kendini revize edemeyecek hâle gelecektir. Toplumun %1’lik kesiminin elinde bulunan servetin, toplam nüfusun %50’sinin sahip olduğu servete denk olduğu günümüz dünyasında, bu düzenin böyle sürüp gideceğini söylemek, revaçta olan tabirle: “%50’yi evlerinde tutmak için” kurnazlıkla uydurulmuş bir masaldan öte anlam teşkil etmemektedir.