Alman Devrimi 100 yaşında: Vardık, varız, var olacağız!

Büyük Ekim Devrimi’nden sadece bir yıl sonra başlayan Alman Devrimi, işçi sınıfı tarihinin en büyük mücadele deneylerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. Kaybedilen devrimin geriye bıraktığı büyük miras, “Vardık, varız, var olacağız!” diyen Rosa’nın ve Alman İmparatorluğu Sarayı’nın önünde “Sosyalist Devrimi” ilan eden Karl Liebknecht’in omuzlarında yükselmeye ve bizlere öğretmeye devam…

Ali Ufuk Arikan

Büyük Ekim Devrimi’nden sadece bir yıl sonra Almanya kaynıyor, paylaşım savaşının büyük mimarlarından Alman İmparatorluğu, devrimle birlikte Rusya’nın savaş dışı kalmasını avantaja çevirmenin hesaplarını yapıyordu.

Rusya Cephesi’nin düşmesiyle “rahatlayan” ve saldırganlığını bir kat daha artıran Alman İmparatorluğu, artık gözünü Batı Cephesi’ne çevirirken, kendinden oldukça emindi. Önemli bir düşman kuvvetinden kurtulmuş, zaferin artık daha yakın olduğunu düşünmüştü. Oysa Ekim’in rüzgarları tüm dünyada etkisini arttırmış, Alman Orduları’nın savaşma isteği ve kabiliyeti de darbe almıştı. 

Buna aldırış etmeyen, ordunun ve halkın savaşı sürdürme gücünün tükendiğini görmeyen İmparatorluk, Batı Cephesi’nde üst üste ağır yenilgilerle karşılaşacaktı.

Eylül 1918'de General von Ludendorff, Spartakistlerin ve USPD'nin ordu saflarındaki ajitasyonunun etkisinden çekinerek olası bir devrimi, "Alman Ekimi"ni engellemek için 4 yıl önce Alman devletini savaşa sokan savaş bütçesi mecliste onaylayarak Lenin'i isyan ettiren sınıf mücadelesinin unutulmaz ihanetinin öncüsü Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD) de dahil olduğu bir koalisyon hükümeti öneriyordu ve savaşın kaybedildiğini ilan ediyordu. (Bu teklif SPD tarafından kabul edilecekti)

Daha bir yıl önce Rusya'daki genç işçi devletinin barış talebine çok ağır şartlarla karşılık veren Almanya, aynı ağır şartları bu kez kendi önünde bulacaktı…

"Barış" şartlarını reddeden İmparatorluk, cepheye yeni birlikler sevk etmeye ve elde kalan son barutları da kullanmaya niyetlenince bir kez daha devrimci denizciler çıkacaktı tarih sahnesine.

Savaşın başından bu yana diri kalan donanmayı cepheye sürme fikri, İmparatorluğun sonunu getirecek hamlenin de başlangıcı oldu. Alman donanmasındaki deniz erleri, ölüme gidiş anlamına gelen savaşa gitme emrini reddederek devrimin kıvılcımını ateşleyecekti. 

KİEL’DE BAŞLAYAN DEVRİM…

Tarih 3 Kasım 1918’i gösterdiğinde ayaklanan askerlerin tutuklanması Almanya’nın kuzeyinde, Kiel’de büyük çatışmalara ve bir ayaklanmaya yol açtı. Çatışmaların sonunda kent işçi ve deniz erlerinin kontrolüne geçerken, İmparatorluk güçleri kentten kaçmak zorunda kalmıştı.

Artık devrim başlamıştı.

Devrimin modeli Ekim’di, işçilerin eline geçen kentlerde tıpkı Rusya’da olduğu gibi İşçi ve Asker Konseyleri kuruluyordu.

Devrim dalga dalga yayılıyor, Hamburg’da bir gazeteyi ele geçiren devrimciler, Kızıl Bayrak adıyla çıkardıkları gazetede “Dünya devriminin en güçlü adımını selamlayın, Yaşasın Alman İşçi Cumhuriyeti, Yaşasın Dünya Bolşevizmi!” diyordu.

Devrim Almanya’ya kent kent, dalga dalga yayılırken, ülkenin kalbi Berlin hala ayaktaydı imparatorluk elindeydi.

Spartakistler, devrimci işyeri temsilcileri ve SDP'yi sol eleştirilerle terk eden ekibin kurduğu merkezin solu sayılabilecek Bağımsız Alman Sosyal Demokrat Partisi (USPD) Berlin’deki devrim için gün belirlemeye çalışıyorlardı. Ancak Bağımsızlar (USDP) ikili oynuyor, bir yandan düzenle, Alman Sosyal Demokrat Partisi’yle (SPD) bağ kurmanın hesaplarını yapıyordu.*

Ancak son sözü yine işçiler söyleyecekti.

BERLİN’DE KIZIL BAYRAKLAR DALGALANIYOR

7 Kasım’da Berlinli işçilerin Ekim Devrimi'nin yıldönümünü kutlama girişimine saldırı, İmparatorluğun belki de tarihteki son adımı oldu. 

Artık eylem kabına sığmıyordu ve hem Bağımsızlar hem de Alman Sosyal Demokrat Partisi, gelmekte olanı görüp ona göre konum almaya çalışıyordu.

8 Kasım’da Liebknecht devrim çağrısını kaleme alıyor, devrimci işyeri temsilcileri ve Bağımsızlar da kendi bildirilerini yayımlayarak harekete geçiyordu.

9 Kasım’da işçiler Berlin’de hayatı durdurDu. 

Theodor Wolff, devrim anında Berlin’i şöyle anlatıyor:

“İşçi ve asker grupları ardı arkası kesilmeksizin yol boyunca ilerliyorlardı… Yürüyüş kolundaki herkes, yakasına kızıl rozet takmıştı; yürüyen kalabalığın iki yanında sıralanmış tertip komitesinden silahlı görevliler, kollarındaki kızıl şeritlerle ayırt ediliyordu. Ağır ağır ilerleyen kalabalığın arasında, büyük kızıl bayraklar dalgalanıyordu.”

Devrim ilerlerken, karşı devrim kendi hamlesini sosyal demokratlar eliyle yapacaktı. Savaş bütçesine 4 Ağustos 1914’te verdiği onayla birlikte artık geri dönülmez olarak düzen saflarında yerini alan Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD), önce İmparatorluğun hükümetinde yer alarak düzeni kurtarmaya çalışmış, sonra da dalga dalga yayılan devrimi durdurmaya girişmişti.

Ancak artık kurtarılacak bir İmparatorluk kalmamıştı…

SPD Genel Sekreteri Friedrich Ebert, üzüntüsünü Şansölye von Baden'e şu sözlerle aktarıyordu: "Eğer Kayzer tahtı bırakmazsa, sosyal devrim kaçınılmaz olacak. Fakat ben bunu istemiyorum; bundan bir günahmışçasına nefret ediyorum."

Onlar da eyleme katılmak zorunda kaldılar, tablo netleştikten, kurtarılacak bir düzen kalmadığını gördükten sonra. Bu katılış, devrimin akışını da değiştirecek hamleyi beraberinde getirecekti.

AYNI ANDA, İKİ AYRI ‘CUMHURİYET’ İLANI

Tarihin çarkları baş döndürücü bir hızla dönmeye başladığında, Alman İşçi Sınıfı’nın devrimci önderleri, tıpkı Ekim Devrimi’nin hemen öncesinde olduğu gibi tutukluydu.

3 Kasım’da Kiel’de başlayan devrimci ayaklanmadan sadece 2 hafta önce serbest kalan Karl Liebknecht devrimin yükselişine sokakta şahit olurken, bir diğer devrimci önder Rosa Luxemburg Büyük Ekim Devrimi’nin birinci yıldönümü olan 7 Kasım’da serbest kalacaktı.

9 Kasım’da Alman İmparatorluğu, imparatorluğun başkentinde işçi ve askerler tarafından tarihin çöp sepetine atılacak, işçiler bu devrilmesi imkansız görülen İmparatorluğu tarih sayfalarına havale edecekti.

Aynı tarih, Alman Devrimi’nin de kaderini belirleyecek iki ayrı adıma, iki ayrı çıkışa şahitlik edecekti.

Bu adımlardan birinin sahibi Karl Liebknecht ve beraberindeki onbinlerce işçi olacaktı. Spartakistlerin liderlerinden Liebknecht, İmparatorluk Sarayı’nın penceresine çıkarak İşçi ve Asker Sovyeti’ni, “Özgür Almanya sosyalist cumhuriyetini” ilan ediyor ve dünya devrimini isteyenlerin ellerini kaldırmasını istiyordu. Liebknecht, önünde coşkuyla havaya kalkan onbinlerce el görecekti…

Tarihin akışının bu derece hızlandığı bir ortamda karşı devrimin kalesi haline gelen ve kendisini “sosyalist” olarak sunmayı tek çare olarak gören Alman Sosyal Demokrat Partisi, imparatorluğu kurtaramamıştı ama en azından devrimi engellemek, düzeni yeniden tesis etmek için hükümetin toplantı halinde olduğu Reictach binasında (Meclis), yani Liebknecht’in sadece 200 metre ötesinde, “Alman Cumhuriyeti”ni ilan etmek zorunda kalıyordu. 

Eşine az rastlanır bir durum ortaya çıkıyor, aynı anda iki cumhuriyet ilan ediliyordu. Birisi düzenin, diğeri işçilerin cumhuriyetiydi ancak bu ayrım kitlelerin henüz ayırdına varabildiği noktanın ötesindeydi. SDP'nin ihanetini görmekten uzak kitlelerin öfkesi, hükümetin cumhuriyeti ilan etmesiyle birlikte geçici de olsa yatışacaktı.

ROSA’DAN ‘EN SONUNCU KAVGA’ ÇAĞRISI

Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin gittikçe sağa kaymasına karşı bu partiden kopanlarca kurulan ancak devrimci değil “merkezci” konumda olan Bağımsız Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (USPD) bir bileşeni olan Rosa ve Liebknecht’in liderliğini yaptığı Spartakist Birliği, devrimin yükselmesiyle birlikte çok hızlı adımlar atmak durumunda kalacaktı.

Spartakistler, örgüt ve programı neredeyse devrim anına kadar ertelemenin verdiği dezavatantajı hiçbir zaman telafi edemeyecekti. Alman Sosyal Demokrat Partisi ve Bağımsızlarla bir çatı altında geçen yılların kaybettirdiği zaman ve devrimci bir örgütün yaratılamamış olmasının getirdiği büyük boşluk devrim barometresinin tepe noktasına ulaştığında yapılan hamlelerin sonuç vermesini zorlaştıracaktı. Bazense sonuç vermesi imkansız olan hamleler zorlanacaktı. 

Ancak henüz her şey tamamlanmış da değildi. Devrimciler için hamle sırasıydı...

25 Kasım 1918’de, Rosa, şunları yazıyordu:

"Proleterler! Kadın ve Erkek Emekçiler! Yoldaşlar! Devrim Almanya’ya girmiş bulunuyor. Dört yıldan beri sermayenin karı uğruna mezbahaya sürülen asker kitleleri, dört yıldan beri iliklerine kadar sömürülen, açlıktan kıvranan işçi kitleleri ayaklandı. Prusya militarizmi, bu en korkunç baskı aygıtı, insanlığın bu baş belası yerlerde paramparça edilmiş uzanıyor. 

Rosa, bunları söylüyor ve ekliyordu: “Hükümet hala, 1914 Ağustos’unda bizim en değerli varlığımızı, Enternasyonali terk eden, dört yıl boyunca Alman işçilerine ve Enternasyonale ihanet eden sözde sosyalistlerin elinde.”

Rosa, şimdi bu ikiyüzlü karşı devrimcilere karşı mücadeleyi yükseltmeye çağırıyor ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan bu savaşı başlatanlara karşı “en sonuncu kavgayı” vermeye çağırıyordu.

Rosa’nın çağrısı sadece Alman İşçi Sınıfı’na değil, tüm dünya proleterlerineydi:

Savaşın! Davranın! Boş bildirilerin, platonik kararların, anlamsız sözleri tekrarlamanın vakti geçti: Enternasyonal için eyleme geçmenin zamanı geldi. Siyasal iktidarı devralmak ve barış için bizimle birlikte çalışmak üzere işçi ve asker konseyleri kurun.

Tüm ülkelerin proleterleri! Sizi sosyalist kurtuluş çabasını gerçekleştirmeye, yozlaştırılan dünyaya insani çehresini yeniden kazandırmaya çağırıyoruz. “Enternasyonal ve İnsanlık bir olacak!” Sloganını gerçekleştirmeye çağırıyoruz! 

‘AYAĞA KALK PROLETER! KAVGAYA!’

Sınıf kavgası artık aylar, günler değil saatler içinde önemli dönemeçleri geride bırakıyordu. 6 Aralık’ta karşı devrimci bir darbe girişimi başarısızlığa uğrarken, Spartakistler 8 Aralık’ta Liebknecht’in liderliğinde 100 binin üzerinde işçiyle birlikte Berlin sokaklarında eylemde olacaktı.

Karşı devrim hamlesine karşı kılını kıpırdatmayan Sosyal Demokratlar, devrimcilerin eylemlerini “Spartakistler darbe hazırlığı yapıyor” haberleriyle hedef alıyordu.

Rosa 6 Aralık’tan sonra çok sert bir şekilde hâlâ içlerinde yer aldıkları Bağımsızlar’ı hedef alıyor, SPD’nin merkezinde yer aldığı Hükümet’ten çekilmeye çağırıyordu. 

15 Aralık’ta Bağımsızlar’ın (USPD) Berlin Olağanüstü Genel Kurulu’nda kürsüye çıkan Rosa, partinin, Ebert-Scheidemann (SDP) hükümetinden derhal çekilmesini, tüm iktidarın İşçi ve Asker Konseyleri’ne teslim edilmesini istedi. Ancak Rosa ve Spartakistler USPD’de azınlıktaydı ve Rosa’nın önerisi 195 oyda kalacaktı. Parti merkezinin ortalamacı önerisi ise 485 delegenin desteğini almıştı…

Bu toplantıdan sadece bir gün önce yayımlanan “Spartaküs Birliği ne istiyor?” başlıkı bildirinin sonunda Rosa şunları söylüyordu:

Ayağa kalk proleter! Kavgaya! Kazanacağın ve yeneceğin bir dünya var karşında. Dünya tarihinin, insanlığın en soylu hedefleri için verilen bu en sonuncu sınıf kavgasında, düşman karşısında geçerli olan şu sözdür: Başparmaklar göze, dizler göğüse!

GEÇ GELEN HAMLE: KOMÜNİST PARTİ

USPD’den kopan Spartakistler, tam da bu günlerde çok geç kalınan bir tartışmaya nokta koymak için toplanacaktı, Almanya Komünist Partisi’nin kuruluşu için… Parti 31 Aralık 1918’de kuruldu. 

Bolşevikler uzun yıllardır sınanmış, mücadele içinde çeliklemiş örgütsel bir yapıyla devrime öncülük yaparken, Alman devrimciler, bağımsız partilerini devrimin yükselişinin hemen ardından kuracaktı.

Rosa, asgari ve azami bir program ayrımlarının olmadığını, tek hedeflerinin sosyalizm olduğunu vurguluyordu kuruluş kongresinde.

Ancak parti önderliği daha ilk sınavda partinin seçimlere girmesi yönündeki karar önerisini kongreden geçiremeyerek, seçimleri girmeyi “devrimci bir heyecanla” reddeden delegelerine yenik düşerek kaybedecekti. Somut durumun somut tahlilini yapmaktan uzak kadrılar, devrim anının heyecanıyla hararetlenen partililerin tecrübesizliği, önderliğin henüz kurulamayan otoritesi... Bunlar Bolşeviklerin uzun yıllar içinde çoktan geride bıraktıkları sorunlardı. 

Buna karşın devrim yükselmeye, SPD’yi ve burjuvaziyi zorlamaya devam ediyordu. Berlin’de grevler dört bir yanı sararken Alman Sosyal Demokratları’nın yetiştirdiği en büyük hainlerden biri olarak tarihteki yerini alacak Ebert, “Eğer Liebknecht’in peşine takılmış kalabalık durumdan yararlanıp iktidarı ele geçirirse, birkaç gün içinde başka bir yerde hükümeti kuracağız” diyerek kaçış planları yapıyordu.

Ancak SPD ve düzenin tüm güçleri, genç Almanya Komünist Partisi’nin güç kazanmasını ve etkisini arttırmasını beklemek yerine harekete geçmeye karar vermişti. Bunun için önce bir provokasyon yaratılacak, Rosa ve Liebknecht gafil avlanacaktı.

‘SPARTAKÜS HAFTASI…’

Partinin kuruluşunun ardından resmi yayın organı Kızıl Bayrak’ta bir değerlendirme yazısı kaleme alan Rosa, “Komünist Parti’nin kuruluşu, Alman devriminin birinci aşamasını sonlandırıp ikinci aşamasını başlatan kavşağa bağlanmaktadır” diyordu.

İkinci aşamaya geçilmesini engellemek isteyen karşı devrim harekete geçmek için sabırsızlanıyor, hedef tahtasına açıkça Rosa ve Liebknecht’i koyuyordu, katledilmeleri çağrıları gazetelerde yer alıyordu. 

USDP’nin sol kanadında yer alan Berlin polis şefi Eichhorn’un Ocak ayı başında görevinden alınmasının hemen ardından USDP Berlin yönetimi ve Komünist Parti’nin çağrısıyla onbinlerce işçi sokağa döküldü. Eylem için 33 kişiden oluşan bir komite oluştu ve komitenin üç başkanından biri Karl Liebknecht oldu. 

Komünistler devrimci bir kalkışma planı yapmamışlardı, sadece gövde göstermek isteniyordu. Ancak işçilerin doğrudan hükümeti devirmeye yönelik sloganlara sarılması tam da iktidarın beklediği adımdı. Devrimci güçler yeterince hazır değilken, kitleyi yönlendirecek tecrübeli bir parti de henüz oluşmamışken karşı devrim harekete geçecekti. Aynı gün Noske önderliğindeki Freikorps birlikleri harekete geçti. Grev tüm gücüyle devam ederken, saldırı sonucunda yüzlerce kişi katledildi. Sokak çatışmaları çok sayıda devrimcinin katledilmesiyle sonuçlandı. USDP bir yandan eylemde yer alıp diğer yandan hükümetle pazarlığa başladığında komünistler yalnız kalmıştı.

Rosa, iktidar çağrısının erken olduğunu düşünüyor, parti de 8 Ocak’ta hem bu talebi hem de eylem komitesinde yer alan parti üyelerini geri çekme kararı alıyordu. Bu karar eylemden vazgeçme, işçileri yalnız bırakma kararı değildi, sokakta mücadele eden işçilerin yanı başında ve hatta önünde direnişini sürdürüyordu komünistler. 

Hedefte Rosa ve Liebknecht vardı…

Rosa, “Berlin’de düzen hüküm sürüyor” diyordu katledilmesinden sadece bir gün önce yayımlanan yazısında.

300’den fazla yoldaşının katledildiğini belirtiyordu Rosa, Berlin’de Freikorps birlikleri tarafından sağlanan “düzeni”, 1871’de Paris’te işçilerin katliamı sonrası kurulan “düzene” benzetiyordu. 

Berlin’deki ayaklanmanın kalıcı bir zafere ulaşmasının mümkün olmadığını büyük bir soğukkanlılıkla analiz ediyor, henüz sosyalist bir devrim için uygun şartların oluşmadığını aktarıyordu Rosa. Bu yüzden son yazısında Berlin’deki “Spartaküs Haftası”nın bir hata olup olmadığını soruyordu. Yanıtı oldukça netti... Kendi kalkıştıkları bir taaruz ya da darbe girişimi olması durumunda bir hatadan söz edilebileceğini belirten Rosa, yaşananın bu olmadığını, hükümetin hunharca bir provokasyonu olduğunu tarihe not düşüyordu.

Spartaküs Haftası’nın yenilgisini hem koşulların olgunlaşmamasına hem de eylem alanındaki zaaflara ve yarımlıklara bağlıyordu Rosa, ama burada durmuyordu ve “Devrim, nihai zaferin bir dizi yenilgilerden geçerek hazırlanabildiği tek savaş biçimidir” diyordu.

Ve işçi sınıfının mücadele tarihinden silinmeyecek, onu ve Liebknecht’i, Spartaküs Haftası’nda kaybedilen devrimcileri hep diri tutacak şu sözlerle bitiriyordu son yazısını:

“Berlin’de düzen hüküm sürüyor!” Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin düzeniniz. Devrim daha yarın olmadan, zincir şakırtıları içinden yeniden doğacaktır ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir!

“Vardım, Varım, Var olacağım!”

Bu yazıdan bir gün sonra hem Rosa hem de Liebknecht, karşı devrimci birlikler tarafından hunharca katledilecekti, devrim yenilgiyle hazırlanıyordu, şimdi yenilmişti ama mutlaka kazanacaktı! 

Bu kalkışmanın ezilmesi düzenin sağlanması anlamına gelmeyecekti. ilerleyen yıllarda Spartakist haftasından çok daha sert geçecek çatışmalar yaşanacak, işçi sınıfı çeşitli eyaletlerde iktidarı alacak, bir "kızıl ordu" bile kurulacaktı. Almanya'da devrimci olanaklar uzun süre devam etti. 1923'e kadar Almanya'da düzen kendisini tam olarak rahat hissedemedi. Ancak hep aynı eksiklik nedeniyle sonunda kazanan burjuvazi oldu. O büyük eksiklik olgunlaşmış bir öncü parti, komünist partiydi. Alman işçi sınıfı bu eksikliğin bedelini çok ağır ödedi. Hitler faşizmi işçi sınıfının ezilen mücadelesinin üzerinden yükseldi.

Alman Devrimi’nin 100. yılında Rosa, Liebknecht ve barikatlarda yitirilen devrimciler insanlığın kurtuluşu yolunda verdikleri mücadeleler ve ödedikleri bedelle en büyük saygıyı hakediyorlar. Tarih bizim tarihimiz ve öğretmeye devam ediyor.


*Alman Sosyal Demokrat Partisi uzun yıllar içinde çeşitli eğilimleri barındıran, dünyadaki en büyük "işçi sınıfı" partisiydi. Parti yıllar içinde düzenle bağını arttırmış, devrimci yönünü kaybetmişti. Önce 1914 Ağustosu'nda savaş kredilerine destek vermiş, ardından da İmparatorluk yıkılmadan hemen önce kurulan hükümete girerek karşı devrimin safında yer almıştı. 1918'de devrim başladığında da kontrolü ele geçiren maalesef yine bu parti olmuştu. Rosa ve Liebknecht yıllarca bu partideki sol muhalefetin öncülerinden olmuştu. Parti bölünüp Bağımsız Alman Sosyal Demokrat Partisi kurulduğunda Rosa ve Liebknecht'in önderliğini yaptığı Spartakistler de Alman Sosyal Demokrat Partisi’nden ayrılarak yeni kurulan bu partiye katılmış, ancak kendi gruplarını korumuştu.