Bir sosyalistin big-bang sorusu: Sosyalizm gerçekten mümkün mü?

Aykut Emre

Blog: Serbest Kürsü

Tam da bu günlerde kendini sosyalist olarak tanımlayanlar için bir soruyu, bir muhasebeyi deşmekte fayda var. Bu soru, en derinde; kafayı yastığa koyduğunda veya sabah alarmın çalmadan, kendiliğinden uyandığında aklına gelen sorudur. Bu soru, bir bar masasında hararetli tartışmalar sırasında tek başına kendinle yüzleştiğin bir bar tuvaletinde işerken, aynalı lavabosunda ellerini yıkarken aklına gelen, yüzüne yansıyan sorudur. Bazen aynaya bakarken içinden sessizce düşünüp kendi kendine cevabını kendi kulaklarınla kendi sesinden duyduğun sorudur. Tam da bu günlerde, kimsenin “kendisi gibi  başkaları”nın  içinde söyleyemediği, ayrıştıran, çekirdek, düğüm sorudur:

“Sosyalizm gerçekten mümkün mü?”

Sorunun sorulduğu yaş da önemlidir. 19’unda bir genç, bu soruyu cevaplarken “benim ömrümde mi” diye düşünmez. 60’ında birisi içinse cevabın vadesi “bi yerde” tabii ki önemlidir. Kastettiğim yaştan bağımsız ve ömrü kesmeyen, yakın gelecekli bir ihtimal. Ne de olsa tüm yaşayanlar, ölüm karşısında aynı yaşta, eşit!

Sosyalizm, “geçmişin hesabını sormak, öcünü almak” anlamına geliyorsa çoğu kişi için sorunun cevabı “elbette mümkün!” olacaktır. Öc almak, hesap sormak geleceği kurmaktan daha cezbedicidir ve geçmişle ilgili olduğu için birikmiş zamanı ifade eder ve çok yoğundur. Kastettiğim şu: Tayyip Erdoğan’ı yargılarken  -ama gıyabında, beylik lafla değil! Alenen “sanık sandalyesi”dir kastettiğim- Evren’i de yargılarsınız. Adolf Hitler’i, Louis Bonaparte’ı…

Fakat sorumuzun cevaplanmasının  temelinde yatan bu değildir. Tam tersine yoğunlaşmamış, belirsiz bir gelecek, biraz daha  ilerisini düşündükçe silikleşen bir zaman algılaması, cevabın malzemesini oluşturur. Öc alma, hesap sorma değil “yeni bir düzen kurma”nın gerçekliği sorgulanır.  Çoğu zaman da “geçmiş zaman”ın izleri egemendir. Küba, 2015’te, günümüzde sosyalist bir ülkedir. Ama genel algılamada “reel” olanı Sovyetler Birliği’dir ve geçmiştir. Görüntü odur, parametreleri o belirler. Reel’in aynı zamanda “özgün” de olduğu unutulur. Hem tarihsel, hem mekânsal olarak özgün. Birikimdir ama mutlak değildir.

“Sosyalizmde gündelik yaşam nasıl olacak?” sorusu, sosyalizmi gerçek bir alternatif olarak görenlerin sorduğu bir sorudur. Çoğu zaman da “mümkün değil hakaten” cevabının çıkış noktasını oluşturur.

“Cep telefonlarımız ne olacak örneğin?”
“İnternet ne olacak?”
“IKEA olmayacak mı?”
“Televizyonlar nasıl olacak?”
“Yıllardır hayalini kurduğum araba ne olacak? Alamayacak mıyım?”
“Demiryolu mu? Bu kadar araba, bu kadar karayolu, otoban ne olacak?”
“Toplu mahalle yemekhaneleri ve çamaşırhaneler, tüm kenti ‘kredi yurtlar kurumu’ haline getirmez mi?”
“Bu kadar işletmeye nasıl el konulacak? Allah allah? Nasıl olabilecek bu?”
“Bu kadar farklı kimlik kendini nasıl ifade edecek?”

Sosyalizm “kuruluş”sa devrim “kopuş”tur. Bağımlılıklardan korkmayın, kopma işini devrim halleder. Kuruluşsa eskiyi yıkarak var olacak!

Ha örneğin toplu yemekhaneler mi? Kadıköy, Beşiktaş ve Taksim’deki “Pehlivan Lokantası” ve türevlerinde toplu halde sıraya geçerek “self servis” usulünde ne olduğu belli olmayan yemeklere tonla para verip badem/fırça bıyıklılara para üstüne para kazandırırken aklınıza “kredi yurtlar kurumu” gelmiyorsa bu huzur sizin olsun.

Tıkış tepiş ve kentten yalıtık sitelerde ev almak için altınları bozdurup anneye babaya alımlı bakışlar attıktan ve onların da şefkatli katkılarını aldıktan sonra taksitleri denk getirmek için uzun bir süre dışarıda dostlarla bi’şeyler içip esprilere hep beraber gülememek içinize dert olmuyorsa siz bilirsiniz…

Hayalini kurduğunuz arabanın neden aynı modelinden 7-8 çeşit olduğunu, sizin alabileceğinizde niye bir çok özelliğin “opsiyonel” olmadığını dert etmiyorsanız eyivallah!

Kimliklere gelince, “eskiye” bakmakta bi sakınca yok. Zamanında 15 farklı Cumhuriyetin oluşturduğu ülkenin sporcuları ve sanatçılarının uluslararası arenada tek sıfat kullanması ve bundan gocunmaması belki rehber olabilir: “Ünlü Sovyet yazar”, “Sovyet sporcu”, “Sovyet sinemacı”…

İnanmadığın şeye ikna olamazsın, “bu da yeter, bundan iyisi Şam’da kayısı” düşüncelerinin dinamosu olur. Kimseyi de ikna edemezsin, ikna olmayanlara benzersin. Mesele bu kadar basit ve aleni.

Temel ayrımımız budur. Gerisi “ilk bakışta görünen”den ibaret: seçim, meclis, alan açma, geriletme…