Yapay Sevgi

Kendi neslimden olan fizikçilerin çoğu bilimkurgu filmlerini severler. Bunda film teknolojisinde bilgisayarların kullanılması, filmlerin görsel etkileyiciliğinin artması ve bizim bu çağı yakalamış olmamız etkendir: Alien (Yaratık), Blade Runner (Bıçak Sırtı) , Star Wars (Yıldız Savaşları), E.T., Close Encounters of the Third Kind (Üçüncü Tür'le Yakın İlişkiler) gibi filmleri daha çocukken izlemişseniz bilimkurgu kanınıza haliyle girecektir. Kendi neslim bilgisayar teknolojisinin evlere girme döneminin başına da yetişmiş sayılır: Bizler daha çocukken Sinclair Spectrum, Commodore 64 gibi mini ev bilgisayarları pazara yeni çıkmıştı (şimdiki gençler pek anlayamayabilir 64k hafızada program yazılabildiğini). Öte yandan, yapay zeka kavramı epeydir bilimkurgu edebiyatında vardı tabii ama ev bilgisayarlarının çoğalmasıyla kavram gitgide daha olanaklı gözüküyordu: İlgili herkes heyecan içindeydi.

Bütün bunlar yüzünden A.I. (Yapay Zeka) filmini çıkar çıkmaz seyretmiştim. Film 2001 yılında çekilmişti, bir asır kadar uzak gözüküyor bugünden bakılınca. Haberleri önceden gelmişti: Spielberg, Kubrick ustanın bir fikrinden ilham alan bir proje üzerinde çalışıyor diye. Kubrick ona birçok yardımda bulunmuş ve hatta filmle ilgili birçok ön çalışmayı da vermiş. Spielberg izlenir. Ben de merakla bekledim. Hatırlıyorsunuzdur robotlar var filmde. Bir tanesi var ki, çocuk robot David, sevgiye programlanmış. Tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa tutulmuş olduğu için çocukları dondurulmuş bir aileye gönderiliyor. Çocuğun annesinin bunalımdan kurtulması için diye hatırlıyorum. Bir gün tedavi bulunuyor ve David’e artık ihtiyaç kalmıyor, sanırım gerçek evlat ile bir şekilde anneyi paylaşma mücadelesi verirken saçmalıyor, aileden kovuluyor ve küçük robotmuzun hikayesi başlıyor. Anneyi tekrar görmek, sevgisini kazanmak için bir masalsı yolculuk.

Filmde robot çocuğun sevgisinin tutarlılığına önceleri şaşırmayız, programlı falan deriz hatta aşağılarız gerçeğinin yerine geçmeyi hangi çılgınlıkla isteyebilir? Tabii ki sadece programlıdır David ve filmi belli bir bilinç seviyesinde izlerseniz bu hep aklınızdadır. Ama film ilerledikçe yavaş yavaş David’i ve sevgisini benimseriz, zorluklara ve uzun bir süreye (teoride ve insani pratikte sonsuz) rağmen korunabilen robotun sevgisinin etrafında gitgide daha kalınlaşan bir melodram tabakası oluşur. Filmin sonlarına doğru melodram artık insanın kaldıramıyacağı sınırlara dayanır: İnsanlık yok olmuştur, uzaylı arkeologlar buzul çağına girmiş dünyayı kazarken David’e denk gelirler. Onun hala tek isteği annesini görmek ve sevgisini kazanmaktır. David’in elindeki saçtan anne yaratılır ve David onun sevgisini tekrar kazanır: le moment sublime de l’amour. Sanırım birçoklarımız bir noktada gözyaşlarını tutamamıştır, ben de bir noktada ağlamaya başladım, bir farkediş yaşadıktan sonra.

Kendimce fark ettiğim şey aslında oldukça aşikardı ve etkisinin genliği de bu aşikarlığın doğal bir sonucuydu. Büyük ihtimalle birileri bu açıyı çoktan yazıp irdelemiştir ama işte şöyle: İdealleştirdiğimiz sevgiyi yani şartsız, koşulsuz, direkt ve değişmez bir sevgiyi ancak programlanmış bir robottan bekleyebilirdik aslında. Ancak programlanmış bir robot süreden bağımsız ve güçlüklerden etkilenmeden ideal sevgiden beklediğimiz tutarlılığı verebilirdi. Bir insan bu beklentiyi karşılayamazdı. Ya da hiçbir insan sizi bu robot kadar sevemezdi, nokta. Bunu farkettikten sonra kendimi tutmam robotluk olurdu haliyle ağladım.

Duygusallığı bir kenara bırakırsak bu açının önemli olduğunu düşünüyorum bahsi geçen ideal sevginin hastalıklı yönüne de parmak basıyor film aslında. İnsandan kaynaklanıp insanın dışına çıkan bir kavrama dönüşmüş sevgiyi yeriyor bir bakıma. Sevgiye yabancılaşıyoruz çünkü onu gayri insani olarak idealleştiriyor ve sevginin materyel temelini, yani insanı unutuyoruz. Geriye kalan da uzaylı arkeologlara bir müze nesnesi. Tüh.