Kurtuluş senfonisi

“Şeytan Ayetleri”, yazar Salman Rüşdi'nin romanı. İlk baskısı 1988'de yapılmış ve “İslam âlemi”nde büyük çaplı bir isyana yol açmıştı. Rüşdi romanında, İslam’ın unutulması arzulanan bir tabusuna dokunuyordu. Tartışmanın merkezinde, bir ayette İslam öncesi Arap inancına yapılan bir gönderme ve o göndermeden sonradan vaz geçilmesi vardı. Vazgeçme, ayette yazılanların “şeytanın marifeti” olarak açıklanması yoluyla yapılmıştı. Dolayısıyla ortalıkta şeytanın parmağı değmiş bir ayet vardı ve bu ayette üç “dişi tanrı”ya, üstelik pek sıcak bir gönderme yapılıyordu.

“Lât ve Uzza'ya ve diğer üçüncüsü Menat'a ne dersiniz? Bunlar şefaatleri umulan yüce turnalardır.” Kitaba sızmış şeytan işi böyleydi. İslam daha pek yeniydi, Müslümanım diyenler henüz eski inançlarının halesindeydi. Lât, Uzza ve Menat Mekkelilerin taptıkları putlardı. Rivayet o ki, Muhammed'in tanrılarını övdüğünü duyan Mekkeliler bunu sevinçle karşılamış ve sureyi sonuna kadar Muhammed'le birlikte okumuşlardı.

Ayette adı geçen dişi tanrılardan Lat veya El-Lat kader, kısmet ve bereket tanrıçası. Tanrının kızlarındandı ve önde geleniydi. Bir yoruma göre tanrının görünümlerinden biriydi.  Adına yapılmış pek çok tapınak vardı. Araplar onun Kâbe’de yaşadığına inanırlardı ve Kâbe’de ona ait bir “put” bulunurdu. El-Lat adına yapılan tapınaklarda onu temsilen bir “kara taş” bulunuyordu. İnanları tapınağa gelip taşa yüz sürüyor, sonra tapınağın etrafında dönüyorlardı.

El-Lat aslanı, Suriye çölündeki Palmira’da ona adanmış heykellerden biriydi. Büyük ihtimal aslan tapınağın bekçisiydi ve heykelde aslan avıyla “barış içinde” resmediliyordu. Aslında bu sahne Mısır piramitlerinin önünde bekçilik yapan insan başlı aslan vücutlu sfenksten, kucağında aslan ve geyikle birlikte resmedilmiş Hacı Bektaş-ı Veli’ye, dinler tarihinin en tanıdık figürlerinden biri.

Suriye’nin çöllük bölgesindeki Palmira anti kenti bir Roma bakiyesi. Geçtiğimiz yıl IŞİD kenti ele geçirdi ve kentin kapısındaki El-Lat aslanını parçaladı. Olay, IŞİD’in “heykel fobisi”nin bir tezahürü sayıldı ama belli ki heykeli parçalayanlar El-Lat ile Allah arasında kurulan bağdan haberdardı. Böylece Allah’a şirk koşulmasına engel oldular.

***

Palmira’a girişindeki El-Lat aslanını parçalayanlar kentte sorumlu arkeolog Halid Esad’ı kendilerini bekler halde buldular.  Esad, 1934’te Palmira’da dünyaya gelmişti. Kuşaklar boyu bu bölgede yaşayan Sünni bir aileden geliyordu. Şam’da tarih okudu, Tedmür-Palmira Aramicesinde yetkinleşti.1954’te Baas Partisi’ne girdi. Partinin Palmira’daki önemli destekçilerinden birisi oldu ve bunu arkeolojik çalışmalara siyasi destek sağlamada kullandı.

1963’te Palmira’ya döndü ve müze müdürü olarak görevlendirildi. 1982 yılında Palmyra antik kenti hakkındaki en önemli eserlerden biri kabul edilen “Palmyra: Tarih, Abideler ve Müze” adlı kitabı yayımladı. Palmira’nın IŞİD tarafından ele geçirilmesinden önce şehrin boşaltılıp antik kalıntıların Şam’a götürülmesi için çabaladı. Şehrin düşmesinden sonra oğlu Walid ile birlikte tutuklandı.

Halid Esad, IŞİD işgali günlerinde “Burada doğdum, burada öleceğim” diyerek, Palmira’yı terk etmeyi reddetmişti. Şehri ele geçiren IŞİD’in ilk işlerinden biri Halid Esad'ın kafasını kesip başsız bedenini direğe asarak sergilemek oldu. Palmira’da doğan Halid Esad, 82 yaşında Palmira’da öldü. Son nefesini verirken bile kendini değil yaşamını adadığı kenti düşünüyordu.

***

IŞİD’in Suriye’de ilerleyişi Moğol istilalarına benzer bir hızda ve şiddetle gerçekleşti; girdikleri her yeri yakıp yıktılar, kendilerinden olmayan insanları boğazladılar, kadınlarını pazara çıkardılar, bulabildikleri her şeyi yağmaladılar. Yağmaladıkları arasında elbette tarihi eserler, müzeler, antik kent kalıntıları da vardı.

Yağmalanan en önemli bölge ise “çölün gelini” Palmira antik kenti. El-Lat aslanı bu kentte parçalanan tek eser değil. “Fenike fırtına ve yağmur tanrısı” Baal Tapınağı da işgalcilerin hışmına uğradı. Baal de Ortadoğu tek tanrılı dinlere esinin vermiş bir tanrı… Yani IŞİD inançlarının köklerine pek saygılı değil, hatta bu bağı gösteren işaretleri sistematik bir şekilde silme eğiliminde.

IŞİD işgali altındaki şehirden gelen ilk bilgi Roma Antik Tiyatrosu sahnesinde 20 esirin idam edilmesi görüntüleriydi. IŞİD bu vahşeti çocuk yaşlardaki militanlara yaptırıyordu. Yayımladıkları infaz videosunda Tedmur halkının vahşete tanık olması için antik tiyatroya getirildiği ve bazı insanların yaşananlar karşısında gözyaşlarına hâkim olamadığı görülüyordu.

IŞİD’in 2 bin yıllık bir sahnede insanlığa izletmek için sahnelediği ilk oyundu bu. Bol inanç, bol karanlık ve bol kan vardı içinde. İddialarına göre bütün bunlar İslam’ın vücut bulmuş haliydi. Belli ki inançlarının geçmişten aldığı mirasları sildikçe, tanrının bir mucizesi olduğuna ve kendilerine her hakkı verdiğine daha çok inanıyorlardı.

***

Sonra Rus hava kuvvetlerinin desteğiyle Suriye Ordusu geldi, antik kenti IŞİD’in elinden aldı. Kentte yapılan incelemelerde IŞİD tarafından öldürülmüş 40 kişinin toplu mezarına ulaşıldı. Halid Esad’ın aralarında olup olmadığı henüz bilinmiyor.

İşte o kentte, hem de IŞİD’in çocuk militanlara onlarca kişiyi katlettirdiği sahnede bir konser düzenlendi geçtiğimiz günlerde. Londra Senfoni Orkestrası'nın eski şefi Valery Gergiev yönetimindeki St Petersburg Mariinsky Senfoni Orkestrası, Bach, Prokofiev ve Shchedrin'in bestelerini seslendirdi. Suriye çölündeki konseri de savaşı izlediğimiz gibi izledik haliyle. Hem uzaktık hem yakın olup bitene.

İnsan bir savaşın ortasında olmak istemez elbet ama o akşam Palmira'da olmak güzel olurdu. Gül bırakırdık El-Lat aslanının yıkıntılarına Halid Esad'ın anısına. Keman sesleri eşlik ederdi gözyaşlarına; İnsanlığa ağlardık! Sonra kentin duvarlarında yankılanan büyük insanlık ailesinin zafer marşına eşlik ederdik hep birlikte.

***

Biliyorum bir yere bağlamalıyız bu yazıyı. Şöyle bitirelim öyleyse: İşte din, işte inanç, işte kahramanlık, işte sahne, işte oyun, işte karanlık, işte aydınlık, işte yamyamlık ve işte insanlık!

Bunun için bu aydınlık kavgası. Ya onu, ya bunu, birini seçeceksiniz ve kavga tereddütsüz gireceksiniz...

Bir de bitiş notu: Gün gelip de ülkeyi dinbaz yobazlardan kurtardığımızda ilk işimiz Gezi'de bir senfoni konseri düzenlemek olmalı. Sonuçta bir senfoni orkestrası konseriyle kutlamayacaksak hiçbir toprak kurtarılmaya değmez!