Yaşanacak gün de var, tutulacak matem de

Büyük aşktı onlarınki. Az kitap yazılmamıştır haklarında filmlere, tiyatro oyunlarına da konu olmuştur çokca. İngiltere sarayının en örnek aşklarından biri olarak da gösterilir birbirlerine olan sevgileri. Kocası Prens Albert’e dillere destan bir tutkuyla bağlı Kraliçe Viktorya’nın, sosyal hayattaki akıl mantık almaz tutuculuğunu, kocasının ölümüyle yarım kalmış bu aşkın yarattığı travmaya bağlayanlar da vardır. Ahlakçılığı gerçekten bir tuhaftı Viktorya’nın. Yaşadığı dönemde, sehpaların ayaklarının örtülmesi zorunluydu örneğin, kadın bacağını çağrıştırdığı için. Böyle bir tutuculuk yani.

Doğuştan ayrıcalıklı İngiliz aristokrasisinin, Kraliçe Viktorya zamanında, ölen yakınları için tutmaları gereken matem süresi belliydi. O dönemin garipliklerinden biridir bu. Viktorya karmakarışık olan bu yas sürelerini belli bir standarda bağlamıştı. Yaptıkları her haltı “özel” ya da “soylu” kılma çabası burjuvazinin o günden bugüne kalan tavırlarından biridir malum. Daha önce de değinmiştim, bir kez daha yazayım. İngiliz kibar burjuva beyleri tütün alışkanlığının yaygınlaştığı dönemde, yaktıkları tütün çubuklarını söndürmek için kibrit söndürme aleti taşırlardı ceplerinde. Aletin ucundaki küçük pompaya basarlar, kibriti öyle söndürürlerdi. Bunu yapmak için kendi nefeslerini kullanmanın bir zararı olmadığını anlamaları yıllar sürdü.

Prens Albert’in öldüğü yıl olan 1861’de Viktorya yas sürelerine belli bir standart getirdi. Buna göre ölen kocalar için yas süresi iki yıldan üç yıla kadar çıkıyordu. Karısını kaybeden kocanın işi daha kolaydı elbette, üç ay yas tutması yeterliydi. Çocuğu ölenler bir yıl, kardeşlerini kaybedenlerle büyükanne ya da büyükbabalarını yitirenler altışar ay yas tutabilirlerdi ancak. Ölen teyzeler, amcalar için üç ay, yeğenler kuzenler için iki ay, uzak amcalar, teyzeler için altı hafta, ikinci derece yakın yeğenler için de dört ya da altı hafta yas tutulmalıydı.

Bu sözümona kraliçenin tüm tebaasının uyması gereken bir kuraldı ama yoksulun acısı standart mı tutar? Fakirde, fakirliği kadar çok gözyaşı vardır. Çileli hayatı kadar da matemi. Çok belli ki, aristokrat sınıfın, matemi sıradan bireyler gibi başı sonu belli olmaz bir halde yaşaması pek bir fenaydı kraliçeye göre. Kraliçe’nin bir merhamet ayarlayıcısı olmasına bugün gülüyoruz elbette.

Kendi koyduğu kurala uymayanlara iyi gözle bakılmaz, malum. Savunduğunun örneği olmak diye bir tutum var. Başkalarının acılarına süre biçen Viktorya, öldüğü yıl olan 1901’e kadar, kocasının ölümü üzerine giydiği matem giysilerini çıkarmamıştır üzerinden. Bu tutumuna sınıfının mensupları dudak bükerlerken, acısını gerçekten anlayanlar, yaşamdan çok ölümle içli dışlı olan o fakir fukara takımı oldu. Kraliçenin, aşkına da matemine de en çok onlar saygı duydular. Fakirin, başkalarının acılarını da yüklenmesindeki şu alicenaplığı nasıl bir şeydir?

Mateme, sevince ayar verilir mi? Her şey dozunda iyidir diyenlere aldıranlardan değilim. Dozuna da, tonuna da kalbim karar verir. Acıyı da sevinci de, yüreğimle anlaşıncaya kadar yaşarım.

Hükümdarlık böyle bir şey zaten. Kelimenin tam anlamıyla dirlik, düzenlikten sorumlu olmayı matem sürelerini belli bir düzene koymak olarak da anlayan bir iktidar tavrı bu. Acı ya da mutluluk gibi coşkulu insani duyguların, hükümdarlığın “vakar” duygularının üstüne çıkmaması gerekir. Örneği de var bunun. Ünlü kral İyi Philippe’in bir yaşındaki oğlunun ölüm haberi kendisine ulaştığında “eğer tanrı bana bu kadar genç ölmeyi nasip etseydi, kendimi mutlu sayardım” dediğini söylerler. Belki de bir tesellidir, acıya karşı bir dayanaktır bu cümleler, kimbilir? Ama, hükümdarın şanına yakışır bir tutum olmadığını kim söyleyebilir? Her hükümdar böyle davranıyor denemez elbette. Örneğin XI.Louis, tepkileri, olaylar karşısındaki davranışları garip bir kral olarak bilinirdi. Bir ölüm haberi duyduğu sırada üzerindeki elbiseyi bir daha giymemek, bindiği ata bir daha binmemek gibi tavırları vardı. Yeni doğmuş oğlunun ölüm haberi kendisine iletildiğinde de o sırada gezdiği Loches ormanının bir bölümünü yaktırmıştır derler. 917’de dönemin İslam dünyasının Halife’sinin annesi de kızkardeşinin ölümü üzerine oğlunun kendisine hediye ettiği lüks köşkü yıktırmış, kayığını da parçalatmıştı.

Yani Kraliçe Viktorya, hangi örnek olaylardan yola çıkarak matem sürelerini bir düzene sokmuştu anlayabiliriz. Kraliyet mensuplarının, tamam soyluların da yaptığı bir şeydi zaman zaman ama, sıradan bireyler gibi ölüm karşısında aşırı tepki göstermeleri, aristokrat vakarlıkla uyuşmazdı elbette.

Burjuvazinin saçma sapan görgü kuralları koyduğu dönemleri geride bıraktık artık. Kibriti nefesleriyle söndüren, matemini dilediği kadar tutabilen bir insanlık ailesinin fertleriyiz. Kayıplarımız için dilediğimiz kadar matem tutuyor, onları dilediğimiz zaman anıyoruz, kimsenin hatırlatmasına gerek kalmadan hem de.

Viktorya dönemi çok geride kaldı. Kimse kendini Viktorya gibi merhamet ayarlayıcısı, matem teşrifatçısı gibi görmemeli. Cuntacıların henüz 17 yaşındayken astıkları Erdal Eren’i, bana Başbakan Erdoğan’ın hatırlatmasına gerek yok bu yüzden.

Hatırlamam için, önce unutmuş olmam lazım..

Kim unutturabilir ki?