Ya Sabır

Neden şaşırıldığına gerçekten anlam verebilmiş değilim ben. Fethullah Gülen’in, Gazze’ye giden yardım gemilerindekini suçlar tarzda “İsrail’den izin almalıydılar” cümleleriyle yaptığı o çıkış, adıgeçenin, barış peşinde koşan bir “kanaat önderi” kimliğine uygun değil midir? Gülen’in, barıştan, zalimin otoritesine boyun eğmeyi anladığını ayan beyan açık eden bu yaklaşımı, şu, “diyalog”, “hoşgörü” gibi pek sihirli kavramlarla birlikte düşünüldüğünde neden şaşırtıcı olur anlamış değilim. Hele, Gülen’in, dünyanın en karanlık emperyal kurumu Papalık’la geliştirdiği “diyalog”u benimseyenler, neden şaşırmışlardır, bakın bunu hiç anlamış değilm.

Cemaat mensubu olmanın herhalde en zor olduğu zamanlar kabul edilmeli içinde bulunduğumuz günler. Mensupların işi gerçekten bir hayli zor çünkü. Bunu, “söylediğinde bizim bilmediğimiz bir hikmet vardır” inancını hürmet kılıfıyla gizleyerek, o vahim ifadeleri mesele yapmayışlarından anlıyorum. Ama, kabul edelim ki, o sözlerin tevil götürecek, savunulacak iler tutar bir yanı yok.

“Gemideki gericilerin” eylemlerini eleştiren kimi solcuların, “o bile eylemi savunmuyor” diyerek Fethullah Gülen “ipi”ne sarılmalarının beni bir hayli güldürdüğünü belirtip, asıl konuya geleyim. Asıl konu şu Gülen’in, Gazze faciasından sonra, hem de ABD’den dile getirdiği, İsrail terörizmine, bir anlamda, meşruluk kazandıran o cümleleri, inanarak söylenmiş cümlelerdir. Yani, Gülen, önceleri başka türlü düşünüp de şimdi o düşüncelerinden çark etmiş değil. Onun inandığı, başkalarının da öyle inanmasını istediği din yorumu, geleneksel İslam yorumudur çünkü.

On dokuzuncu yüzyılın büyük filozofu Ernest Renan’ın, Gülen’i çok çok iyi anlamamıza yarayacak bir belirlemesi var: “Doğu dinleri insana, kötülüğe, ıstıraba katlan der. Avrupa’nın dini ise onlarla savaş”. Doğu dininden kastettiği İslam, Avrupa dini dediği de Hıristiyanlıktır tabii ki. Buradan da, oryantalist bir yaklaşıma sahip olduğu, Hıristiyanlık övgüsü yaptığı sonucu umarım çıkarılmaz, çünkü Renan, hatırı sayılır bir dinsiz olarak bilinir. Otorite çoğunlukla Kötülük ya da Istırap getirir beraberinde. Buna katlanmak, imani anlamda tahammül demektir ki, herhalde, çekilen “çile”, cennetin anahtarlarından biri sayılır. Otorite, aynı zamanda, mevcut düzendir ki, ona karşı çıkılmayarak, üzerinde yükseldiği her türlü eşitsizliğe, “kötülük ya da ıstıraba katlan” çerçevesinde yol verilmiş olunur. Fethullah Gülen elbette budur. Direnmek yerine, acıyı bedeniyle, ruhuyla üstlenmek, “imani” direniş kılıfıyla, egemenin hükümranlığının sürmesine katkıda bulunmak demektir. “İsrail’den izin alınmalıydı” cümlesi, otoriteye, nerede olursa olsun boyun eğilmesi anlamına gelir. Türkiye’de de, uluslararası sularda da.

Ernest Renan’ın, elbette Hıristiyanlık’ın, kendi imanlısına da, emekçisine de, yoksuluna da ne kadar zulüm yaşattığını bildiğini biliyoruz. Yaptığı Hıristiyanlık övgüsü değildir. Kendisi de sonradan bir kanlı otoriteye dönüşmüş olan Calvin’in, zamanında bile tutuculuğu tepki çekmiş Martin Luther’in, Hıristiyanlık’ta şöyle ya da böyle reform yaparak, sözkonusu dini, elbette kilise karşıtı toprak egemenleri yararına daha da katlanılabilir bir dine dönüştürdüklerini hatırlatır sadece. Calvin’i biliriz ama, onun zulmüne uğrayan, günümüzde yaşasaydı sosyalist olacağı kesin olan Castelliano’yu pek bilmeyiz nedense. Çünkü, döneminin imanlı yoksulu için Calvin’e, onun Hıristiyan öğretisine itiraz etmiş bir din adamıdır Castelliano. Bu dine itiraz edenlerin hepsi şöyle ya da böyle iman ile ilişki içindeydiler. Voltaire’ler, Descarte’ler vs. İnandıklarından değil, dindışı mücadele sürdürme şansları olmadığından.

Ama tüm bu adı geçenler, dinlerini, “kötülük”e de “ıstıraba” da direnmenin kılavuzu haline getirdiler. Bunu yüzyıllar önce yaptılar onlar. Istırap’ın, sömürüden kaynaklanan Kötülük’ün, direnilecek değil, katlanılacak, sabredilecek birer olgu olduğunu öğütleyen Gülen ise günümüzün “kanaat önderi” kabul ediliyor. Yüzlerce yıl öncesinin bu adlarını savunup “gerici” olasım geliyor, inanın. Bir sol okuru geçen haftaki yazım yüzünden hazır beni “muhafazakar yanı gelişmiş solcu” ilan etmişken, yakışırdı doğrusu. Bana çizilen bu “çerçeve”de sırıtmazdı bu tercihim.

Yani, diyorum, Fethullah Gülen, kendi içinde (çok klasik bir cümledir biliyorum ama burada iyi gider sanki), “tutarlıdır”. Kötülük’e, Istırap’a direnmek gibi, hayli zorluğu olan bir tutum sergilemek yerine, dünyevi anlamda sabırlı bir iman sahibi olmak daha kolay onun için. (Sabretmenin dindeki anlamının ne olduğunu biliyorum, bu söylediğim farklı bir şey). Fethullah Gülen türü “sabır” bireysel anlamda son derece imani bir tutum olabilir, ama takipçilerine önerdiği “toplu halde sabırlı olma” tavrı örneğin İsrail’in çok işine yarar. Türkiye’de egemenin işine yaradığı gibi.

Bizim kimi solcular nasıl Fethullah Gülen’le aynı noktaya geldilerse, Gülen de İsrail’i kollayan, hak veren biri oluverir. Arada, olan, kendilerine saldırılmayacağından emin bulunan, yani “uluslararası ortama ziyadesinden fazla güvenen” o masum Mavi Marrmara gemisi yolcularına olur.

Sabreden bir Fethullah Gülen, katlanılması öğütlenen bir İsrail terörü, kafasından kurşunlanmış insanlara, “iyi de onlar da gericiydi be birader” diyen bir kısım kamuoyu, o gemide kurşunlananlara üzüldüğüm için bana, “mağdurları savunmak sağcıların işidir” diye ayar çeken bir bir sol okuru.

Gerçekten fıkra gibi herşey.

İnanıyorum. Fıkra, bir ağaçtır. En çok meyve verdiği toprak da Türkiye’dir.

Bu kadar mı bereketli olur.