Toplumsal Züppelik

Var böyle bir tanım. Arthur Koestler’in yıllar önce Yeni Dergi’de yayınlanmış Züppeliğin Çözümlenmesi adlı denemesinde geçiyor. Bireysel ilişkilerinde karşılaştığı örneklerden yola çıkarak, özenti tavırlara sahip olanların bu tutumlarını Kültürel Züppelik olarak adlandırırken, bireysel bir tavır sandığımız bu olgunun, Toplumsal Züppelik olarak nitelendirilen bir türü olduğunu da belirtiyor Koestler.

Koca filozof tabii, herhalde bir bildiği vardı. Nasıl oluyormuş bu Toplumsal Züppelik peki? Uzun uzun anlatıyor haliyle. Okuması da çok zevkli. Züppelik gibi son derece “bireyci” bir tavra ilişkin olarak herkesin, az çok söyleyebileceği bir şeyler olabilir. Ama Toplumsal Züppelik meselesinde iş değişiyor tabii. Pek bir sağlam argümanlara dayandırarak Toplumsal Züppelik’in ne olduğunu, kendi deyimiyle, bir güzel “çözümlemiş” Koestler. Sağolsun.

En çarpıcı belirlemesi de şu: “Züppeliğin özü, bir şeye yanlış bir değerler dizisine göre değer biçmektir”.

Anahtar cümle bu işte. Demek ki, benim, şu son Tophane olayları ile ilgili olarak izlediğim tartışma programlarında rastladığım, “ne diyor bunlar?” diyerek de hayretler içinde kaldığım kadınlı, erkekli “uzmanlar” güruhunun yaptıkları buymuş: “Yanlış değerler dizisine göre değer biçmek”.

Türk siyaset sosyolojisinin, bana göre, en büyük hayal kırıklıklarından biri olan Profesör Nur Vergin’in, Tophane saldırganlarına ilişkin olarak yaptığı sözümona “sınıfsal” analizi duyduğumda, Koestler’in, “Alışılmış değerler dizisinin basit bir biçimde tersine dönmesi” olarak da tanımladığı Toplumsal Züppelik’ten muzdarip kişiler için, “alçakgönüllülük kahramanları”, “kendini hiçe saymaktan zevk alan kişiler” nitelemelerini yapmış oluşunun nedenini daha iyi anladım. Ağzını öpeyim ben o Koestler’in.

Bu kadar olur. Sosyolojiyi, adeta bir “merhamet” bilimine çevirmekte beis görmeyen hanımefendinin, Tophane saldırganlarının içinde bulundukları “sosyolojik” konumu anlatırken kendisini, tam da Koestler’in dediği gibi, bir “alçakgönüllülük kahramanına”, giderek bir “merhamet tanrıcası”na dönüştürdüğünü unutabiliriz, ama hem kendisini hem de temsil ettiği iddiasındaki sosyolojiyi “hiçe saymaktan zevk alan kişi” oluşunu unutmak uzun sürebilir. Tophane saldırganlarının, galeri saldırılarında aslında ne kadar iç yakan acıklı gerekçeleri varmış meğer. Vergin’i dinlemeliydiniz. İçinde bulundukları sosyolojik konumların saldırgan hale getirdikleri(!) bu masum “bıçkınlar” keşke daha fazla sayıda galeriye saldırsalardı diyesi geliyor insanın. İçinde bulundukları “sosyal trajedi”den ne yapacaklarını şaşırmışlar çocuklar. Kolay mı? Elbette aynı şey değil ama, Sivas katilleri için de buna benzer bir dolu “haklılık” gerekçeleri bulup çıkarabilir Vergin gibi siyaset sosyologları. Korkulur bunlardan.

“Bıçkınların” sınıfsal öfkelerini(!) hiç de içinde bulundukları sosyal statüden sorumlu olmayan galericilerden çıkarmalarının toplumsal kapışmalar tarihinde başka örneği olduğunu sanan yoktur umarım. Fransız yoksulu onyedinci yüzyılda un yokluğundan perişan olurken, yanı başındaki fırıncıyı değil, Fransa sarayını taşa tutmuştu oysa. Sınıfsal öfke budur. Tarihe Un Ayaklanması olarak geçmiştir bu kalkışma bu yüzden. Bizimki ne? Galeri Ayaklanması.

Yaşam tarzına tahammülsüzlükten başlayıp, günaha karşı toplu tavır alışa kadar herkesin çok iyi bildiği nedenler var ortada halbuki. “Kendini hiçe saymaktan zevk alan” sosyolog olarak Vergin gibiler de bilir bunu, ama ortam ziyadesiyle “manevi/uhrevi” havaya uygun bir ortam. Bu ortama uygun kelam etmek, -Koestler’in aklına gelmemiştir ben söyleyeyim bari-, kişiliksiz toplum mühendislerinin toplumsal züppeliklerinin doğal tutumudur. Bu tutum, Türk argosunda, “araziye uymak” diye tanımlanır ki, Tophane bıçkını bu literatürü iyi bilir. Vergin’i sevmişse biraz da bundandır.

Tophaneli saldırgan inandığı dinin, kendisini, aynı dine mensup egemen sınıf bireyiyle “eşitlediğine” o kadar inanmış ki, İslamcı zengin Erol Yarar’ı kendinden sayarken, aslında belki de, farklı düzeyde de olsa aynı ekonomik sıkıntıları yaşadığı galerici ile müdavimlerini “yüksek sınıf” mensubu sanmış. Tabii, ne de olsa sınıf nedir, ne değildir bildiği için Vergin gibiler, bu tuhaflığın ziyadesiyle farkında olduklarından, buna sınıfsal kapışma demek yerine “kültürel çatışma” deyip çıkıyorlar işin içinden. Marksistin başvurduğu tanımlamalar değildir bunlar. Marksist, kültürel çatışmaları da sınıfsal karşıtlıklar içinde değerlendirir çünkü. Yani Tophane saldırganı, karşı sınıflara saldırmış değildir. Kimse bunun tersine inandıramaz bizi. Bu, yöntemi şiddete dayandırılmış “tebliğ” çalışmasıdır, lamı cimi yok. Tehdit de vardır için de, saldırı da.

Sosyal konumundan rahatsızlık duyan Tophane saldırganı, daha bir kaç ay önce, IMF toplantısını protesto eden gençlerin üzerine tekme tokat saldıran kişidir. Vergin’e bunu hatırlatan tek kimse yok mu bu memlekette gerçekten? Bu nasıl bir “kültürel çatışma”dır ki, Tophaneli bıçkın, “yoksulluğunun” (sosyal konumunun) birinci dereceden sorumlusu emperyalist bir mali kurumu protesto eden solcuya saldırıyor?

Tophane saldırganının tüm karşıtlığının “bütün kötülüklerin anası alkol”e yönelik oluşunun, sosyal konumuyla doğrudan ilgisi olduğunu söyleyebilen sosyolog tipi sadece Türkiye’de vardır. “Kendini hiçe saymaktan zevk alan” sosyolog tipidir bu.

Soru şu: “Sosyal konumunun” saldırganlaştırdığı zavallı(!) Tophaneli’yi, IMF karşıtı nasıl yapacağız peki?

Çok kolay.

IMF, “aslında alkol fabrikasıdır deriz”, olur, biter. Gerisini “sosyologlar” düşünsün artık.

Yok öyle kolay Toplumsal Züppelik. Uğraşsınlar biraz.