Taliban Kimin Dostu? MUSTAFA KEMAL ERDEMOL

Bölgeyi yakından izleyenler için aslında şaşırtıcı gelmiyor bu olanlar. İran karşıtı olduğu için, şimdi "şeytan" ilan ettiği Taliban'ı, Afganistan'da iktidarı ele alır almaz ilk tanıyan ülkeydi ABD. Türkiye'de İslam'ın "ılımlı"sını, Afganistan'da "radikal"ini savunurken, her bölgeye uygun ayaküstü prensipler uydurmasına gerek kalmadı ABD'nin. Tek bir prensip (!) yetmiştir bu farklı tutumları sürdürmesi için: "Bu bölgelere demokrasi götürmek."

İşin garibi, demokrasi getirmek için desteklediği "ılımlı" ya da "radikal" islamların ortak noktası, her ikisinin de "demokrasi" ile başlarının hoş olmamaları. Amerika'nın Ilımlı İslamcısı Recep Tayyip ile Amerika'nın Radikal İslamcısı Taliban lideri Molla Muhammed Ömer'in ne dediklerini unutmuş değiliz. Tayyip, "demokrasi bizim için araçtır" derken, Molla Ömer de, "demokrasi şeytanın ideolojisidir" demiştir. Hatırlayan çoktur.

Şimdi Taliban'la neden kapıştığını biliyoruz Amerika'nın. Bu kapışmaya rağmen, hâlâ İran'a karşı Taliban eliyle bir cephe açmanın hesaplarını yaptığını da biliyoruz. Başka bir yazının konusudur bu.

ABD ile müttefiklerinin Sovyetlerin çekilmesinden sonra Afganistan'da, Taliban iktidarı ya da öncesinde nelere yol açtığının anımsanması gerekmiyor mu? Daha 11 Eylül saldırıları olmadan önce, Afganistan'ın, birbirleriyle çarpışan mücahit gruplar eliyle nasıl kan gölüne döndürüldüğünü konuşmak zorundayız. Ülkenin, bizi dini aidiyetiyle değil, "yoksulluğu" ile ilgilendiren vatandaşının nasıl bir rant savaşı içinde heba olup gittiğini anımsatmak lazım zaman zaman. Kimileri din savaşı sanadurmaya devam etseler de.

Sovyet askeri varlığının sürdüğü dönemlerde bile, Taliban'ın da aralarında bulunduğu mücahit grupların ülkedeki eroin trafiğinden, insan kaçakçılığından, uyuşturucuya dönüştürülerek Batı ülkelerinin sokaklarında satılan afyon yetiştiriciliğinden sabıkası olduğunu bir Batılı ya da Amerikalı değil, bölgeyi en iyi bilen Pakistanlı gazeteci Ahmed Raşid söylüyor. Dünya çapında saygın bir gazeteci olan, üstelik Pakistan'da bir islamcı terör örgütünün kolayca hedefi olabilecek durumda yaşayan biri Raşid. Özellikle Taliban adlı kitabıyla haklı bir ün yaptı. Adı geçen kitap, umarım yakın zamanda Türkçe'ye çevrilir.

Sovyet "işgali"ne karşı mücadele gerekçesiyle, ABD ile Batı'nın tüm desteğini alan mücahit grupların, öldürdükleri müslümanların sayısını onbinlerle ifade ediyor Raşid. Başsuçlu kuşkusuz Taliban'dır ama, Afganistan'daki korkunç şiddetin kurbanları arasında onlar da var. Taliban, ülke içindeki gelişmelerde taraf tutmak zorunda kalanlar için bir belirteç olmuş durumda. Taliban karşıtı cephede ABD ile birlikte farklı farklı gerekçelerle Türkiye, Hindistan, Rusya, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan birlikte yer aldılar hep. Taliban yanlısı cephede ise Suudi Arabistan ile Pakistan vardı. Hâlâ da varlar.

Tüm bu ülkelerin dahil oldukları bir kaos ortamında, ABD destekli Taliban, bölgede ABD çıkarları için korunup kollanan bir güç oldu düne kadar. 1995 yılından itibaren, Amerikan şirketi Unocal'ın, Türkmenistan'dan Pakistan'a, Taliban kontrolündeki Afganistan'dan geçen bir petrol boru hattı var. Taliban'ın varlığı bu hattın korunması için büyük yararlar sağladı. Ayrıca, Taliban'a verilen destekle, İran'ın Afganistan'da etkili olmasının da önüne geçildi.

Afganistan'da, Sovyet sonrası dönemde Taliban desteğini açıklamakta zorlanan Amerika'nın yardımına Taliban karşıtı Afgan mücahit gruplarının vermesi ne acıdır. Taliban'a ABD ile müttefiklerinin desteğini, "insani" gerekçelere dayatma şansı Mezar-ı Şerif katliamıyla doğdu. Ülkedeki çarpışan güçlerin liderlerinden Malik Pehlivan, 200 Taliban esirini konteynerler içinde yakarak öldürdü. Malik'in bölgede dengeyi değiştirecek yeni ittifak arayışının endişelendirdiği ABD'nin Taliban'a desteği bu katliamdan sonra artarak sürdü. Ama Taliban da Şii Hazaraları kıyıma uğratmış, Tacik çiftçileri de Şomali vadisinden sürmüştü. Bunu Taliban'ı destekleyen ülkeler hiçbir zaman dile getirmediler. Özbekler ile Hazaralar da yüzlerce Taliban esiri, ayrıca Kabil yakınlarındaki Peştun köylülerini katlettiler. Tüm bu "müslümanlar arası" çatışmalarda çeyrek milyon insan yerinden yurdundan oldu. Birleşmiş Milletler'in karşı karşıya kalınan en büyük mülteci krizi dediği bir krizdi bu. Tüm bu çatışmalarda ölen, her etnitiseden Afganlının sayısı 1.5 milyonu buldu.

Tuhaf gelebir ama, Afganistan'da, öteden beri ağır bir feodal/dini yaşam olmasına karşın, Taliban öncesinde radikal islam taban bulabilmiş değildi. Peştunlar arasındaki Suudi Arabistan'ın mali destek verip, eğittiği liderler aracılığıyla Vahabiliğin geliştiğini biliyoruz. Vahabiliğin Afganistan'da gelişmesine, hele Sovyet "işgali"ne karşı bir direniş cephesi sayılacaksa, ABD'nin karşı çıkması düşünülemezdi bile.

Şimdi, 11 Eylül sonrası "yeni" ABD politikasının hedefi haline gelen Taliban'ın, mevcut İran tehlikesi karşısında yararlı işlevinden ABD'nin nasıl vazgeçeceği sorusu duruyor karşımızda. Afganistan'da etkili bir İran, ABD'ye yönelik tehdidin artması demektir ve Taliban önemli bir İran karşıtı güçtür çünkü.

Önce desteklediği şimdi karşı olduğu Taliban'ı, yeniden kendine dost yapar mı ABD sizce?

ABD'nin İstanbul konsolosluğuna saldıranların İran bağlantılı bir İslami örgüte üye oldukları yazılıp çizilsin, yanıt ararken daha rahat davranırız.