Solsuz Muhalefet

Gediktepe karakoluna yaptığı teftişte, ayakta değil de çömelerek oturduğu için kendisine yöneltilen eleştirilerin, benzeri bir çok eleştiri gibi Recep Tayyip Erdoğan’ın ne kadar işine yaradığı görülmüyor mu gerçekten? Solun dışındaki kesimlerce yapılan bu tür eleştirilerin, muhalefet alanını ne kadar daralttığı konusunda hiç mi düşünülmüyor?

İş artık gittikçe gayriciddi bir hal aldı gerçekten de. Daha önce, üzerinde duramayacaksa neden bindiği ayrı bir mesele ama, attan düşen başbakanı, at üzerinde dimdik durarken resmedilmiş posterdeki Atatürk ile kıyaslamak, muhalifliği insani zaaflara, kişisel beceriksizliklere indirgemek olur ki, ağaca bakayım derken ormanı görmemezlik anlamına gelir bu. Kaldı ki, Atatürk’e ne kadar az benzerse, Erdoğan’ı o kadar seven bir kitle var memlekette. Atatürk’le yapılan her tür kıyaslama başbakanın hanesine olumlu olarak kaydediliyor bu yüzden, bu artık anlaşılmalıydı. Anlaşılmadığı ortadaki, şimdi de Atatürk’ün bir cephede ayakta dimdik duran fotoğrafı dolaşıyor ortalıkta. “Bak da gör, cephede nasıl durulur” diye. Gerçekten tuhaf.

Başbakanın siyasi mizaha müthiş malzeme veren bir politikacı olduğu konusunda hemen hemen herkes hemfikir. Türkiye’de de, bunu bu çerçevede kullanacak “ortak akıl” dışında, siyasi mizah için gerekli olan her şey var. “One minute” üzerinde sayısız espri türetilebilir, örneğin. Bireysel zaafları, becerisizlikleri eleştiri konusu yapmak siyasette her zaman amaca hizmet etmiyor. O posterde at üzerinde dimdik duran Atatürk karşılaştırması siyasi mizahta elbette çok iyi giderdi ama ciddi bir eleştiri için çok gereksizdir. Kendisi gibi attan düşen, kendisi gibi korkuları olan önemli figürler, her ne kadar maço bir toplum olsak da, bizim gibi toplumlarda “şefkat” hissiyle karşılanırlar. Buradan bir olumsuzluk çıkarmak da “faydacı” bir tutum olarak kabul edilir. Atatürk, Erdoğan ile benzerlerine, diyelim ki, bağımsızlık konusunda örnek gösterilebilir kuşkusuz ancak at binme konusunda (da) örnek olması, benzetmede ölçünün kaçtığına delalettir.

Ata binemeyen bir başbakan, ata binmeyi öğrendiği anda eleştiri ya da küçümseme konusu olmaktan uzaklaşıverir anında. Oysa muhalefet, başbakanın emekçiler yararına olmayan siyasi, ekonomik görüşleri üzerinden yapılmalıdır. Başbakanı, örneğin Musa’nın Çocukları’ndan kabul etmek, sadece bundan ötürü ona karşı çıkmak gerektiği imasına yol açar ki kuşkusuz çirkindir. Erdoğan, -varsayalımki öyle- Musevi kökeninden ötürü değil, uluslararası sermaye ile ilişkilerinden ötürü muhalefetimi hak etmiştir benim. Ben bu muhalefeti, Türk aidiyetime karşı başbakanın aldığı söylenen tavırlardan yola çıkarak da sürdürmem. Erdoğan’ın attığı her adımda Türk karşıtlığı görüp bunu muhalefetimi güçlendiren bir gerekçe yapamam. Çünkü, Kürt meselesi karşısında da, Ermenistan’a çok sinirlenip Türkiye’deki binlerce kaçak Ermeni çalışanı memleketlerine yollayacağını söylediği anda da gayet “Türk” olduğuna tanığım Erdoğan’ın. Oysa, başbakanın, benim hep mücadele edeceğim, hem milliyetçi hem “ümmetçi” tutumu değişen bir tutum değildir. Benim muhalefetim, bu tutumun genel politikaya hakim kılınmasına yöneliktir, bu nedenle. Attan düşüşüne, ateş hattında çömelerek oturmasına bakarak, yarın bunların tam tersini yapma ihitmalini elbette akılda tutarak, muhalif söylem geliştiremem. Gülünç olmanın alemi yok.

Çünkü ben bir sosyalistim. Çünkü benim Mavi Marmara gemisi trajedisi sonrasında, İsrail askerlerini ağlarken gösteren fotoğraflara, hem “laik” Hürriyet gazetesi gibi hem de islamcı IHH gibi, adeta, “erkek adam ağlar mı?” duygusuyla yaklaşan maço tavırlarım yok. İsrail’in, 1967 Savaşı’nda, bir kaç Arap devletini, o “ağlayan” askeriyle yenilgiye uğrattığını bilen herhangi biri de “ağlamayı” küçültücü bir eylem olarak görmez, İsrail askeri sözkonusu olduğunda. Kaldı ki, gemideki askerinin ağlaması İsrail’in “askeri mahareti” ni ortadan kaldırmadı, kaldırmaz da. Yine kaldı ki, Şimon Peres’in değil ama, Başbakan Erdoğan’ın da, Bülent Arınç’ın da sık sık ağladığına tanık olduk bizler. Başta Fethullah Gülen olmak üzere, sık sık “gözyaşı” solosu yapanların bulunduğu bir toplumun bireyleri olarak, İsrail askerinin ağlaması üzerinden “delikanlılık” vurgusu yapmak gerçekten çok komik. Kurban keseyim derken kendini kesip yaralayan binlerce beceriksizin olduğu memleketimizde, başbakanın attan düşmesine gülmek de pek bir tuhaf.

Solsuz muhalefet böyle bir şey işte. Ulusalcıların, Kemalistlerin AKP’ye muhalefetleri maçoluk zemininde (de) yürütüldüğü için “sahici” bir muhalefet değildir. Sendikaları işlevsiz hale getiren, sendikalı işçiyi işinden atan Başbakan Erdoğan, attan düştüğü, ağladığı, siperde çömeldiği için ulusalcının/kemalistin gözünde ne kadar “çıtkırıldım” ya da “korkak”sa, işveren gözünde gayet “erkek” bir başbakandır. Kolay mı emekçiyi sermaye yararına hallaç pamuğu gibi atmak?

Nasıl muhalefet bu? Neredeyse siperde çömelerek “milletin erkekliğini” öldürdü denmediği kaldı Erdoğan için.

Sosyalist, siperde değil, uluslararası sermayenin önünde çömelip çömelmediğine bakar Başbakan’ın. Çömelmiştir. Bu “çömelme”, Hikmetyar’ın önünde dizini kırıp çömelmesinden daha vahimdir. Hikmetyar’ın önünde, tüm kültürel altyapısını oluşturan biat kültürüne uygun çömelmesinin bana bir zararı yoktur. Kendi bilir. Ama, esip gürlediği İsrail’le ilişkileri koparma noktasına getirdim havasını yayarken, Dışişleri Bakanı’nı, İsrail Ticaret Bakanı ile yeni anlaşmalar için Brüksel’de buluşturmasıdır “çömelme”. Bana bunun zararı vardır ama.

Bir haftayı aşkın bir süredir Gediktepe’de neden çömeldiği konuşuluyor Erdoğan’ın. Emekçiler için, Kürt meselesi için, Alevi dışlanmışlığı için doğru dürüst savunacak neyi olduğunu bilemediğimiz Kılıçdaroğlu aynı siperde çömelmeden duracakmış işte. Ne olacak şimdi? “Aferin kahraman Kılıçdaroğlu” demem mi lazım?

Hiç bir güç dedirtemez bana. Ben sosyalistim, “Çömelemem”.