Sırt sırta

Edebi el verseydi acaba ne diyecekti diye akıl yürütmenin anlamı yok. Ne demek istediği apaçık ortada. Mardin’de protesto amacıyla kendisine sırtını dönen kadınlar için “bunun ne anlama geldiğini biliyorum ama söylemeye edebim el vermez” diyen Recep Bey, böyle kurulmuş bir cümlenin neyi işaret ettiğini memlekette herkesin bildiğinin elbette farkında. Dolayısıyla “el vermemiş” de olsa edebinden bir hayli uzaklaşmış.  Lamı cimi yok.

Bilenler kadınların sırtlarını erkeklere herhangi bir nedenden ötürü tepki amacıyla dönmelerinin geçici bir “cinsel grev” olduğunu söylüyorlar. Erotik literatürdeki anlamlarından en masumu buymuş. Bu sonucu çıkarmak istemeyen en ahlaklımız bile “söylemeye edebim el vermiyor” imasından anlatılmak istenenin pek de masum bir şey olmadığını anlar zaten. Ahmak değiliz.  Hamile kadınları gördüğünde, onların hamile oluş hallerinden,  “ne olup bittiğini” aklına getiren sapıkların bol olduğu bir memlekettir Türkiye. Recep Bey'in bu sözlerinden asıl anlaşılması gerekeni en iyi onlar anlamıştır, kuşku yok.

Şu ima dedikleri, dindarlık, ahlakilik gibi bariyerlere yakalanmadan edepten kaçmak isteyenin en iyi silahı olmuştur her zaman. Recep bey iyi bir “kaçak” olarak “silahını” iyi kullanıyor doğrusu.

İma’nın din, ahlak bariyerlerini aşanlara en faydalı tarafı, onlara, ima ettiklerinden çıkarılan anlamın sorumlusu olarak karşısındakileri gösterme şansı vermesi. Şimdi sorsak “ben öyle demedim, bu sonucu siz çıkardınız” der Recep Bey. İma, acemisinin dilinde, ima ettiğini sanana dönüp vuran bir bumerangtır oysa. İstediği kadar desin.

Hiçbir zaman iyi hatip olduğuna inanmamışımdır ama ben inanmadığımdan değil, gerçekten iyi bir hatip falan değildir beyefendi. Hatip dediğin, imayı da, inceden vurmayı da iyi bilmeli biraz. “Edebim el vermediği için söyleyemiyorum” cümlesinde saklanabilen ne var? Ortada işte her şey. Türk sağının en ağzı kalabalıklarından biriydi Osman Bölükbaşı. Bir gün arkasından “Bölükbaşı sünnetli değilmiş” dedikoduları yapıldığı kulağına geldiğinde, meclis kürsüsünde buna verdiği yanıt pek ahlaksızcadır ama ima sanatının klasiklerinden sayar kimileri. Bağışlanmak dileğiyle aktarıyorum. Şöyle der: “Benim sünnetsiz olduğum söyleniyormuş. Anlaşılan bazılarınızın karıları ve kız kardeşleri çok geveze”. Kendisini kurtarmak için dedikoduyu çıkaranların, söylentiyle hiç ilgisi olmayan kadınlarını hedefleyen son derece cinsiyetçi, edepsiz bir vuruştu bu. Ama, edepsizce olduğu kadar zekice olduğunu da teslim etmeli.

Recep Bey, şiirlerini ezbere okuduğu, düşüncelerinden feyiz aldığı üstadı Necip Fazıl Kısakürek’ten yararlanabilirdi oysa. Hiç sevmesem de kıvrak bir zekası olduğunu kabul ettiğim Kısakürek’in hidayete ermeden önceki yaşamı pek rezilcedir. Kumar başta olmak üzere kötü sayılabilecek alışkanlıkları vardır. Kendisi de kabul eder zaten. Ettiği için de yaşamının o devresini yok sayar. Kendi zihin dünyasından biri bir gün bir toplantıda “senin önceki yaşantın çok kötüydü. Neden ondan hiç söz etmiyorsun” dediğinde, şiirde değil ama demagojide büyük bir üstad olan Kısakürek’in yanıtı “benim önceki hayatım çöplüktü. Çöplüğü insanlar değil köpekler karıştırır” olur. Muhatabına "köpeksin" dediğini söylemeye gerek yok. Ucuz bir demagoji de olsa pek bir zekicedir yanıt.

Recep Bey de o Mardinli kadınlara böyle zekice karşılık versin dediğim yok tabi. Bir karşılığı hak edecek kötü bir şey yapmamış o kadınlar. En doğal hakları olan protesto hakkını en zararsız haliyle kullanmışlar. Ben, madem ara sıra çıkış yapmak ihtiyacı duyuyor, Kısakürek’i falan örnek alsın demek istiyorum. Tasası da bana düştüğünden değil, “edebim el vermedi” deyip edepdışı vurgular yapan sinirli bir zatı görmekten kına geldiği için, yani kendim için istiyorum. Yoksa muhteremin düşeceği hallerden bana ne?

İkinci Meşrutiyet’in parlamentosunda yoklama yapılırken, meclis katibi, pek de sevmediği anlaşılan meşhurBabanzade Hakkı’nın adını, bilerek, “Yabanzade Hakkı”  diye okuyunca, Babanzade hemen atılır: “Babandır, baban”. İnsan bu zeka dolu yanıtları özlüyor. Ama neylersin ki zeka, her kafada yeşeren bir şey değil. Recep Bey'i anlıyorum.

Mardinli kadınların sırtlarını dönmelerine öfkelenmesini de anlayabiliyorum. Hep bendelerinin sırtına binmeye alışkın olduğundan “sırtı dönüklere” tahammül edemeyişi normal. Ama o kadar insanın sırtına “binen” muhteremin soylu at Cihan’ın sırtında iki dakika duramayışına da hala aklım ermiyor. Binemediği sırtlara öfkesi bundandır belki de.

Yoksa neden “edebinin el vermediği” şeyler düşünsün.