Pabucun ucundaki IMF

Felsefeye ne tür katkısı olmuştur biliyor değilim ama “Filozof” diye söz edilirdi Rıza Tevfik’ten. Şairliği de olan bu eski zaman münevveri, Sevr Anlaşması’nı imzalayan Osmanlı delegelerinden biriydi de. Bir Avrupa gazetesinde kendisiyle yapılan söyleşide “iyi olan neyim varsa Batı’dan, kötü olan neyim varsa Doğu’dandır” deyişiyle unutulmazlar arasına girmiştir. Münevver olmanın, bulunduğu toplumun değerler sistemini –herhalde- küçümsemekten geçtiğine iman etmiş olanlardandı bu muhterem. Elbette o değerler sisteminin savunulmayı gerektirecek çok da iyi yanları vardı diyecek değilim, ama Batı hayranlığında kantarın topuzunu kaçırıp, abartılı kıymet hükümlerine yol açacak kadar kendimize vurmayı da doğru bulmam haliyle. Sevdiklerimden değildir “Filozof” Rıza Tevfik.

IMF başkanına ayakkabı fırlatılması üzerine Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın, “batı’daki imajımız için iyi olmadı” değerlendirmesi ile Cerrah’ın gaf rekorunu egale edeceğe benzeyen İstanbul’un yeni Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın IMF karşıtı gösterilere ilişkin, “batılı göstericiler ne kadar efendi, hiç kırıp,dökmüyorlar” hayıflanması konusunda bir Avrupa gazetesine demeç verecek olsaydım, kuracağım ilk cümle şu olurdu: “Eylemci olan neyimiz varsa Batı’dan, Bakan ile emniyet müdürü olan neyimiz varsa Doğu’dandır.” Rıza Tevfik’leşeceğim hiç aklıma gelmezdi. Şaşkınım gerçekten.

Çünkü, Kültür Bakanı’nın imaj kaybedeceğiz diye endişelendiği Batı ülkelerinde devlet ya da hükümet adamlarına yumurta, pasta, domates atmak vakayı adiyedendir. Yani eylemcilerimiz, Çapkın’ın bir hayli beğendiği batılı protestocuların yaptıklarını yapmış oldular nihayetinde. Ertuğrul bey imaj konusunda bu anlamda rahat olabilir.

Ama kişisel olarak ben, hiç de umursamadığım Batı’daki “imaj”ımız konusunda bu kez ciddi endişe içindeyim. İstanbul’un yoksul emekçi semtlerinden Tophane’de, IMF karşıtı protestoculara, polisin attıkları yetmezmiş gibi, bir de Tophanelilerin dayak atmaları az utanılacak şey midir? “Yoksulların yakasını artık bırakın” diyen protestoculara, yoksulun saldırmasını, “imaj”ımıza leke düşürmeden batılılara anlatabilmek bilmem mümkün müdür?

Trabzon’da, Yozgat’ın Sorgun ilçesinde, kendileri gibi düşünmeyenleri linç etmeye kalkanların bol olduğu Türkiye’de “cam, çerçeve indirmeye karşıyım” diyenleri görünce tuhaf oluyor insan. 60’lı yıllarda, yaş itibariyle hatırlamıyorum ama okuduk haliyle, CIA’in ünlü işkence gemisi Esmeralda İstanbul’a geldiğinde, dönemin antiemperyalist gençleri ABD askerlerini denize dökmüşlerdi malum. Dönemin en keskin milliyetçi kalemi Ahmet Kabaklı, gazetesinde “bu, Türk misafirperverliğine sığmaz” diye yazmıştı. Yani dün de bugün de tüm derdimiz imaj olmuştur bizim. “Misafirperverliğimize yakışmaz” deyip IMF karşıtlarını sopalayan vatandaş IMF’yi ülkede misafir sanıyor. “Memleketin gerçek sahibi IMF’dir” diyenlere saldırmaktan vakit bulabilse kendisi de anlayabilir böyle olmadığını.

Hangi ülkenin takımıyla karşılaşıyorduk hatırlamıyorum, Türkiye Milli Futbol Takımı oyuncuları, gidilen ülke havalimanında futbolcusundan malzemecisine kadar köpeklerle kontrol edilmiş, kafile elemanlarının makatlarında bile uyuşturucu aranmıştı. Milli onurdan değil, insanlık onurundan ötürü delirmiştim sinirden. Aynı ülkenin oyuncuları rövanş için Türkiye’ye geldiklerinde havaalanında çiçeklerle karşılanmış, sözümona onlara Türklerin “insanlığı” gösterilmişti. Herhalde böyle yaparak o ülke yöneticilerini çok mahçup ettiğimize inananlar çıkmıştır. “Şu Türkler ne kadar alicenaplar” dedirttiğimizi bile düşünenler olmuştur. O Türk büyüğü kimdi, o fikir kimden çıkmıştı hala merak ederim. Rıza Tevfiklerden, Ahmet Kabaklılardan, Ertuğrul Günaylardan, Hüseyin Çapkınlardan, Tophanelilerden biriydi muhakkak.

Briyantinli saçları, bir hayli semirmiş bedeniyle ekranlarımızda arzı endam eden “telefilozof” Yiğit Bulut adlı milliyetçi televizyoncu IMF karşıtlarına “bunlar terörist” deyip durdu gün boyunca. Ülkeleri yoksullaştırmanın gerçek terör, asıl teröristin de IMF olduğunu anlamasına sağcı damarı engeldir. Şaşmamak lazım. Bir başka aklı evvel de “bankaların kırılan camlarının parası bizim cebimizden çıkıyor” deyiverdi. O bankaların, koltukları yenilenirken de, duvarının dış cephesi boyanırken de, bina içindeki saksılar yenileriyle değiştirilirken de, yöneticileri tatile giderken de “bizim cebimizden” çıkıyordu parası. Kaldı ki, cebindeki paranın kendisinin olduğuna nasıl inandığı da ayrı bir sorundur böyle düşünenin.

Kırmakla, dökmekle bir yere varılmaz diyenler de var. Bir yere varmak isteyen kim? Yoksullaştırdığı ülkenin sokaklarında rahat dolaşmasınlar IMF’ciler. İstenen sadece bu. Yiğit Bulut benzeri adamlar “kapitalist Nike marka ayakkabıyla eylem mi olur?” diye sorudular bir ara. Büyük Ermeni müzisyen Haçaturyan’ın bestesiyle söylenen “Çırpınırdı Karadeniz Bakıp Türk’ün Bayrağına” türküsüyle milliyetçilik yapılabildiğine göre, Nike’la da protesto olabilir pekala.

Biz alışkınız ayrıca bu tür güzelliklere. “Bölücümüz”ün adı Ahmet, soyadı Türk, milliyetçimiz ana tarafından yarı Kürt (Ziya Gökalp), İstiklal Marşı’nı yazanımız Arnavut (Mehmet Akif Ersoy), Türkçemizi dil haline getirenimiz Ermeni (Agop Dilaçar).

IMF başkanına fırlatacak Türk’e ait bir şeyimiz yoksa, ne yapalım yani?