“Özür”lü Diplomasi

Şu meşhur düğmeye basma hikayesi sanki doğru gibi. Beklenmedik anlarda, zincirleme gelişince bazı olaylar, insan böyle düşünüyor, ister istemez. Önce, Avustralya başbakanı, ülkesinde yıllarca kötü muamele gören “ingiliz çocuklar”dan özür diledi, malum. İngiliz imparatorluğu, sömürge ülkelere, daha iyi yaşam koşulları vaadiyle binlerce çocuk yollamış, bu çocuklar gittikleri o ülkelerde taciz dahil her türlü kötü muameleyle karşılaşmışlardı. Avustralya da bu çocukların yollandığı ülkelerden biriydi. Artık yaşını başını almış o “çocuklar”dan bazılarının da hazır bulunduğu bir toplantıda duygusal bir konuşmayla özür dilemişti Avustralya başbakanı. Acıları dindirmese de yine de anlamlı bir özürdü bu. Kurbanları, umarım, hiç değilse manevi anlamda rahatlamışlardır.

Özür meselesinde zincirin ikinci halkasını Peru oluşturuyor. Adı geçen ülkenin Cumhurbaşkanı Alan Garcia da, 16. yüzyıldan beri Peru’da yaşayan siyahlara karşı ırkçı, dıştalayıcı tavır aldıkları için Peru halkı adına siyah vatandaşlarından özür diledi.

Kötü gelişmeler değil tabii bunlar. Ayrıca bunlar da birer açılım elbette. Köle ticaretiyle elde edilmesi gereken herşey kazanıldıktan, önlenmesi bir hayli zor ayrım derinleştikten, ABD’de başkanlığa bir ‘siyah’ seçildikten, kısaca Basra Harap Olduktan sonra (Bad’el harab-ül Basra) gelen bir özür olduğu için ne kadar “yara sarıcı olur” bilinmez ama yine de fena olmamış.

Egemenin özür dilemesi de şımarıkça oluyor, bu inkar edilemez. ABD bu tür özür konusunda ince diplomasiler geliştirmiş bir ülke olarak başı çekiyor haliyle. ABD’nin Türk Deniz Kuvvetleri’ne mensup Muavenet zırhlısını, koca denizde, bilgisayarla hedef saptandığı için yanılma payı da yokken vurup batırmasının ardından Türkiye’den dilediği özür, “keşke geminiz orda olmasaydı” türünden cümlelerle geldi ki, emperyal şımarıklık konusunda bir fikrimizin oluşması biraz da o olayla ilgilidir. Özrü kabahatinden büyük tesbiti ABD için türetilmiş bir vecizedir dense, inanırım. Japonya’nın da Koreli kadınlardan, onlara tecavüz eden Japon askerleri yüzünden özür dilemesi de, Güneş İmparatorluğu’nun ayıbını kabul etmesidir kuşkusuz, ama keşke özrün yanında, tecavüz kurbanı kadınlara, istedikleri tazminatı da verebilseydi Japonya. Çünkü samimiyet, pratik jestlerle daha da inandırıcı kılınabilecek bir tutumdur.

Bu tür devletler, Alaaddin’in Sihirli Lambası’ndan çıkan dev cine benzerler. Çok küçükken gittiğim sinemada izlemiştim ben böyle sihirli lamba konulu bir filmi. Aklımda Rüştü Asyalı canlandırmıştı Alaadin’i diye kalmış. Cin, lambadan çıkmasına yardımcı olduğu Alaaddin’e, kollarını birbirine kavuşturup, tüm heybetiyle, üstelik bir hayli ürkütücü sesiyle “dile benden ne dilersin?” diye sorduğunda, çocukların da hoşlanacakları istekler olabileceğine niye inanmışsam, heyecanla bekledim Alaaddin’in cinden “dilekleri”ni. Alaaddin’den gelen, diğer izleyenlerin kahkahalar attığı yanıt, hayatımın en büyük hayal kırıklıklarından biri olmuştur, lütfen inanın. “Dile benden ne dilersin’e korku içindeki Alaaddin’in verdiği yanıt, “özür dilerim”, olmuştu çünkü. Çocuklukta yer ediyor kimi tavırlar demek ki insanın karakterinde. O nedenle, karşılarındakilerden istekte bulunanların da, onlardan özür dileyenlerin de beden ölçülerinden haberdar olmaları gerektiğine inanırım. İri yarı biriyseniz, bu tür ince davranışları, bedeninizle muhatabanızın üzerine çullanarak yapmamalısınız. Yoksa özrünüz de kabul edilmez, isteğinize de yanlış yanıt alırsınız.

Avustralya’nın da, Peru’nun da, Japonya’nın da, ABD’nin de özürleri biraz buna benzer. Özür zamanının gelişine hayatlarını alt üst ettikleri kurbanları değil, bu ülkelerin kendileri karar veriyorlar, “ses” tonlarını da kendilerine göre ayarlayarak. Lamba cini şımarıklığıdır bu, ne derseniz deyin.

Vanatua nedir diye sorsalar ne olduğu konusunda bir fikrim olmadığı için duraksarım doğrusu. Pasifik okyanusunda bir ülkecikmiş bu. Sözünü ettiğim “özür zinciri”nin en tuhaf halkasını oluşturuyor. Bu ülkeciğe bağlı Erromango adasında yaşayan yerliler de beyaz bir aileden özür dilediler geçenlerde. Tam 170 yıl önce, Charles Milner-Williams adlı bir Hıristiyan misyoneri öldürüp yemişler meğer. Afrikalılar bu misyonerler için, “yanımıza geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bir süre sonra İncil bizim elimize, topraklarımız da onların eline geçti” derler. Elinde İncil’iyle gelenlerden biri de bu Williams’tı işte. Erromongo yerlileri işte bu Williams’ın ailesinden, “dedenizi yedik afedersiniz” diye özür dilemişler. Tabii ki böyle ölmeyi hak etmemiştir elbette adıgeçen. Yiyenler de, herhalde düşmanlıklarından yemiş değillerdi. Kimi Afrika kabilelerinde insan yemek dinsel bir ritüeldi, bilirsiniz. Bu ritüele kurban gitmiş belli ki.

Üzerlerinde ne uluslararası baskı vardı, ne dünya onların bu özrüyle huzura kavuşacaktı. Ama, nedense Erromongo’lar özür konusunda elini çabuk tutmakla kimi devletleri mahçup etmiş sayılırlar. Baksanıza Peru’nun ki bir hayli uzun sürmüş. 16. Yüzyıldan bu yana beş yüz yıl geçti muhterem.

Erromongo yerlileri, 170 yıl sonra bile özür dileyecek bir Williams ailesi ferdi bulabilmişler hiç değilse. ABD ile İsrail ise özür dileyebilecekleri tek bir Iraklı/Filistinli aile bulamayacaklar ileride.

Tek tek değil topluca “yiyorlar” çünkü.

Yani o kadar vahşiler.