NO PASARAN

Yıllarca yaşadığı Londra’dan İsrail’e kesin dönüş yapan ancak bir süre sonra Londra’ya yeniden gelen bir Yahudi tanıdığımıza, “Neden döndün?” diye sorduğumuzda yanıtı çok kısa olmuştu: “İsrail’de çok Yahudi var.” Antisemitizm gibi bir insanlık ayıbını işleyenlerin çok arttığı şu günlerde birileri, tanıdığımızın bu yanıtından, onun bile kendi milletinden memnun olmadığı sonucunu çıkarabilir pekala. Oysa, ne kendi ulusundan ne de başka bir ulustan rahatsız olması mümkün olmayan sosyalist biridir adı geçen. Düşünceleri aynı, kaygıları aynı, ibadetleri aynı bir toplumun tekdüzeliğini anlatmak istiyor diye anlamıştım ben bunu.

Hangimiz zaman zaman yapmayız ki buna benzer, küçük çapta değerlendime içeren esprileri? Bana, üstelik ilahiyat okuyan bir arkadaşım anlatmıştı şunu: Anadolu’nun küçük bir kazasında yıllardır dostça geçinen biri Türk diğeri de Ermeni iki teyze vardır. Ermeni teyze bir gün gözyaşları içinde Müslüman komşusunun evine gelir. Müslüman teyze neye ağladığını sorduğunda “Sorma bir tek oğlum vardı, o da Müslüman oldu, ona ağlıyorum” deyince, diğeri de başlar ağlamaya. Ermeni teyze sorar bu kez “Peki sen niye ağlıyorsun?”. Öteki teyze cevap verir: “Benim beş oğlum var, beşi de müslüman, ben niye ağlamayayım?” Bu muhtemelen bir yakıştırmadır ama hiç yaşanılmayacak bir olay da değildir. Eleştirilerinde, değerlendirmelerinde insanın kendine, ait olduğu ulusa ufaktan da olsa “dokundurması” neden fena olsun? Elbette bir olgunluktur, kendiyle barışık olma halidir bu.

Ama bunları biz yaparsak hoş olur. Başkalarının, üstelik ses tonlarına bile yansımış küçümser niyetlerini farkettiğimizde, bir espriyle değil, ırkçı bir tavırla karşı karşıya olduğumuzu düşünürüz. Dolayısıyla o Yahudi dostumuza, bir başkası, “İsrail’de çok Yahudi vardı ondan döndü,” demiş olsaydı, milliyetçi bir tepkiyle değil ama ırkçılık karşıtı bir tavırla herhalde ağzının payını alırdı. Kendisini özne yapıp değerlendirme geliştirenlerin kendilerine yönelik tutumları, açık olmasa da bir özeleştiri taşıyor da olabilir. O nedenle, bir Türk’ün, Kürt’ün, İngiliz’in, Fransız’ın kendisine yönelik esprileri ya da değerlendirmeleri, karşıtlarının yapacakları değerlendirmelerden çok daha anlamlıdır.

Bu nedenle, yabancı dostu, ırkçılık karşıtı sosyalist Fransız gençlerin Paris’te duvarlara yazdıkları, “Yabancılar, bizi Fransızlarla başbaşa bırakmayın” sloganına hayran kaldım.(*) Paris’te yaşamıyor da olsam, bir yabancı olarak, slogandaki çağrının muhataplarından biri de elbette benim. Yabancıların, bulundukları ülkelerin ekonomik, sosyal, kültürel yaşamına yaptıkları katkılara, yarattıkları etnik renkliliğe bu sloganda gizlenmiş “minnet” duygusuyla nasıl değer verildiği görülmüyor mu? Bu kendi ulusunu eleştirebilme erdeminin sağladığı bir özelliktir. Ülkesinde sadece Fransızlarla başbaşa kalmak isteyen birine bu sloganı sevdiremezsiniz. Yabancının Fransa’dan çekip gitmesi, elbette yabancılardan da kaynaklanan bir dizi sorunun ortadan kalkmasına da yol açar ama giden aynı zamanda ucuz işgücü, kültürel zenginliktir de. Arapların yemeği, Afrikalıların dansı olmadan Fransızlarla başbaşa kalmanın cazip olamayacağını bilen genç Fransız’dır o duvardaki sloganın sahibi.

Türkiye’de ne yazık ki, AKP karşıtı cephede yer alıp da ciddi anlamda ırkçılık yapanlar da var. Onlar da sadece Türkler olarak “başbaşa” kalmamızdan yanalar. Ermenimize,rumumuza, musevimize, kürdümüze tahammüleri yok tur bu yüzden. Bu “başbaşa” kalmanın aslında ne kadar yalnızlaştırıcı bir durum olduğunu kavrayamadıkları ortada.

İngiltere’de, kraliçelerinin bile saf kan İngiliz olmadığı bilindiği halde ülkeyi yabancılardan “temizlemeye” kararlı neofaşist/ırkçı Britanya Ulusal Partisi (BNP) Londra’nın yabancıların yoğun yaşadığı Barking ile Dagenham bölgelerinde belediye meclislerine üyelerini sokabildi. BNP’nin de tüm derdi Britanya’da sadece İngilizlerle başbaşa kalmak. Oysa emperyal bir devlet olarak dünyanın başka coğrafyalarında, başka halkları kendileriyle “başbaşa” kalmaktan alıkoyan İngiltere olmadı mı? Hintlilerin, İngiliz sömürüsünden kurtulup, kendileriyle “başbaşa” kalmaları tam iki yüz yıllarını aldı,malum. BNP şimdi kendini Beyaz İngiltere’yi yaratmakla görevli saydığı için, başka renklerin farkına varamamayn, benzeri partiler gibi “renk körü” bir partidir.

Ne mutlu ki, Londra’da da duvarlara “yabancılar bizi ingilizlerle başbaşa bırakmayın” diye yazacak binlerce ırkçılık karşıtı insan var. BNP o duvarın altına kalabilir.

Türkiye’de “Kürtlerden alış veriş yapmayın” diyerek toplumsal çatışmaya davet çıkaran ırkçı da yazdığının altına ezilecek elbette. Bu ülkeyi, hani şu bir zamanlar, şimdi “ulusalcılık”ın başını çeken partinin liderinin ağzına sakız ettiği deyimle söylersek, “kavimler kapısı Türkiye” olmaktan çıkaracak bu türden ırkçılığa da karşı olunmalı elbette. Hangi kılıkta gelirse gelsin, ister ezilen ulus milliyetçiliği kılığında, ister “ulusalcı”. Ortada, “ortak yaşama kültürümüz”e darbe indirmeye hazır mihraklar var çünkü.

Ülkemiz halkını oluşturan tüm etnik zenginlikle bir arada yaşayacağız, tüm tersi çabalara rağmen. Fransız solcusu “ yabancılar bizi Fransızlarla başbaşa bırakmayın” derken,haklıdır. Elbette Fransız’dan kastettiği , onun ırkçısı, faşistidir. Biz de, -elbette Türk’le değil- kendisinden başkasına yaşam hakkı tanımayan “Türk”le başbaşa kalmayacağız.

Tarih, faşistlerle “başbaşa” kalmanın kimi uluslara neler kaybettirdiğinin örnekleriyle doludur.

(*) Bu slogana, M. Hardt ile A. Negri’nin birlikte yazdıkları İmparatorluk (Ayrıntı Yayınlar. Çev: Abdullah Yılmaz) adlı kitapta rastladım.