Mirasyedi Arınç

Bülent Arınç’ın son dönem Türk politikacıları arasında, rakip bildiklerine yönelik olan bir hayli dışlayıcı, bir o kadar da üstten bakan üslubu, Arınç’tan yola çıkarak Türkiye siyaset sahnesindeki politikacı tipine ilişkin ciddi bir değerlendirme yapma şansı veriyor bize.

Bir siyaset felsefesine sahip olmayan Türkiye politik ortamında, muarızın gözle görülen, sözümona kusurlarına vurgu yapılarak değerlendirmelerde bulunma konusunda en pervasız olanlardan biridir Arınç. “Özel grup” ya da “kapalı alan dili”ni uluorta sergilemesi açısından hayli kötü bir örnek aynı zamanda. Kişilere ilişkin değerlendirmelerinde, o kişilerin -elbette kendilerinin seçmedikleri- kimi eksikliklerini eleştirisinin(!) merkezine koyması, Arınç’ın ciddi bir insani kusuru. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun, hiç bir konuda görüş belirtmemesi gerekiyor Arınç’a göre. Çünkü boyu kısa. Kimse Arınç’ın bunun farkında olmadığını ileri süremez.

Siyasi yaşamı seçmenlerinin oylarına bağlı bir politikacının, boyunun kısalığını olumsuz olarak değerlendirdiğini öğrenen seçmeninden nasıl oy isteyebileceği elbette “etik” kaygı gütmeyen biri için sorun değil. Sorun etseydi, bunun, rakibe vurayım derken seçmeni ne kadar üzeceğini de hesaba katardı bir politikacı. Hem ahlaki, hem de “faydacı” anlamda beklenen budur, bir politikacıdan. Ancak Arınç için bu tür etik bariyerler ciddi bir engel oluşturmuyor. Küfürcü politikacıların en önde gideni olduğu “şeyini şey ettiğimin şeyi” gibi olağanüstü cümlesiyle kanıtlanmıştır malum.

Hakkını yemeyelim Arınç’ın. O şu son dönemlerin küfürbazıdır, doğru, ama ilk değildir. Onun da arkasında müthiş bir küfürbaz politikacı tarihi duruyor.

Tansu Çiller, kimilerine göre, daha öncekilerle karşılaştırılırsa en çok ünvana sahip bir başbakandı. Gerçekten de onu tanımlayan o kadar çok lakap vardı ki, bu iddia yanlış ya da abartılı sayılmaz. Yakıştırılan bu ünvanların çoğunda Çiller’in cinsiyeti hedef alınmıştı. En masum sayılabilecek olan “sarışın, güzel kadın” tanımlaması bile bu söylediğimin dışında değil. Aklını kadın cinselliğiyle bozmuş bir anlayışın temsilcisi olarak Necmettin Erbakan’ın da o dönemler Çiller’e layık gördüğü ünvan şuydu örneğin: “İsterik”. Özellikle kadınlar için kullanıldığında cinsel çağrışımlar yapan bir sözcük bu. Erbakan, herhalde, “gözü doymaz, çok hırslı” biri olduğunu vurgulamak istemişti Çiller’in ama biraz daha zahmete girip iki üç kelime fazlasıyla derdini anlatmak varken düşündüklerinin hepsinin karşılığı olduğuna inandığı “isterik” sözcüğünü kullanmıştı. Seviyesizdi ama kimin umurundaydı? Kendi taraftarları başta olmak üzere kimse Erbakan’ın bu sözüne itiraz etmemişti.

Bir başka örnek Cavit Çağlar’dır. O da bir ara sözümona “kararsızlığını, sözünde durmayışını” ifade etmek için dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’dan “yavşak” diye söz etmişti. Ona göre de bu sözcük Yılmaz hakkındaki tüm düşündüklerini ifade ediyordu. Her ikisinin buna nasıl inandıkları çok ilginçtir benim için. Erbakan da Çağlar da, iki, üç kelime daha fazla kullanarak yapacakları eleştirilerini(!) tek heceli sözcüklerle yapmışlardı. Bundan ötürü de fıkradaki lazdan (Lazların engin hoşgörülerine sığınıyorum) farkları kalmıyor. Öğretmen öğrencilerine bir kompozisyon yazma görevi verir. İstediği, evinin bahçesinde, güneşli bir havada bikinisiyle güneşlenen bir kadının anlatılmasıdır. Tek tek sorduğunda öğrenciler dillerinin döndüğünce düşündüklerini söylerler. Sıra Temel’e geldiğinde onun kadın hakkındaki düşüncesi tek kelimeliktir: “Orospi”.

Zaten sınırlı olan siyasi literatürümüzdeki kimi kavramların yetersiz kaldığı yerlerde imdada argo yetişiyor haliyle. Rize eski milletvekili Şevki Yılmaz da, yıllar önce, Cumhuriyet Bayramı törenlerine katılanlar için “pezevenk” diyerek bu alanda çok ileri gitmişti, hatırlatayım.

Tüm bu adıgeçenler, bir geleneğin, hem de en kararlı sürdürücüleriydiler. Arınç da onlardan biri. Osmanlı sadrazamlarından Mahmut Şevket Paşa, kabinesindeki bakanlardan Esat Toptani’yi “ahlaksız, vatan haini”, kendisinden önceki Sadrazam Kamil Paşa’yı da “budala” olarak tanımlardı. Kamil Paşa için ettiği beddua aynen şudur: “Bu ülkenin selameti için allah Kamil Paşa’nın canını almalıdır”. Meşrutiyet döneminin önde gelen parlamenterlerinden Lütfi Fikri, yine aynı Kamil Paşa’ya “herif”, Babanzade Hakkı’ya da “kepaze herif” demiştir. Politikayla az ya da çok ilgili kim varsa benzeri üsluba sahip. Yaman bir İttihat ve Terakki düşmanı olan Mehmed Selahattin adlı bir Osmanlı münevveri, dönemin en parlak askeri şahsiyeti Enver Paşa’yı şu sözlerle tanımlar: “Şehir eşkiyası Enver”. Cemal Paşa’ya biçtiği değer de ifadesini şu cümlede buluyor: “Suriye kasabı”.

Günümüz ikinci cumhuriyetçileri ile liberallerinin Türkiye Tarihi’ni yeniden yazmak için “en önemli kaynaklardan biri” olarak değerlendirdikleri, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Sağlık Bakanlığı da yapmış olan Rıza Nur, gerçek bir ruh hastasıydı. Bakın sevmediği bir politikacı için anılarında ne yazmış: “Kendini Paris’te parayla yaptırıyormuş”. Söylediğinin kanıtı var mı? Var: “Bir dergide okudum”. O kadar.

Hangi seviyede ya da makamda olurlarsa olsunlar bu üslubu kullanmayan kalmamış neredeyse. Osmanlı’da da, Cumhuriyet döneminde de, farklı etnik kökenden gelmiş olmak da bir hakaret unsuruydu maalesef. Demokrat Parti’nin önde gelen milletvekillerinden Samet Ağaoğlu Rusya’dan göç etmiş bir Kazan Türkü olduğu için sevmeyenleri, adını Samet Agayef diye telaffuz ederek hakaret etmişlerdir. Rauf Orbay’a da Çerkez denilerek yapılmış aynı hakaret. Talat Paşa’ya çingene denilirken, annesi Kürt olduğu için Ziya Gökalp’e, Kürtlüğü bir ayıpmış gibi yüzüne vurularak saldırılmıştır.

Türkiye sınırları içindeki bölgelerden gelmek de yerine göre hakaret gerekçesi olabiliyor. Bu konuda Özal’ı atlamak doğru olmaz. Dışişleri eski bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil için “ne de olsa Bursalı” demişliği vardır. Muhterem, pek perdesiz konuşurdu zaten. “Kıç üstü oturturum”, “küçük Turgut’la uğraşsınlar” demesi unutulur gibi değildir. Topu topu yüz ya da yüz elli kelimeyle konuşulursa olacağı budur.

Yazılı ya da sözlü bir düşünce geleneğinin bulunmadığı toplumumuzda bu üslubun kullanılması sadece ahlaki bir sorun değildir. Siyasi kültürümüz de buna çok elverişlidir ayrıca.

Arınç ile benzerlerinin üslubu rahatsızlık veriyor. Tehlikeli de üstelik. Bunları sürekli izleyen çocuklarınızın yarın sizinle, “herif,” “şeyini şey ettiğimin şeyi”, “yavşak”, “pezevenk” deme ihtimalleri var.

Haberiniz olsun.

------
Sayın Seyit Ali Reis’e,

Öncelikle beni çok mahçup eden iltifatlarınız için teşekkür ederim. Takdir duygularınızı çok cömertce kullanmışşsınız. Dikkat çektiğiniz eksikliklerim için de ayrıca minnet borçluyum. “Voltaire’den ‘Gandi’ Kemal’e” yazımdaki Voltaire ilişkin verdiğim bilgi tam bir kepazelik. On beşinci yüzyılda yaşayan Descartes’a gitmiş olmalı aklım. Üstelik üniversite yıllarımda Voltaire hakkında sunuş yapmış bir öğrenciydim ben. Rezalet yani.

Ernest Renan’ın Doğu dininden kast ettikleri arasında İslam önde gelir. Bir çok eserinde vardır bu. Sadece İslam’a değil, Hristiyanlık başta olmak üzere semavi olanlar dahil her dine karşı oluşunun bununla ilgisi vardır.

Barbarossa konusunda haklı olabilirsiniz. Ben yanlış yazdım diyeceğim ama bu konuda adam gerçekten çok talihsiz, adının Berbarosa diye yazıldığı da vakidir.

Benim okuduğum tarih kitaplarından hiç birinde Kılıç Arslan zırh giydiği için boğuldu bilgisine rastlamadım. (Güç sahiplerine bu tür ölümü yakıştıramayan “tarihçi”nin kitapları dışındakilerde yani). Sultan, savaşa giderken değil, dönerken, yani acelesi yokken geçmeye kalkıyor dereyi. Sizin dediğiniz gibi zırhı yüzünden boğulmuş olsaydı, askerleri arasında zırhlı olanlar da herhalde vardı. Zırhlarına rağmen dereyi geçebilmeleri sultandan daha becerikli oluşlarının kanıtı sayılmalı. Onunla ölen bir asker olduğu da tarih kitaplarında yazmaz. Hiç mi yanında boğulurken asker yoktu Kılıç Arslan’ın? İyi asker, büyük taktisyen olmak beceriksizliğe engel değil malum. Bir eli yağda bir eli balda sultandan “zavallı” diye söz etmeniz, sadece takdir duygunuzda değil, merhamet duygunuzda da çok cömert olduğunuzu gösteriyor. Tüm içtenliğimle söylüyorum, çok sempatik buldum bu tutumunuzu, lütfen inanın.

Yazılarımdaki eksikliklerimi dile getirmenizi bir hadsizlik gibi görmeniz benim açımdan çok üzücü. Böyle düşünmeniz sosyalist yanıma dokunur, hemen belirteyim. Farkında olmadan beni bir iktidar gibi görerseniz incinirim.

Sevgi ve saygılarımla...