Makas

Yıllar geçti unutmadım. Unutmam da. Unutulacak gibi de değil.

Anavatan Partisi’nin 17. Dönem Muş Milletvekili idi Atilla Sın. Parlamentoda bulunduğu sırada millet adına yararlı işler de yapmış mıdır bilemem ama, ben onu daha çok, sokakta, elinde makasla uzun saçlı genç ararken hatırlarım. Rastladığında keserdi saçlarını talihsiz gençlerin.

Sın ne anlama gelir bilmem. Bazı isimlerle yanyana geldiğinde, bir isim-soyaddan çok, karakter tanımlayan bir tamlama sıfatına dönüşen ilginç bir sözcük olduğu ortada. Gençlere sözümona ayar vermeyi küçük çapta bir zulüme dönüştürdüğü için, “gerçekten atillasın” demiştim kendi kendime, Hun imparatoru Atilla’nın despotluğunu anımsayarak. Henüz yazılmadı ama yazılırsa bir gün, Türkiye Gariplikler Ansiklopedisi’nin sayfalarında mutlaka yerini alacak olan ilginç bir zattır bu muhterem.

Bu parlamenter voyvoda, bu meclis Deli Dumrul’u, uzun saça takmış, “ideal Türk genci”ne çok belli ki yakıştıramadığından, soluğu sokaklarda almış, rastladığı gençlerin uzamış saçlarını kesmişti. Allahın sopası yok, yaptığının ne kadar boş olduğunu, bu saç kesme zulmünden çok kısa bir süre sonra ortaya çıkan simsiyah giysili, elleri asalı, omuzlarına kadar uzun saçlı Aczmendiler adlı İslami topluluk üyelerini gördüğü zaman herhalde anlamıştır. Halini gözümde canlandırıp çok keyiflenmişimdir. Uzun saçlarını keserek gençleri dine imana getirmeye çalışan, ancak dinleri, imanları gayet yerinde upuzun saçlı müslümanlarla karşılaşan Atilla Sın’ın yerinde olmak ister miydiniz?

Yapacağı iş çok basitti oysa. Uzun saçın Türk/İslam geleneğindeki yerini bir kaç kitap karıştırıp bulacak, belki arada, ahlakın biçimde değil, özde olduğunu anlatan bir iki cümleye de rastlayacaktı. “Temiz bakan, tarayan için uzun saçın hiç bir mahzuru yoktur” diyen büyük islam bilgini İmam Gazali’ye inanmamazlık edecek hali yoktu herhalde.

Sın, milletvekili olmanın, bir temsiliyetten çok, bir “çeki düzen verici”lik olduğuna, her niyeyse, inanmış biriydi. Aynı inancı taşıyan onlarcası gibi. Adamın talihsizliği, uzun saçı düzensizliğin, sıradışılığın, nihayet serseriliğin, sembolü saymasıydı. Sembolü yanlış okudun mu, hedefi de yanlış tutturursun. Uzun saç serseriliği temsil eder sandın mı, karşına Aczmendiler çıkar. “Uzun saç serseriliktir” tezi, bu kadar mı çabuk çöker bir adamın?

Hepsi değilse de, bu tür milletvekilleri, miletvekili olmayı kendilerinden geçme hali sanırlar. Bu “kendinden geçme hali”ne “ne yaparsam manalıdır” inancı da eklendiğinde tadından yenilmez karakterler çıkıyor ortaya. Kızamadı bile kimse Atilla Sın’a, gülmekten. 12 Eylül cuntacıları, İstanbul Taksim meydanında çiçek satıcısı çingenelere tek tip elbise giydirmişti bir ara. İnsanlığın en neşeli, en serbest, en hizaya gelmez topluluklarından birini oluşturan çingenelerimizi o tek tip elbise içinde görünce, baştan aşağıya acıya kesildiğimiz o günlerde, kendimizi tutamaz gülerdik .

Cuntacılar komik adamlardı. Atilla Sın komik adamdı. Ama her ne yapıyorlarsa, ciddi sanarak yapıyorlardı ki, bu durum eğlencenin dozunu yükseltiyordu sadece. Celal Bayar komik adamdı, korkuyla “bu kış komünizm gelecek”deyişinden bir kaç ay sonra gele gele askeri cunta gelmişti iktidara. Kafasında yarattıkları tehlikelerden korkuya kapılmış, o nedenle tahminleri de (Bayar’ınki gibi), eylemleri de (Sın’ınki gibi) hep yanlış olmuş adamlardı bunlar. Cuntacıların parti kurdurup başına geçirdikleri emekli general Turgut Sunalp komik adamdı. Gazetecilere, “yüzüme bakıp da aptal olduğumu sanmayın” dediğinde, yüzünün, başkasına değil ama, kendisine nasıl göründüğünü öğrenmiş olmuş, yine çok gülmüştük. Koca bir ülkeyi eğlendirmiş hayal sahnesi komedyenleriydi hepsi.

Eh, biz de, bizim kuşak da acılardan kahkalar çıkaran simyacılar gibiydik biraz. Ne yapacaktık başka? İşkenceden de ölüyorduk, gülmekten de. Çelişik, tuhaf bir ülkenin gençleri, yurttaşlarıydık. Yurttaşlarıyız da hala. Doğu Perinçek’in misyoner faaliyetlerden yakınıp “din elden gidiyor” dediği, Abdullah Öcalan’ın, “Türkiye’nin bölünmesinden korkuyorum” diye endişesini dile getirdiği, “yaşam biçimize dini müdahale var” deyip ortalığı ayağa kaldıran Ertuğrul Özkök’ün Umre’ye gitmeye hazırlandığı bir ülkenin, tenis topunu izlemek için başını bir o yana bir bu yana döndüren tenis izleyicisine benzeyen yurttaşlarıyız. Bunları hepsi top çünkü.

Atilla Sın’ın, hizaya getirmeye, yani Türk-İslam geleneğine uydurmaya çalıştığı gençler ne kadar hizaya geldiler bilemem. Ama, Türkiye’de bir çok kesimden, yaşlı, genç, sanatçı, gazeteci, Sın’ın istediği “hiza”ya çoktan geldiler. AKP iktidardan düştüğü gün, “hiza dışı”na ilk çıkacak olanlar yine bunlardır ayrı mesele ama, şimdilerde Umre’yi keşfettiler. Bunların çoğunun “keşfi”ne uğrayan Bodrum’un ne halde olduğunu düşünün, gittikleri yeri neye çevirdiklerini de anlarsınız. Sın, milleti “adam” etmeyi elinde makasla gerçekleştireceğini sandığı için pek bir yanılmış belli ki. Bunlara makas gösterilir mi? Hedefi “magazinleştir”, koşa koşa gitsinler Umre’ye de, namaza da.

Atila Sın’ın, yolunu çevirip saçını kestiği gençlerin arasında acaba Adem Işık da var mıydı? Olmuşsa, bakın kahkaha tavan yapar bende inanın. Muhsin yazıcıoğlu’ndan sonra BBP genel başkanlığına adaylığını koyanlardan biri de, bir üniversitede akademisyen olan bu Adem Işık’tı. Milliyetçi, mukaddesatçı, yani Sın’ın ideal gençlerinden biri olan Işık’ın adaylık haberini nasıl duyurdu gazeteler, öğrenmek ister misiniz? Buyrun:

“BBP’ye uzun saçlı başkan adayı”

Bu Atilla Sın’ın kaçıncı bitişidir.

Kaçıncı?