Kim Olmak

Muktedirin kimi sözlerini, vecizelerini benimseyip kendisine ait kılan çok sayıda kişi olmasında şaşılacak bir şey yok elbette. Sonuçta o muktedir; dolayısıyla ağzından çıkan her sözcük mutlaka, - biz anlamasak da- bir “hikmet” barındırıyor olabilir kimilerine göre. Sıradan bir sitem, sıradan bir çıkış, öylesine bir sözcük egemenin ağzından çıkınca  “kelam-ı şahane” oluveriyor birden.

“Sen Kimsin ya?” sorusu da bunlardan biri. “Saray”lı bir terkip olduğundan naşi kullanan her insan evladında inanılmaz bir özgüven duygusuna yol açıyor. Recep beyin, takipçilerini, severlerini her anlamda “tek tip”leştirmesindeki başarısı her türlü takdirin üzerinde. Her ne kadar kelime hazinesi çok olmasa da, kurduğu her cümlede mutlaka, “...noktasında...” sözcüğü geçse de muhteremin “hitabet” yeteneği konusunda söylenenler doğru gibi. Bu kadar az kelime dağarcığıyla bu kadar kelam etmesi, kekeme olanların geveze olması türünden bir durum olsa da, övgüye değer. (Dilinde rekaket olanları küçümsediğim sanılırsa üzülürüm, anlatacak, söyleyecek bilgisi, görgüsü olanların kekemeliği kimsenin dikkatini çekmez, benim de elbette).

Aslında Recep bey türü tüm muktedirlerde rastlanır buna. Öğretmen bir arkadaşımın sosyal paylaşım sitelerinden birinde tanınmış Sovyet eğitimciSuhomlinski’nin “bir çocuğun okulda başarılı olabilmesi için, okulda başarılı olması gerekmektedir” vecizesini okuduğumda Suhomlinski adına üzüldüm doğrusu. Bu muhteşem vecize ilk okunduğunda ilkokul tekerlemesi  gibi anlaşılsa da elbette çok ince bir gönderme yapmakta. Görgünün, eğitimin başka alanlarda da, - örneğin aile içinde, meslekte - öğrenilebileceğini, ama “öğretim”in sadece okulda kavranabileceğini, haliyle hem ailelere hem de kuşkusuz öğretmenlere sorumluluklar düştüğünü hatırlatan bir vecize bu. Kavrayamayan için “kar yağdığında kar yağmış olur” türü beylik lafmış gibi gelebilir. Belki bu lafı ettiğinde bu tür tepkiler de almıştır büyük eğitimci. Onun adına üzülmemin nedeni bu lafı edecek bir muktedir olmaması. Recep bey söyleseydi bunu ne kadar etkili olurdu, bilirsiniz.

“Ege denizi bir göl değildir” vecizesiyle tüm zamanların en muhteşem coğrafi tüyosunu bu milletin kulağına fısıldamış bulunan Süleyman Demirel’i bu ülke unutmadı, unutmasına da imkan yok. Yani sözcük, lakırdı olmaktan “kelam-ı şahane”ye muktedir ağzındayken dönüşüyor.

Bu nedenle biricik televaizimiz Nihat Hatipoğlu’nun, bence gayet mantıklı olan bir soru yüzünden bir izleyicisine “sen kimsin?” diye babalanmasını anlayabiliyorum. Vakti zamanında, mütevazılık denen erdemden nasibini almışların, kendilerini yüksekte gördüğünü sanmasınlar diye, en kızdıklarına bile sormadıkları bu soru Recep bey sayesinde altın devrini yaşıyor gerçekten de.

“Sen kimsin ya?” sorusu, yanıtı, sanıldığı kadar kolay verilebilecek bir soru değil. Muktedir ile Hatipoğlu da zaten bunu soru olsun diye sormuyorlar muhataplarına. Bu, kendi konumlarını hatırlatan soru kılıklı bir had bildirme sadece. Karşılarındakini tanımaktan çok, kendilerini tanıtmayı hedefleyen  kibir patlamasının açığa çıkardığı çığlık bir anlamda.

Güçlerinin, kudretlerinin farkında olunmamasından deliye dönen zatlar bunlar. “Benim kim olduğumu biliyor musun?”un yerine kullandıkları yegane terkiptir “sen kimsin ya?”çıkışı aslında. “Hiç, bilenle bilmeyen bir olur mu?” gibi bir peygamber sözü, bilgiye verilen önemi anlatma amaçlı da olsa bu zatların bir şeyleri biliyor olma iddialarına zemin yaptıkları bir kelama dönüşmüştür artık.

Bu zatlar “bilgilerinden”, “görgülerinden” çok “konumları”nı anımsatma ihtiyacındalar çok belli ki. İzleyicisine “sen kimsin?” çıkışını yapan televaizin, programlarından birinde “yöneticileri eleştirmek allahın gücüne gider” demiş olmasını, bu “sen kimsin?” çıkışıyla değerlendirin. Kendi alanının (hayır, otoritesi değil, öyle olmadığını söyleyen meslektaşları var bir hayli) “muktediri” olmasının kendisine bu çıkışı hak kıldığını sanıyor.  

Muktedir ile televaiz bana sorsalar örneğin “sen kimsin ya?” diye, vereceğim tek ama tek bir yanıt olurdu.
“Kim olduğumu bilmiyorum” derdim öncelikle.. Sonra da eklerdim: “Bildiğim tek şey var, o da ‘siz’ olmadığımdır”.
Bu mutluluk da bana yeter.
Az mutluluk mu bu?