Kare Kare Başbakan

Bir kaç ay arayla çekilmiş iki fotoğraf bende çok değişik duygular uyandırmıştır. İkisi de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili olan bu fotoğraflarda başbakanın aniden gelişen kimi olaylar karşısındaki dolaysız tepkilerinin bana düşündürttüğü kimi şeyler var. Anlatmayı deneyeyim.

İlk fotoğrafta, yerel seçim propagandası için gittiği Niğde’de, halka kendilerini tanıtırken başbakanla birlikte ellerini havaya kaldırmış adayların arasına, geç kaldığı için aceleyle girmeye çabalayan birinin kafasını soktuğu görülüyor. Bütün düzeni bozan, hesapta olmayan bu fırsatçı kafaya başbakanın öyle bir bakışı var ki, bir çok şeye beden diliyle çeki düzen vermeye alışık başbakanın, hiç beklemediği bu tür bir “düzensizliğe” nasıl şaşırdığını gösteriyor.

İkinci fotoğraf ise, yine başbakanın Rize gezisi sırasında, kendisine “sevgi duyduğu” açıklanan bir vatandaştan, kazayla (öyle deniyor) yediği yumruk sonucu yüzündeki acıyı yansıtıyor. Her iki fotoğrafın benim açımdan ilginç olan yanı, başbakanın, hazırlıksız yakalanma anlarını çok iyi kaydetmiş olmalarıdır.

Elbetteki çok insani tepkiler bunlar ama Erdoğan söz konusu olunca tuhaf kaçıyor biraz. Çünkü, artık herkesin bildiği bir gerçektir ki, başbakan, onca mütevazı olma ya da halk adamı gibi görünme çabasına rağmen, etrafındakilere üstten bakan bir politikacı. Kasımpaşalılıkla taçlandırdığı mağrur bir edası da var ki, zaman zaman vatandaş azarlamaya kadar gidiyor malum. Fotoğraflardan ilkine yansıyan şaşkınlık ile ikincisinde belirgin olarak görülen acı ifadesi, başbakanın, sergilemeyi çok sevdiği “delikanlı” duruşunun, hem de hiç beklemediği anlarda kesintiye uğradığını gösteriyor. Eğer, sürekli, “küçük dağları ben yarattım” havasına bürünmemiş olsaydı, hepimizin gösterebileceği bu tepkileri başbakanda da gördüğümüzde pek bir bizden sayacak, yadırgamayacaktık. Ama olmuyor işte. Çünkü şaşkınlık da, acı da, Kasımpaşalı “delikanlı” türü tavırlarda kolay yansıtılmaması gerektiğine inanılan insanlık halleri. Başbakan, öylesine “ağır abi” gibi yürüyor ki, bu yürüyüşünü sürdürürken böyle yürümeyenlerden çok daha fazla dikkat sarf etmesi gerekiyor bu nedenle. Ben, düz yolda yürürken yüz üstü kapaklansam, zaten günde beş on kez bir yerler çarptığım için bilenler tarafından pek de şaşırtıcı olmaz bu. Çünkü ben, olduğumdan farklı görünmek için yürüyenlerden değilim. Ama kavgaya gider gibi yürüyen Erdoğan’ın ayağının, diyelim ki, tökezlemesi, “delikanlı” ya da “dik” duruşunun anında yok olması demektir. Haliyle tebessüm nedenidir. O nedenle fotoğraflardaki hazırlıksız, şaşkın yakalanma haline çok güldüm başbakanın. Alaycı bir anlam yükleyerek değil elbette, mağrurluğun, şaşkınlıkla tuz buz oluşu genelde gülümsetir insanı.

Recep Tayyip Erdoğan için bu çok sık oluyor son zamanlarda. Bana göre ilk olan, Mehmet Barlas adlı “her devrin gazetecisi”nin başbakanın yanağını okşarken fotoğraflanmasıydı. Mahalle değerlerine çok önem veren Erdoğan’ın bir “mahalle ağır abisi” olarak mesafeyi belirleme hakkını karşısındakine, yani Barlas’a, kaptırdığının kanıtıydı bu. Mesafe ayarı mahallede ağırlığı olan tarafından belirlenir çünkü. Karizmaya ilk çizik böyle atılmıştır.

İkincisi ise malum at kazası. Başbakanın pantolonla, gömlekle ata binmesi garipliği kendisine fazla güvenmesinden kaynaklanıyordu elbette. Çok fena düşmüştü, hatırlarsınız. Kime olsa üzülürdüm, iyi ki boynunu kırmadı diye sevinmişimdir de. Ancak “ağır abilerin” kaşıyla gözüyle sadece kendisine meftun olanları hizaya getirdiğini, atlar için bunun söz konusu olamayacağını başbakan biliyor olmalıydı. At ne anlar mahalle değerlerinden?

Bu tür şeyler küçük gibi görülebilir ama önemlidir. Kamuoyumuzun, liderlerin davranışlarındaki kodları okuyabilme özelliği biraz gelişkin olsaydı, tepkisini sandıkta belli edebilirdi. ABD eski başkanlarından Jimmy Carter son derece önemli bir konuşmayı yün hırka giyerek yaptığından, 1988’deki başkanlık seçimlerinin Yunan asıllı adaylarından Michael Dukakis de bir tankın üzerine, bir hayli bol geldiği için ikide bir alnına düşen helmet takarak çıktığından ciddi anlamda puan kaybetmişlerdi. 1972 yılı ABD Başkanlık seçiminin adaylarından Edmund Muskie, yerel bir gazetede hakkında ağladığı haberi yayınlanınca kamu desteği anında azalmıştı. Yani, kendisinden daha farklı, kendisinin yaptığı sakarlıkları yapmayacağına inandığı liderlerde, kendisinde var olan zaafları, dikkatsizlikleri görünce desteğini geri çekebiliyor kimi insanlar.

Üçüncü olaya da Rize’de tanık olduk. Kendisini seven bir vatandaştan, yanlışlıkla, hem de döşüne yumruk yedi Recep Tayyip Erdoğan. Adliye muhabirliği yaparken sevgilisini öldüren erkeklerin davalarını izlerdim. Hakim sorar katile: “Neden öldürdün?” Başını öne eğerek, haklılığının anlaşılacağından da çok emin bir ses tonuyla yanıtlar katil: “Çok seviyordum hakim bey.” “Çok sevdiği” için sevgililerini öldürenlerin bol olduğu Türkiye’de, “çok sevdiği” başbakanı kazayla yumruklayarak nefessiz bırakan vatandaşın olması şaşırtıcı değildir. Mahalle kültürüyle büyümüş Erdoğan bunu nasıl bilemez?

Başbakan kime yakınlaşsa kariyerini çizdiriyor. Yakınlaştığı gazeteciye yanağını kaptırdı, yakınlaştığı at üzerinden fırlattı, yakınlaştığı vatandaştan yumruk yedi. Fotoroman gibi. Bu kareler yan yana konduğunda yanağı okşanan, attan düşen, yediği yumruk yüzünden acı içinde kıvranan bir adamın görüntüleri çıkıyor ortaya.

Oysa mesafeyi kendisi ayarladığında “al ananı git” diyebiliyor. “Artistlik yapma lan” cümlesini de yine kendisinin ayarladığı mesafede rahat kullanabiliyor. Yani başbakan sınırlarını kendisinin çizdiği alanda güreşebilen bir pehlivan. Sınırın dışına çıktığında, attan da, vatandaştan da küçük çaplı şiddet görebiliyor.

Hazırlıksız yakalanma anları, sürekli takındığı rolün kesintiye uğradığı anlar olduğundan dikkat çekicidir benim için. Kollarını yana açarak yürürsen, sendelediğin anda herkesi kendine güldürürsün. Memleket böyle bizim. Atının tekmesinin de vatandaşın yumruğunun da ne zaman geleceği belli olmaz.

En kötüsü de okşanacak bir yanağının olmasıdır. Attan düşmekten beter bir durumdur bu.

“Ağır abi”nin yanak okşattığı nerde görülmüştür?